1. kaynak: hakikatitarih.com/...
    yazının tamamı 'e ait. twitter


    "Bu yere serdiğiniz ve çiğnenmesini istediğiniz halı, benim ülkemin onurudur. Üzerinde dini inancımızın hem de bayrağımızın ay yıldızı var. Onun yeri ayakların altı değil, ellerin erişemeyeceği yükseklerdedir. Bu halı buradan kaldırılana kadar sarayınıza adım atmam mümkün olmayacaktır."

    Ahmet Rüstem Bey (Alfred  Bilinsky)

    Bugünlere gelmemizi sağlayan cesur insanların hikayeleri sanki unutuldu. Bunu her alanda görmek mümkün. Sosyal medya bu korkunç durumu yaymak için tehlikeli bir alan olarak kullanılıyor. Yeni kahramanlar bulabilmeyi amaçlayan tehlikeli siyasi söylevler dilden dile yayılmakta. Sanki hiç sorunumuz yokmuş gibi bir gazeteci üstelik canlı yayında "Balkanlar'dan ve Kafkasya'dan" gelenleri hedef alan ifadeler kullanıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil! Tarihimizin hiçbir döneminde hiçbir yönetici bu tarz tehlikeli ifadeler kullanmadı. Gerek siyasetçi gerek gazeteci herkesin söylemlerinde çok dikkatli olması gerektiğini düşünüyorum..Bugünlere gelmemizi sağlayan fedakarlık yapan insanların hikayelerini anlatmanın bence en doğru zamanı. Bu insanlardan biride hiç kuşkusuz Alfred Bilinsky yani Ahmet Rüstem Bey'dir.
    Alfred Rüstem Hariciye yani Dışişleri Bakanlığı'nda görevli cesur bir diplomattır. Ailesinin Polonya'dan geldiğini biliyoruz. Babası 1848 yılı Macar Ayaklanmasına katılmış bir milliyetçidir. O dönem Türkiye topraklarına sığınan birçok  insan gibi o da buraya gelmiş ve Hariciye dairesinde görev almıştır. Alfred Rüstem babasının tecrübesiyle de 1882 yılında Hariciye'ye girer. İlk görevi Bulgaristan Komiserliğinde Fransızca katipliktir. 1886 Atina, 1890 Londra ve Bükreş'te görev yapar. Diplomatik görevinin yanı sıra 1897 yılında Osmanlı-Yunan Savaşında Dömeke Muharebesinde yer aldı. Gösterdiği cesaret nedeniyle madalya ile ödüllendirilmiştir.

    Alfred Rüstem Bey 1898 yılında Washington Elçiliği Müsteşarlığı 1910'da Paris'te en nihayetinde 1911 yılında Karabağ yani o dönemin adıyla Çetine'de Büyükelçilik görevini üstlenir. Osmanlı Hariciye sistemi günümüze kadar gelen bazı gelenekleri halen içermekte. Dil bilgisi ve yazışma kültürü bu kurumun kimliğini oluşturuyor. Alfred Rüstem Bey işte bu kurumun temsilcilerindendir. Alfred Bielinski'nin uzunca bir süre bu isimle kaldığı ancak daha sonra kendi isteği ile Müslümanlığı seçtiği ve "Ahmed Rüstem" adını aldığı anlaşılmaktadır.

    Alfred Rüstem'in bürokrasinin kirli yüzünden daima uzak durduğunu elimizde olan evraklardan anlıyoruz. Daha Londra'da görevliyken Hariciye hakkında gazetede çıkan yanlış haberlere itiraz edip basın tarafından istenmeyen adam ilan edilmiştir. Paris görevi sırasında Başkonsolos Lütfi Bey ile ilgili olarak yolsuzluk soruşturması hazırlamıştır. Hazırladığı raporunda, Paris Başkonsolosu Lütfi Bey'in Konsolosluğu sırasında bazı mühim evrakları çaldığını ve bir takım suistimaller yaparak devletten haksız kazanç elde ettiğini ve ceza gerektiren hareketlerde bulunduğunu yazmıştır... Bulunduğu görevlerdeki başarısı ve dürüstlüğü sayesinde Mayıs 1914 tarihinde Washington Büyükelçisi olarak atanır. Görevine başlar başlamaz Yunanistan'a satılması düşünülen iki savaş gemisinin satılmaması için büyük gayret gösterir. Başkan Wilson ile konu hakkında görüşür ve bu satışı iptal etmeye çalışır. Bu duruma engel olamasa da ABD yönetimi onun ne kadar çetin bir ceviz olduğunu anlar.. 1914 yılından itibaren Türkiye hakkında ABD'de büyük bir karalama kampanyası başlamıştır. Alfred Rüstem diplomatik kaideleri bir tarafa bırakarak bu hareketleri protesto amacı ile 8 Eylül 1914 tarihli Evening Star gazetesine şu beyanatı vermiştir:

    "Gazetelere göre, Büyük Britanya, Fransa'nın yolunu takip ederek Birleşik Devletlerin gözü önüne Türkiye'deki Hıristiyanların katliamı hayalini ortaya koyarak onları tahrik etmiş ve Türk limanlarına harp gemileri göndermesini Amerika Birleşik Devletleri'nden talep etmek bahanesiyle hakikate tam ehemmiyet vermeyerek geleceğin bu korkunç resmini yapmıştır. Türkiye'de bir katliam olduğunu maalesef inkar edemem. Müslümanlar elinde eziyet çeken kurbanlar Hıristiyanlar olmayıp Ermeniler ve Marunîlerdir. Fakat hakim ırka ve hükümetin yüzüne karşı İngiltere, Rusya ve Fransa'nın desteğini gördüklerini açıkça söyleyerek siyasi fesatçılar gibi Osmanlı Devletini zayıflatmak için birleştiler. Masum bir ırka karşı dünyanın gözü önüne sadece bir değil 20 program seren Rusya; memleketinin özgürlüğü için dövüşen Cezayirlileri mağaralara doldurup dumanla öldüren sonradan büyük eserleri "Commune" yüzünden sevinç duyan Fransa ( Hint isyanındaki asiler ) cezalandırmak için hepsini kurşunlayan İngiltere, aynı tahrikler karşısında kalsa ne yapardı? Birçok gazetelerin bu işte İngiltere ve Fransa'nın tarafını tutmasından beri, kendimi, şunu söylemeye yetkili buluyorum ki, Amerika Birleşik Devletleri'nde her gün vuku bulan linçleme düşüncesi ve Filipinlerdeki Water Cure denilen işkence hatıraları Türkiye'ye hücumda onu itiyatlı yapmalı idi. Çünkü İtalya'nın iktisadi rekabeti veyahut Filipinlilerin katledilmesi ve hatta zencilerin tecavüzü ile mukayese edilirse, onun tahrik neticesinde yaptığı vahşilik hiç kalır. Hakikatte hiç vuku bulmayan bir şeyi sadece münakaşanın hatırı için olduğunu farz edelim. Zencilerin, Amerika Birleşik Devletlerinin istilasını kolaylaştırmak için Japonlarla gizli anlaşmalarla birleştiği keşfolunsa, onlardan kaç tanesi bu hikâyeyi anlatmak için hayatta bırakılacaktı? Büyük Britanya ve Fransa Türkiye'ye karşı yeni bir tahrik mücadelesine bağlamışlar, bu memlekette kendi kötü kehanetlerini teyit edecek münasebetsiz bir şeyin vukuu neticesinde Amerika'nın nihayet Akdeniz'e Harp gemileri göndermeye sürükleneceğini, böylece İtilaf Devletleri safında Avrupa arbedesine karışmış olacağını gizlice ümit ediyorlardı. Fakat hükümetin böyle adi bir tuzağa düşmeyecek kadar zeki olduğuna inanıyorum. Bununla beraber Amerika Birleşik Devletleri Türkiye'de vatandaşlarından hiç birinin hiç bir zaman eziyet çekmediği halde neticesi sadece onun tahrik edecekse ve hiçbir surette kontrol edilmeyecekse neden bu memleketin sularına harp gemileri göndersin? Hıristiyanların çoğunlukla yaşadıkları İzmir, Beyrut'u neden bombalasın? Buna ne dersiniz? Daha ne yapabilirdi? Hiçbir şey fakat bu kadarı harp için kafidir. Amerika Birleşik Devletleri halkı harp istiyor mu? Türkiye'ye karşı İngiltere'nin yeni harekâtı beceriksiz bir harekettir. Bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin kendi hareketlerini tadil etmeye sebep olmayacaktır. Fakat Türk Elçiliğine New York'dan aşağıdaki telgrafı çekilmesi intaç etmiştir: "Eğer Türkiye İngiltere'ye karşı harbe girerse, Hindistan'daki Müslümanlar ve Hindular ve başka yerlerdeki Müslümanlar onu her şekilde destekleyecektir. Binlerce gönüllü hazırdır"

    Bu sert ve haklı beyanat Alfred Rüstem'i ABD kamuoyu tarafından istenmeyen adam haline getirir. ABD Başkanı Wilson 10 Eylül 1914 tarihinde Dışişlerine gönderdiği mektupta "Türk Büyükelçisi sınırı aşmıştır" demiş ve sözlerini geri almasını istemiştir. Alfred Rüstem ABD'de yapılan sert kamuoyuna karşın sözlerini geri almayacağını belirtmiştir. 12 Eylül günü Başkana ve ABD yönetimine aynı sertlikte bir cevap metni yollar

    "Amerika Birleşik Devletleri'nde artan Türkiye aleyhtarlığının sebep olduğu acıyı anlatmağa sadece ehemmiyet veren Osmanlı İmparatorluğu, bu kritik anda vazifelerine tamamıyla müdriktir. Fakat Amerika Birleşik Devletleri gibi uygarlığın önderi olan bir memleketin basını, mevcut fırtınayı resmen anlatma durumunda iken Babıâlinin işini olduğundan daha güç hale getirmemeliydi. Türkiye'ye karşı münasebetlerinde daha mesuliyetli bir görüş getirmek için kuvvetli bir gayret sarf etmek kaçınılmaz bir olaydı. İdarenin basına karşı aciz olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Türk Elçisi'nin harekete geçmekten başka çaresi yoktu. Bu durumda Amerika Birleşik Devletleri'ne hücum ettiğimi ve hatta onu tenkit ettiğimi söylemek pek doğru olmaz. Benim Amerikan hücumlarına karşı memleketimi koruduğum aşikardır. Eğer benim müdafaa tarzım Amerika Birleşik Devletleri'nde muaheze edilecek bir takım hususlar olduğunu göstermek ve bunları belirtmek şeklinde tezahür etmişse, bu benim bu memleket basınının mevcut kusurlarını karşılayacak fevkalade meziyetleri bulunan Türk halkı hakkında daha insaflı bir görüş sahibi olmağa ikna etmenin tek yolu olduğuna inandığımdandır. Diplomatik kaideleri ihlal etmiş olabilirim fakat durum öyle idi ki, alışılmış yollardan ayrılmış olmanın sadece mazur görülebilecek bir olay değil fakat resmiyetten ayrılmağı kılan meşru bir durum olduğuna şiddetle inanıyorum. Ben Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri'ne ve nihayet insanlığa karşı manevî vazifelerimi tamamiyle yapmış olduğuma vicdanen müsterihim."

    ABD özür talebini yinelese de Rüstem Bey bunu umursamayarak ülkeyi terk eder. Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu'da başlayan Milli Mücadeleye ilk katılanlardan biri odur. Sivas Kongresi'ne katılmış ve burada Mustafa Kemal'in dış siyaset danışmanlığını üstlenmiştir. Bu görevi sırasında Heyet-i Temsiliye'nin dış ilişkiler danışmanlığını üstlendiği gibi Mustafa Kemal'in General Harbord ile yaptığı görüşmede de çevirmen olarak yer almıştır.

    Ahmet Rüstem Bey Millî Mücadelede önemli bir yere sahip olmuştur. Bu önemi anlamak açısından şunu belirtmek gerekir ki; 24 Mayıs 1920 tarihinde padişah iradesi ile Mustafa Kemal Paşa ve bazı arkadaşları idama mahkûm edilmiştir. Bu listede Mustafa Kemal başta olmak üzere Kara Vasıf, Ali Fuat Cebesoy, Adnan Adıvar, Halide Edip Adıvar ve Alfred Rüstem Bey yer almışlardır.

    Alfred Rüstem yani Ahmet Rüstem Bey bu ülkenin tarihinde onurlu duruşa sahip biri olarak yerini almakta. Görevini layığıyla yerine getirmiş ve adını tarihe geçirmiştir. Onun gibi onurlu geçmişe sahip insanların mücadelelerini asla unutmamalıyız. Bu bize tarihimizin verdiği en büyük görev olmalı.
    #34925 fly | 8 yıl önce
    0diplomat