farklı şehirlerde uzun süreler boyunca yapıldığında insanlardan bir süreliğine kopmaya, kolay kolay sosyalleşememeye ve okul-ev ya da iş-ev döngüsünü kıramamaya sebep olan, genç yaştaki erkeklerin hayat tecrübesi açısından yapmalarının elzem olduğu, yapıldığı yerin öğrenci evi ya da bekar evi olmasının hiçbir şeyi değiştirmeyeceği durum. kategori bulamadım.
insan uzun süreli yalnız yaşadığında, bir yerden sonra evdeki evcil hayvanlarla konuşmaya başlıyor. yoksa, haşerata geliyor sıra. onlar da yoksa, evet; eşyalar dile geliyormuş gibi görünüyor. dışarıdan bakınca acınası bir durummuşçasına aşağılanan bu monologlar, insanın rahatlamasına da yardımcı oluyor. gülme bak, ciddiyim. "hayvanla, böcekle, televizyonla konuşup delirmiş bu, martaval atıyor bize" diye düşünebilirsiniz. bu monologların artıları:
+ oturduğunuz daire zemine yakınsa, eve hırsız girme riskini oldukça azaltır (en çok hırsızlık teşebbüsüne konu olan evlerde yaşayanların yaşlı çiftler ve yalnız yaşayanlar olduğunu okumuştum bir yerde. bunun ivmesini düşürebilirsiniz böylece. annemlerin evi boş olduğunda, arada bir çiçeklere falan bakmaya gidiyorum. her gittiğimde de son ses müzik açıp televizyonla konuşuyorum bir süre. alt kata 3 kere, karşı komşuya 1 kere ve üst komşuya 2 kere hırsız girdi son yıllarda).
+ mahalle baskısının devasa boyutlarda olduğu, apartmanların birbirleriyle göt göte olduğu mahallelerin birinde oturuyorsanız, çevreden gelebilecek "ay yazık bu çocuğa da, tek başına sürünüyor" eleştirilerini en aza indirir (tecrübeyle sabit. kaldığım ev mahallenin muhtarlarındaki mahalleden en fazla bir kademe daha düşük bir yer. sokağın başıyla sonu arasında 60 metre falan var ve en baştaki apartmandaki sevim teyze, en sondaki apartmandaki hayriye teyzeye bağırıyor balkondan balkona. benim evdeki konuşmalarımı karşıdaki başka komşular da duymuş. bir gün, işten eve gelirken, balkonundan sarkmış bir apartman teyzesi "oğlum, dün de ne neşeliydiniz evde yahu? kıskandım valla" dedi).
+ dışarıdan sipariş verdiğinizde kapınıza gelen kuryeci çocuğun, kafasında sizin hayatınızla ilgili saçma sapan fikirler üretmesini engeller ("uyuyo' muydun abi?" diyen karışıkçının kuryesi "abi, her gün de parti var sende galiba. beni de bi' gün çağırsana" demeye başlayınca, dozu biraz düşürdüm tabii. kapıyı açmadan önce kedilerden birine "kalk üstümden be kızım, kapı çalıyor bak" dememeliydim).
+ nadir de olsa evinize gelen arkadaşlarınızın sizin hakkınızda ürettiği "bu çocuk tek başına çok sıkılıyordur evde be" düşünce balonlarını zevkle patlatmanızı sağlar (kedilerle sık konuştuğum için deli de sanıyor olabilirler beni tabii. "mutfaktan bir şey istiyor musun?" diye sorup koltuktan kalkmamla mutfağa varmam arasında en fazla 10 adım var. en az 4-5 cümle kuruyorum kedilere yolda. "bana mı dedin?" falan diye de soruyorlar bazen, duymazlıktan geliyorum. deli sanma ihtimalleri daha da belirginleşti kafamda şimdi bunu yazınca).
sözün özü; yalnız yaşamak güzeldir. bir miktar depresyon kıyılarında gezersiniz, bir miktar da deliliğin dağlarında (lovecraft*'a da selam olsun buradan). hesap vereceğiniz ise, yalnızca evdeki evcil hayvanlar, haşerat ve eşyalardır.
düzen hastalığınız, uyum probleminiz veya biraz bencilliğiniz varsa tercih etmek zorunda kaldığınız durum. getirileri ve yarattığı problemler bir teraziye koyulursa, hangisi ağır basar, kişiye göre değişebilir.
öncelikle huzur ya da sessizlik seven biriyseniz, başlarda hayatınızın en doğru kararı gibi gelecektir. evde eylemlerinizle saygısızlık edebileceğiniz biri olmadığından, tamamen özgür davranabiliyorsunuz. her şey bıraktığınız gibi, bıraktığınız yerde kalıyor. ev işi daha az can sıkıyor, çünkü kendi bokunu temizlemek çok da zor gelmez insana. o herkesin hayali ''evde donla gezmek'' rutin bir hale geliyor. ki bu en çekici olanı bence.
ufak tefek, plan yapmaya değmeyecek eylemleri tek başına yapmaya başladıkça, diğer büyük, arkadaşlarla planlanıp gerçekleştirilen eylemler de bir süre sonra yalnız yapılabilir hale geliyor, ve çok da bozmuyor.
oturup tek başınıza rakı içebiliyor, hatta bilet alıp sinemaya bile gidebiliyorsunuz bir süre sonra.
yalnızlığın yokladığı gecelerde, eş dost davet edip geceyi parlatabiliyorsunuz. sonra gidiyorlar ve meydan yine size kalıyor, tertemiz.
öte yandan, eve geldiğinizde ''günün nasıl geçti?'' muhabbeti yapabileceğiniz birinin olmaması bir süre sonra can sıkmıyor değil. hatta bir üst seviyede, insan ''hoş geldin'' kelimesini bile özlüyor. yemekleri hep fazla yapıp, dökmek zorunda kalıyorsunuz, çünkü tek kişilik yapmaya çalışırken göze çok az geliyor. bu ne lan, bu kadarcık için yemek yapılmaz falan diye düşünüp yapıştırıyorsunuz fazladan.
evde sırf ses olsun diye, izlemediğiniz halde televizyon satın alabiliyor, sırf eve girdiğinde, ''napıyon lan, selam'' tarzı giriş cümlelerini kullanabilmek için ev hayvanı edinebiliyorsunuz, bana da arkadaş olur diyerekten.
ama özetle yalnız yaşamak, karakteri uzun vadede etkileyen bir eylem. bir süre sonra kafanız daha az gürültü kaldırır hale geliyor, ve düşünecek çok vaktiniz oluyor. 6. yılımı doldurdum, her 2 yılda bir ev arkadaşı almayı düşünür, vazgeçerim. iyidir yalnız yaşamak.
en büyük hayalim. lakin minnakım izin vermiyor bir türlü. anne koca kız oldum ben, bakarım başımın çaresine desem de nereye gitsem peşimde kadın. kesin babam fişekliyor.
gereklilik veya tercihin sonucu yapılan yaşantı. tercih nedeni, insanlara tahammülsüzlük, verimli çalışma ortamına ihtiyaç, kişisel prensipler veya rahata düşkünlük olabilir. güzeldir yalnız yaşamak kimi zaman misafirle dolan taşan ev istenildiği zaman kendinle baş başa istirahat edilebilecek sıcak yuvadır. kendine ait olmayan kendinden olmayan kimsenin yanında bulunmadığı en huzurlu yaşamdır.Kimi zaman en kalabalık olunan yaşamdır:www.youtube.com/...
yapılma süresi genişledikçe kişiyi depresyon kıyılarında daha fazla tutmaya başlayan, davranış değil, eylem.
başlığa daha önce yazdığım girdide, yalnız yaşayanların garip hareketlerine verilen tepkilerden ve genel olarak yalnızlıktan şişip evdeki evcil hayvanlarla muhabbete başlama eşiğinden bahsetmişim. tozpembe gibi görünen moral bozucu yönlerinden de bahsedeyim. ailesiyle birlikte ya da öğrenci evinde yaşayan gencolar pek özeniyorlar yalnız yaşamaya ama kazın ayağı öyle değil işte.
bugün işten eve gelip salonun penceresini açtığımı hatırlıyorum, sonrası yok; uyuyakalmışım. hava artık serinledi. nezleye yakalanmanın eşiğindeyken uyandım ve kedilerin ikisini de balkondan toplayıp içeri aldım. böyle kötü zamanlamayla hayata döndüğüm anlarda berbat hissediyorum. hasta gibi değil, yapayalnız gibi değil, muhtaç gibi değil ama tatsız, insanın ağzını kupkuru eden, hiçbir şey yapmayıp ölümü bekleme hissini artıran bir his bu. böyle tamamen mutsuz olunan anlarda kedi sevmek birçok insana iyi gelir. ben ise, benimkileri benden olabildiğince uzakta tutmaya çalışıyorum. bunca yılın verdiği alışkanlıklardan mıdır yoksa şehir efsanesi olarak dile getirildiği gibi, bazı şeyleri anlayabildikleri için midir; bilmiyorum ama soğuk nevale olmalarını bile es geçip ben neredeysem oraya geliyorlar böyle anlarda. gripmişim gibi kaçıyorum onlardan.
yalnız yaşamanın kötü yönlerinden biri, tabii ki hasta olduğunda ya da yardım istemen gereken bir durum olduğunda ortaya çıkıyor. hastayken ben genelde evin en büyük odasının köşesinde ölümü beklemeyi tercih ediyorum ama yardım gereken anlarda kötü etkiliyor. özellikle komşulara karşı da izole bir hayat yaşıyorsanız, mahallede en çok muhabbet ettiğiniz kişi olan tekel bayi sahibinden yardım isteyebilecek umutsuzluğa düşebiliyorsunuz. yalnız yaşamak bireysel olgunluğu ve hemen hemen her konuda kendi kendine yetebilmeyi teşvik edip kamçılarken, ansızın gelen umutsuzluk ataklarında ise, kendi kalesine gol atan defans oyuncusuna benziyor: özgüvensiz, kimsenin kendisini sevmediğini düşünen, yalnız kalmak isteyen ama yalnızlığın dozu arttıkça da çevresinde insan arayan, mutsuzluğun pençesine düşmüş biri.
hiçbir yemeği bir tencere boyutunda yapamadım son birkaç yıldır. yıllardır aksatmadan gitmeye çalıştığım pazar alışverişini de son yıllarda hiç yapmadım. artık yüzgöz olduğum pazarcılardan 2 elma, 3 soğan, 5 patates, 100 gram da tuzsuz lor almak istemiyorum. benim gibi dışadönük biriyken, yalnızlık çekmeye başlamanın eşiğini göremeyebiliyor insan bazen. aylık ya da haftalık alışverişi keseli de çok oluyor çünkü 3 kilo patatesi torbasıyla birlikte filizlendirip bozduğumu biliyorum. aynı şekilde kuru soğan da, özellikle sıcak havalarda kısa süre sonra çürüyüp içi dışına akmaya başlıyor; tecrübeyle sabit. besine üzülmüyorum, kendime üzülüyorum ben böyle attığım şeylerden sonra.
en kötüsü, tabii ki, anlık olarak paylaşmak istediğin ilgi çekici ya da eğlenceli şeyleri duvarlara bakıp söylemen oluyor. amiyane olarak yalnızlığın en fazla "koyduğu" anlar bunlar. düşük iq seviyesi içerse de bir tepki duymak istiyor insan, "şunun hakkında ne düşünüyorsun? çok süfer, di' mi?" demek ve "tabii lan, manyak mısın?" karşılığı bulmayı bekliyor. bunun yerine, kendi sesinin "di' mi, di' mi, di' mi" diye yankılandığı duvarlara bakmak ve iç geçirmek sağlıklı bir ruh haline sahip insanın yapacağı şeyler değil nitekim.
insanı olgunlaştırması, kendi kendine yetebilmeyi öğretmesi, kafa dinlemek için eve kaçmayı amaç haline getirmesi ve evde rahat olabilen insan yaratması en güzel yönleri olsa da, götürülerinin devasalığı da unutulmamalı. bilinçli bir seçim olmaksızın yalnız yaşamak zorunda kalanların neler hissettiğini daha iyi anlamayı sağlıyor. bilinçli seçin ya da yalnız yaşamayın.
2 sene kadar yaptim. sonra ailenin yanına geri döndüm. 1 sene sonra tekrar yapıcam. Aile ile yaşamak kadar rezil rezalet pislik bir şey olamaz. Allah Boyle hayatın belasını versin anasını avradini sikeyim. Eşek kadar adamsın her şeyine karisirlar. 8 yasindaki cocuga soylenmeyecek embesil nasihatlerini dinlemek zorunda kalirsin. Ne sınır bilirler ne bir şey mk. Tamamen muhabbet şudur. Sana parayi biz veriyoruz haliyle sonuna belanı sikmeye hakkımız var. Bunu rasyonel bir temele dayanirmak zorunda degiliz. Para esittir guc. Bak bu en sosyalist ailede dahi boyledir. Gucu oradan alirlar. Igrenc igrenc igrenc. Tekrar para kazanmaya başlayayım da daha yarrak görürsünüz suratımı.
Hayatta kalmak ya da yaşamak arasındaki ince çizgi üzerinde yürüten eylem.
Bir buçuk yıldır fiziksel olarak yalnız yaşıyorum. Eşimden ayrılmadan önceki ruhsal yalnızlığım çok daha öncesine dayanıyor, belki de ben küs geldim dünya hayatına.
Yaşamanın verdiği mutluluğu hissetsem de, dünyanın çok güzel bir gezegen olduğunu düşünsem de; hiçbir zaman bu dünyaya ait olamadığım için yaşım kadar zamandır yalnızım.
Tek başına yaşamak… Yalnız… yalın… Güzel tarafları var evet. Akşam eve gitmek, sığınağa kapanmak gibi bir duygu. Dışarıda yaşanan kargaşadan sonra evdeki sessizliğe kavuşmak çok güzel. Vermiş olduğu özgürlük duygusu çok güzel. İster halıda yatarsın ister kendi yatağında. Evin dağıldığında kendi istediğin zaman toplarsın. Nasıl istiyorsan öyle yaşarsın ve yanında rahatsız edeceğin birileri olmaz. Seni rahatsız eden biri de olmaz.
Başka birine karşı sorumluluğun da yoktur. Kendimle bu konuyu konuşmaktan kaçınsam da, anahtar kelimelerden birisi sorumluluk. Sorumluluğun olmaz. 10 yıldan fazla süren evliliğimde ağır gelen kavramlardan biriydi “sorumluluk”. Kendi ayaklarının üzerinde durma mücadelesi yetmiyor gibi, bir de evdeki diğer insanın sorumluluğunu almak. Almak değil paylaşmaktı doğru olan. Ama insanda öyle bir göz var ki, nereden bakarsa baksın hayat yükünün çoğu kendi sırtına yüklenmiş gibi hissediyor.
Sorumluluk yok… Gayet güzel. Sorumluluk konusunda da ipin ucu bazen kaçıyor. Sığır gibi yaşamaya başladığımı fark edince enerjimin yettiği kadar toparlanıyorum.
Kötü yanları da var yalnız yaşamanın. Zaman geçiyor ve bunu daha derinden hissediyorsun. Ömür törpüsünün yontma sesleri yalnızlığın boş duvarlarında yankılanıyor. Kendi nabız sesini dinliyorsun, her nabızda kalan atım sayısından bir adet daha düşüyor. Sevdiklerini düşünüyorsun bazen. Acaba neler yapıyorlardır şimdi? Tanımadıklarını da düşünüyorsun. Karşıdaki binalar, evlerin içinde yanan ışıklar, pencerelerinde görünüp kaybolan kafalar.
“Nereye kadar ihtiyar? Ömrünün geri kalan kısmını yalnız mı geçireceksin?”
Evet, tabi ki. Çünkü yalnızlığın zehirli tadını bir kez aldıktan sonra yanında bir başkasına tahammül edemez hale geliyor insan.
En fazla üç gün. Birinci gün çok güzel. İkinci günün başlangıcı da çok güzel. Akşamına doğru nötr. Üçüncü gün ruhumun içindeki bir fare kemirmeye başlıyor. Dün gece seviştiğin, sevdiğin ve tarafından sevildiğin insanın enerjisi boğar hale getiriyor. Nasıl anlatsam, su gibi bir şey bu. Hayatın yaşam kaynağı, en büyük ihtiyaçlardan. Ama üç gün çıkma denizden bak ne oluyorsun sonra. Öyle bir şey.
Yalnızlığımı paylaşacak bir sevgilim ol(a)mayacak gibi görünüyor.
“Sana bir soru sormuştum ihtiyar. Nereye kadar?”
Zayıf bir hafızam var, taş çatlasa son on yılı hatırlıyorum. Gerisi bir başkasının hayat hikayesi ya da uzun zaman önce izlenilip unutulmuş bir filmden kareler gibi. Ben değilmişim gibi. Bir süre sonra hatırlamış olduğumu hatırladığım yitik anılarım oluyor.
Ne kadar yaşarsam yaşayayım, aklımda en fazla son on yılım olacak. 10 yaşımı da geçtiğime göre üzerine bir 10 yıl ya da daha fazlasını yaşamanın da anlamı yok gibi. Geçen her gün sağlığımdan da bir parça götürüyor, gücümü kaybediyorum. Uzatmanın çok fazla anlamı yok. Geriye dönüp baktığımda, hayatına dokunduğum birkaç insan dışında insanlık adına sağladığım bir katkı yok. Uzatmanın anlamı yok. Umarım hızlı ve acısız olur.
“Kendine gel ihtiyar, ne diyorsun?”
Fişi ben çekmeyeceğim hayır. Gittiği yere kadar. Gidene kadar doğan güneşin ışıkları hayranlıkla izlenecek , Arada sırada ormana kaçılacak. Sokak kedilerinin başı okşanacak, yağmur yağdığında dışarı çıkılamıyorsa pencere açılıp derin nefes alınacak… Bitmedi, insan sosyal bir canlı. Arkadaşlar ile buluşulacak, kahkaha atılacak, yenilecek, içilecek, sevişilecek…
Bilmiyorum, tuhaf bir his yalnız yaşamak. Gerçi her şeyin başındayım henüz. Yani uzun zamandır hayalini kurduğum ne varsa ayaklarımın altına serildi son zamanlar, hemde eksiksiz -aileme teşekkür etmeden geçemeyeceğim- çok mutluyum ama bilmiyorum eksik bir şeyler var. Yani kötü hissetmiyorum kendimi ama sanki kötü hissetmem gerekiyormuş gibi, yani biraz korkuyorum evet mum ışığında yatıyorum ama aynı zamanda çok huzurlu hissediyorum. Yalnızken pek bir şey yiyesim gelmiyor, iştahım kapalı ama açılır. Heyecanlıyım, evden çıkmıyorum, evin duvarlarını öpesim geliyor. Benim alanım ya! benim bir alanım var. Kendimi, kendime ait hissetmeye bayılıyorum. Ben eminim, çok iyi gelecek bu yalnızlık bana. Ben, konuşup bir şeyler paylaşmaya bayılan bir insanım, onu da deftere karalayarak hallederim. Olacak olacak. İyi geceler.
Bir kere yalnız yaşama rahatlığına alışınca ailemin evine gittiğimde bile garipsedim. Zorlukları var evet ama çok da rahat. Ev arkadaşı derdi yok bir kere. Ne arkadaşlıklar gördüm ben ev arkadaşı olunca sonlanan. Üniversitedeyken kabul görebilir yapacak bir şey yok ama ilerledikçe zaman gereksizleşiyor evde birinin olması.
Susuzdede'de yazın dışarıdan 3 derece sıcak, kışın dışarıdan 3 derece soğuk bir evde yaşıyorum. Abartı değil müsbet. Ölçtüm.
Gittigidiyor'dan 2. El bir halter dambıl takımı almıştım olmayan parayla. Evde internet yok. Televizyon 3 kanal çekiyor. 5 parça mobilya var. İşten gel-spor olduğunu sandığım saçma sapan birşeyler yap. Üstüne bir sürü sigara iç, habire kitap oku. Yazın vantilatörün kışın ufonun tam önünde yat.
Haftasonu sağa sola denize gidiyordum da hafta içi çarpık bir manastır hayatıydı. insan yok, internet yok. Kafa rahat.
Bir şekilde özlüyorum o zamanın basitliğini, azlığını.
psikiyatristlere göre, bunalım, depresyon gibi vakalara yol açan durumdur. birilerinin yalnız yaşayabiliyor olması, bunun insana elverişli olduğu anlamına gelmiyor. gerçekten, yanlız yaşayan birinin hakikaten mutlu olabileceğine inanmıyorum doğrusu. çünkü insanın yaradılışına terstir.
yemeğe yetenek yoksa genelde dışarıdan yemektir. bence yalnız yaşamının en büyük sıkıntısı yemek yapma sorunudur. onun dışında çok güzeldir. rahattır. karışanın yoktur. bu neden burada diyenin olmaz. şu an yalnız yaşıyorum ileride evlendiğimde bu alışkanlığa nasıl son vereceğim onu da bilmiyorum.