Yoktur, öyleymiş gibi düşünmenizi isterler sadece. Eşitlik olsaydı böyle olmazdı halimiz, bizim uydurduğumuz tüm terimler noksanlar, tezatlar, istisnalar içerecektir elbette.
Çünkü insan doğası kendine yalan söyleyerek yaşar. Kimimiz tanrı var diye kendimizi kandırırız, kimimiz bir enerji var deriz, kimimiz o da beni seviyor der, kimimiz o yalan söylemez der.
Kendimizi tatmin etmek için gerçekliği şüphede birsürü yalan söyleriz kendimize, bir inanç haline gireriz. Başka çaremiz yoktur çünkü.
Eşitlik eş olma durumudur, fazlalık ya da eksikliğin olmamasıdır lakin eşitlik adalet değildir. Bazı insanların kendinden imkanı daha fazladır bu yüzden şartlar ne kadar eşit olsalar da diğer insanlara göre daha fazla avantajlıdır. Örnek olarak meşhur resmi bilirsiniz, maçı bir duvar ardından izleyen uzun, orta ve kısa boylu üç taraftara birer kutu verildiğinde kısa boylu olan taraftarın boyu yine de sahayı görmeye yetmez. Kısa olan taraftarın toplamda iki kutusunun olması gerekiyor. İki kutusu daha olduğunda o da stadı net görebiliyor. Netice itibariyle sadece eşitlik, adaleti sağlamaya yetmez.
toplumsal manada kullanılan eşitlik kavramını adalet kavramıyla karıştırmamak gerekir. toplumun her kesimine eşit hak ve fırsatlar verilmesi, toplumda adaletin sağlanacağının garantisi olmadığı gibi, bilakis böyle bir uygulama, toplumdaki adaletsizliğin esas nedeni haline gelebilir. misalen, bir yerel yönetici çıkıp, 'kardeşim, engelliler için de engelsizler için de herhangi bir ayrımımız yok. her konuda eşitlikten yanayız.' dediğinde, engelli kullanımına uygun düzenlenmemiş yollar, binalar, toplu taşıma araçları vs. engelliler için büyük bir adaletsizliğin öznesi olur. ya da, yine misalen bir milli eğitim bakanı çıkıp, 'öğrenim çağındaki her vatandaşımıza eşit hak ve fırsatlarla eğitim öğretim görme fırsatı veriyoruz.' dediğinde, öğrenme güçlüğü çeken öğrenciler, üstün zekalı öğrenciler ya da dezavantajlı kesimlerdeki öğrenciler için büyük bir adaletsizlik söz konusu demektir. dolayısıyla, toplumsal her türlü olay ya da durumda, gerektiğinde pozitif ayrımcılık uygulanması gerekip gerekmediği değerlendirilerek kararlar alınmalıdır. sözün özü, eşitlik, adaletle birlikte sunulabiliyorsa olumlu bir anlam ifade eder.
eşitlik temelde bir değerin başka bir değerle aynı olmasıdır. matematiksel ifade edecek olursak 2+2=4 deriz. ancak eşitlik kavramını beşeri anlamda kullandığımızda ciddi bir kavram kargaşası ortaya çıkar.
başta fransız devrimi olmak üzere geçmişten bu yana, toplumsal anlamda en önemli kavramlardan birisi olmuştur ancak açıklığı ifade edilmemiştir. bu noktada ifadesinin çelişkisinden kurtulmak için başta söylediğimiz gibi değerlerin birbirini karşılaması gerekmektedir. o halde bu kavram şu noktada incelenmeye başlanabilir: insan, insana eşittir. bu insanlar arasında ayrımı ortadan kaldıran çok basit bir argüman gibi ortaya çıkabilir ancak başta totolojik bir önerme olduğu için bize kavramsal olarak ayırt edici bir bilgi sağlamaz. peki insanların eşitliği gibi bir konuda ne argüman sunulabilir? mesela zengin ve fakir eşittir diyelim. eşitliğin anlamı bazında önerme hatalıdır çünkü eşit olmasını sağlayan nicel ve nitel özellikler yoktur. zenginin nicel olarak bakarsak parası çoktur, malı çoktur, aldığı eğitim daha fazladır; nitel olarak bakarsak zengin daha sağlıklıdır, zengin daha çok imkanlara sahiptir, zengin daha iyi beslenir gibi örneklerle bu pekiştirilebilir. dolayısıyla hiçbir özelliği aynı olmayan bu bireyler veya gruplar nasıl eşit olur?
bu çıkarımlara göre, insanlarda eşitlik aramak için de aynı temellere ihtiyacımız var. ancak problem şudur ki ikiz bir kardeş bile eşit değildir. parmak izleri dahi farklı olan iki özne eşit olabilir mi? o halde insanlar arasında eşitlik sağlanabilir mi? bu noktada şu ayrımı yapabileceğimizi hissediyorum o zaman; hiçbir insan, başka bir insana eşit değildir. ideolojilerin problemi şudur ki insanları eşit kılmaya çalışarak, insanlar arasında eşitliği sağlamaya çalışmaktadırlar. oysa eşitlik bireylerin özelinde değil, onların taşıdığı haklar üzerinde tartışılırsa kavram doğru anlamıyla kullanılabilir. örnek vermek gerekirse: zengin ve fakir ayrımı yapılmaksızın herkes eğitim alma hakkına sahiptir. başka bir örnek vermek gerekirse: kadın ve erkek hukuk önünde eşittir.
çağımız aydınlarının sorunu, kavramların anlamlarını ayırt etmeden kullanması sebebiyle söylemlerinin niteliksiz bir halde dönüşmesidir. en basitinden kadın haklarını savunurken "kadın ve erkek eşittir" söylemi hatalıdır. nicel ve nitel özellikler bakımından birbirine eşit değillerdir(buraya kocaman bir açıklama bırakıyorum ki yanlış anlaşılmayayım. bahsettiğim şey erkek ya da kadın daha iyidir anlamında söylemiyorum. birbirinden farklı özelliklere sahip olmaları bakımından söylüyorum). ancak biz bu söylemi şu şekilde ifade etiğimizde, ifademiz mantıksal bir zemine oturacaktır: "kadın ve erkek hukuk önünde eşittir."
biz bu eşitsizliği özelliklerimiz bazında, eşitliği ise haklarımız bazında kullandık. peki etik bunun neresinde diyecek olursak bu da eylemlerimizdedir. eylemlerimizin ise bir farklı yanı var, bize nitelik katıyor. mesela ben hırsızlık yaptığım zaman, bir sıfat olarak hırsız benim niteliğim oluyor. demek ki eylemlerimizin de eşitlik ilkelerimizde payı var. mesela şu soruyu soralım: hırsızlık yapan birisi, hiç yapmayan birisi ile eşit midir? cevabı basit değil mi! peki o zaman en önemli soru geliyor: hırsızlık yapan birisi ile, hırsızlık yapmayan birisi kanun önünde eşit midir? bu soruyu sadece pratik anlamıyla değil, teorik anlamıyla da soruyorum. az önce örneklerimizde farklılıklarımıza rağmen onları eşit haklar üzerinde buluşturduk değil mi? işte size çağımızın sorusu!