1. ’in 1957 senesinde çektiği, dr. Strangelove ve full matal jacket’te olduğu gibi savaş karşıtı söylemleriyle dikkat çeken siyah beyaz bir film paths of glory.

    1.dünya savaşı sırasında alman savunması altındaki ant tepesi’ni ele geçirmek isteyen Fransızlar, iki gün içinde girişecekleri bir saldırı planlar. Bu saldırı içinde general paul mireau emrindeki bölük seçilir. Mireau, yeterli desteği ve askeri olmadığından yapılacak taarruzun başarıya ulaşamayacağını bilse de, kendisine teklif edilen vaatlerin büyüsü altında fikrini değiştirip taarruzun yapılmasına karar verir. Gün geldiğinde o, cephe gerisinden taarruzu izlerken, ’ın film boyunca kusursuz şekilde hayat verdiği 'albay dax' komutasındaki Fransız askerleri de beklenildiği gibi savaşta geri püskürtülür. Hendeklerden çıkarken vurulan, hatta bir takımın yoğun alman ateşi altında hendekten çıkacak fırsatı bile bulamadığı savaşın kaybedilmesi, general mireau’nun hiddetlenmesine yol açar. Öyle ki, mireau alman ateşi nedeniyle çıkanın vurularak geri düştüğü hendeklerde sıkışan –neticede savaş meydanına giremeyen- Fransız askerlerinin vurulması emrini dâhi verir taarruz sırasında (zafere giden her yol mubah mıdır gerçekten de filmin adı gibi)…

    Yenilgi general mireau’nun yükselme hayallerini elinden alırken, Fransız genelkurmayı da kaybedilen itibarın geri kazanılması için savaşın kaybedilmesine sebep olarak görülen, savaş meydanında geri çekilen birlikten seçilecek üç askerin askeri mahkemede yargılanması, neticede de medyanın ve halkın önünde infaz edilmesi emrini verir. Kendi birliğinden seçilen bu 3 askerin savunmasını, gerçekte bir avukat olan albay dax üstlenirken, göstermelik mahkemede askerler suçlu bulunur ve infazlarına karar verilir.

    Temelde bu hikâye üzerinde şekillenen filmde, birbiriyle keskin çizgilerle ayrılan karakterler de en az hikaye kadar bağlıyor filme izleyeni. General mireau’nun şatosunda içkisini yudumlarken yaptığı pazarlıkta aldığı rütbe vaatleriyle askerlerini bile bile, kazanamayacakları bir savaşa göndermesi; sizin de en az albay dax’un mahkeme salonunda söylediği gibi “insanlığınızdan utanmanıza” yol açıyor. Karakterler sadece iyi veya kötü olarak ayrılmıyor birbirinden keskin çizgilerle; sınıfsal olarak da kubrick’in net bir ayrım yaptığını görebiliyorsunuz. Kimin ölüp kimin yaşayacağına karar vermek için gerektiğinde kura çektirecek kadar vicdanı sertleşmiş rütbeliler şatafatlı salonlarda balo yaparken, infazını bekleyen masum askerler, bir ahırda hayatlarının hamamböceğinden daha değersiz olduğunu tecrübe ediyorlar.

    Film boyunca albay dax vicdanın ve aklın sesi olmaya çalışsa da seyirci için, film ne yazık ki izleyeni mutlu edecek bir sona da kavuşmuyor. Her ne kadar albay dax “…ben bir boğa değilim, bir yerlere saldırmak için gözüme kırmızı bayrak sallanmasına gerek yok” dese de, biliyorsunuz ki onun gibilerin sayısı az ve kırmızı bayrağı gördüğünde emrindeki 8000 askerin hayatını hiçe sayan general mireau gibileri her yerde; o olmasa da yerini dolduracak aynı mantalitede birileri hep bulunur ve savaşta ölenler, öldükleriyle kalır.

    Dolayısıyla, film boyunca içinizi kemiren hırs ve üzüntü hiç dinmiyor.

    Kısacası, filmde anlatılan her hikâye adıyla (zafer yolları) ilintili, general mireau’nun kendi kişisel zaferi için seçtiği yol, Fransız genelkurmayının ant tepesini ele geçirmek için önce general mireau’yu kullanması, sonrasında kaybedilen savaşın sorumluluğunu masum askerlerin sırtına yüklemek için seçtiği yol; hatta geri plandaki hikayelerden birisinde, devriye görevine çıkan bir komutanın yanlışlıkla kendi askerini öldürüp kaçtıktan sonra buna tanık olan diğer askerden, dolayısıyla da muhtemel bir davadan kurtulmak için, mahkemeye gidecek üç kişiden birisi olarak onu seçmesi… gerçekten de, zafere giden her yol mubah mıdır?

    Film siyah beyaz olmasına rağmen, dax’ın düdüğüyle yoğun alman ateşi altında hendeklerden çıkarak savaş meydanında ilerlemeye çalışan Fransız askerlerinin taarruzunu izlediğimiz harika bir savaş sekansına sahip. Her ne kadar (film boyunca olduğu gibi) alman askeri görmesek de, görsel olarak hiç akıldan çıkmayacak, nefis bir taarruz sahnesi.

    Özellikle gerilimin ve izleyenin duygu yoğunluğunun sinir harbi olarak doruğa çıktığı mahkeme sahnesi de, gene hafızlardan kolay kolay çıkmayacaktır.

    Film, kadın bir alman esirin Fransız askerlerine söylediği şarkıyla kapanıyor. Korkmuş ve ağlamaklı haldeki kadın o dokunaklı şarkısını söyledikçe coşkusu dinen, yüzleri düşen ve hatta ağlamaya başlayan Fransız askerlerini gördükçe; savaşın rezilliğini, kim olursak olalım önce insan olduğumuzu ve temelde aynı olduğumuzu düşünüyor, bir kez daha savaşın gereksizliği konusunda kubrick’e hak veriyoruz…
    #41617 fly | 8 yıl önce
    0film