Genellikle Konuşmanın ilk hecelerinde meydana gelen tekrarlama, tutukluk, duraksama. Konuşmada akıcılığın bozulması.
Toplumun %1inde görülür. Erkeklerde, kızlara oranla kekemelik daha fazla görülür. kızların beyinde ki konuşma bölümü'nün, erkeklerden daha erken gelişmesi ve kızlarda ki iletişim becerisinin daha yüksek olması kekemeliğin kızlarda görülme olasılığını azaltıyor.
Genellikle kekeme çocukların konuşmasında ki tutukluk ergenliğe geçince ortadan kaybolabilir. kaybolmayan kekemelik ise yetişkinlikde dahi sürebilir... kekeme kişi yetişkinliğinde çeşitli tekniklerle kekemelikle mücadele eder.
Sebebi tam olarak bilinmemekle beraber (nörolojik, genetik, psikolojik gibi faktörlerin kekemeliğe etkisi uzmanlar tarafından dile getirilmektedir.) tedavisi de kişiden kişiye, kekemelik yapısına göre değişkenlik gösterebilir.
bana göre nörolojik bir hastalık olan ama genel çerçevede "yalnızca konuşma bozukluğu" denilerek geçiştirilen, her yere "1 haftada kekemeliğinizi tamamen gideriyoruz!" ilanları asan şarlatanların en büyük para kaynağı olan şey. kategorisini hastalık yaptım ben. doğrusu neyse, onunla değiştirebilirsiniz. zamanında 2 farklı sözlükte de yazmıştım bu girdiyi, bazı eklemeler de yaptım şimdi. buraya da girmek istedim. belki kekemelerin neler çektiğini halâ "konuşsana lan" diyerek sırtına vurarak anlamaya çalışanlar vardır burada da.
ne bu durum ile ilgili yazacağım ne de kelimenin kökenine dair bilgilere ya da bilimsel bulgularına değineceğim. sadece neler yaşandığından, çekenleri olarak neler yaşadığımızdan bahsedeceğim. ister acıyarak ister gülerek oku sevgili okur, sana kalmış.
- bakkala girip istediğin şeyi değil, adı ağzından en kolay çıkabilen şeyi sana aldırtır. eve döndüğünde sevdiğin kişi "hayırdır, sadece bira alacaktın, bunlar ne?" diye sorduğunda cevap verdirtmez, yere baktırır boş boş. aklına sabah uyanıp işe gitmeden önce çorap giyerken halıdaki desene bakıp öyle kalanlar gelir, gülümsersin. sevdiceğin neye gülümsediğini anlamaz. için kanarken kendi haline gülersin.
- minibüs ya da dolmuşta önlere değil, arkalara oturtur; hatta mümkünse en arka beşlinin köşelerinden birine. bunun nedeni de, hiç kimsenin sana para tutuşturup "şuradan bir bilmem nere, şuradan da senindahailkharfinibilesöyleyemediğinuzunsemt" demesini istememendir. böyle bir ihtimal yoksa (minibüslerin hepsi dolu geliyorsa) 2 kilometrelik mesafeyi gecenin köründe yürümene sebep olur, bu sırada yoldan geçen polise derdini anlatmaya zorlar.
- "dur, sen kalkma, ne içeceksen ben söylerim" centilmenliğini yaptırtmaz, seni öküze dönüştürür. bütün siparişleri karşındaki versin, o ne yiyorsa sen de onu ye, iç ister. yalnız başına hiçbir mekana gidememene sebep olur. uzun süre sonra tek başına bir mekana gittiğinde de, menüyü eline alıp ne sipariş etmek istediğini parmağınla gösterirsin. öz güven namına içinde biriktirdiklerin parmağının ucundan akar, gider.
- en çok bildiğin konuda en çok susanın da sen olmana neden olur. bilgini anlatarak paylaşmak, diğerlerinin de bu bilgiyi kucaklamasına çalışmak, bunu amaçlamak; yalnızca geceleri yatağında uyumadan önce kafanda kurduğun tatlı hayallerin ana fikri haline gelir. yastık yerine bunlara sarılarak uyumaktan keyif almaya çalışırsın. olmaz.
- hızlı ya da yavaş; herhangi bir hızda ama düzgün bir türkçeyle konuşabilen insanları kıskanmana sebep olur. bu kıskançlığı içine gömdükçe, o içinde daha çok büyür. bazen "alnımda kekeme mi yazıyor acaba?" diyerek alnını ovaladığın anları hatırlarsın, için ezilir.
- hayatının ilkokul ve ortaokul dönemlerinde sıklıkla karşına çıkarak "şimdi herkes sırayla ayağa kalkıp ailesini tanıtsın bize bakalım" diyen iyi niyetli öğretmenlerin hepsini gözünde birer canavara dönüşendir. o canavarlar geceleri kabuslarına girer, tüm sınıfın salyalı kahkahaları okulun bütün zeminini doldurur, boğulmamak için yüzmeye çalışır, daha hızlı yüzmeye çalıştıkça da boğulmaya başlarsın. sabaha karşı kan ter içinde uyandığını görüp yanına koşan annene hiçbir şey anlatamazsın. başucundaki yarısı suyla dolu bardağa bakıp küfredersin kendi kendine.
- devlet dairelerinden ölümüne nefret ettirir seni. normal hayatta zaten iki lafı bir araya zor getirirken "nüfus cüzdanımı kaybettim, yenisini çıkartmak için en yapmalıyım acaba?" diye sorman, bunu öğrenmek beklenir. makam, mevki ve üstünlük taslamak için aç kurt formuna bürünmüş memurlar, gözlerinin içindeki masumiyetin ırzına geçerler bıyık altından gülerken. sen ise, iç sesinle sert sessizlere küfür etmekle meşgul olmayı yeğlersin gözlerini kaçırıp.
- üniversitede okuduğun bölümün son senesinde tez sunumu yapman beklenirken, profesörlerin gözlerinin içine bakarak yüz küsur sayfalık tezinin ana başlıklarını özetlemeye çabaladıkça mahcup olmanın ve başkası adına utanmanın ne demek olduğunu öğretir sana. bu mahcubiyet ve utanmanın ötesinde yalnızca ölümün olabileceğini o genç yaşında hissetmek ve yaşamak zorunda kalırsın, "böyle olgunlaşmak olmaz olsun" dersin.
- hoşlandığın insanla yüz yüze değil, mektup aracılığıyla konuşmanı sağlar. iyidir bu da. hep o "sessiz çocuk" olduğun için kızlar seni çekici bulur, yakınlaşmak isterler sana. sen ise, hepsinden köşe bucak kaçmanın binlerce yolunu bulur, yalan söylemenin henüz ortaokulda hayatının bir parçası olduğunu acı acı gözlemlersin. kötüdür bu da.
- diğer insanlara sorumluluk almaktan kaçtığını düşündürür, seni onların gözünde korkak, bencil ve sorumsuz yapar. hayatının hiçbir döneminde değiştiremeyeceğin karakter özelliklerin olarak bunlar bilinir, çevren sana böyle hitap etmeye başlar, arkadaşsızlık özlemi çekersin "siktir" bile çekemezken.
- arkadaş demişken; arkadaş edinebilmeni imkansıza yakın bir olasılığa çeker. sen bu olasılığı hayatının sonuna kadar artırabileceğin kadar artırsan da, hiçbir zaman arkadaş canlısı olarak görülmez, ketum biri olarak nitelendirilirsin. ön yargının ne denli yüce bir düşman olduğunu saygıyla karışık bir iğrenmeyle kabullenmeye zorlarsın kendini.
- çok küçük yaşlardan itibaren kin tutmana neden olur. kinin katran siyahı rengini gördüğünde, eğer yaşın çok büyümemişse, bu sefer de inadına iyi niyetli olmaya çabalatır seni. bu çabanın bir noktasında yorulduğunu fark edersin. durup "ben ne yapıyorum lan?" diye kendine sorduğunda, kin ve iyi niyetle örülmüş vicdan duvarlarından oluk oluk kan aktığını ama halâ gülebildiğini fark edersin. karakterin çatlaklardan oluşmaktadır ve bunu engelleyebilecek hiçbir şey yapamazsın. hem kin duymayı hem de iyi niyetli olmayı başarman, bu birbirine düşman iki kardeşi hiçbir zaman birbirleriyle kavga ettirmemen gerekir, beklenir. eh, kavgaya tutuştukları zaman, kinin iyi niyetin kalbini söküp yemeye başlayacağını da çok iyi bilirsin çünkü umumi tuvaletlerdeki büyük aynaları az yumruklamamış, az elini kesmemiş ve bu yüzden de az dayak yememişsindir.
- diğer insanların hep seni anlaması gerektiğini düşündürür. bu da bencilliği beraberinde getirir. "onlar zaten birbirleriyle her zaman anlaşabiliyorlar, biraz da beni anlamaya çalışsalar" derken bulursun kendini. sırf bu yüzden, içinde bulunduğun ortamın içindekileri bırakıp çekip gitmişliğin de vardır. bu da seni hem yalnız hem bencil biri yapar. kendinden nefret edersin.
- hayatının bir bölümünü alkolik olarak geçirmene neden olur. şişelerden başka seninle konuşmak isteyen, anlatamadıklarını dinlemek isteyen kimse olmaz. parayla satın alınmış mutluluklar denizinin soğuk suları başlarda içini ürpertse de, sonradan mutlu olursun içinde yüzdükçe. içtikçe daha düzgün konuşmaya başladığını görüp sevinir, daha çok içersin. en sonunda artık sen de ayyaş, dili dönmeyen birine dönüşürsün. "başladığım yere geri döndüm, ne gerek vardı buna?" diye düşündüğünde, alkolle aranı hem bir kol mesafesi kadar yakın hem de içinde yüzemeyeceğin kadar uzak tutmaya karar verirsin.
+ karşılıklı konuşmalarda (senin için bunun anlamı "karşılıklı konuşamamalar"dır tabii) muhattabını gözlem yeteneğini geliştirir. sen konuşmaya başladığında da, karşındakinin gözlerinden akan acıma duygusuyla baş başa kalmana neden olur. ilk kısımdaki devasa gözlem yeneteğin, ikinci kısımdaki acıma duygusunu eliyle ittirir ve "benim olduğum yerde sana gerek yok" der. sevinirsin.
+ sessiz olarak görüldüğün için anlık olarak tepki gösterilmesi gereken koşullarda öne çıkma çaban insanları şaşırtır. bir kaza anında yaralıların durumuna ilk bakan olmak için, yanı başında eften püften bir sebeple biraz önce çıkmış bir kavgayı anında ayırmak için, alışveriş torbaları kendi kilosuna yaklaşmış insanlar yakınında sendelediğinde onlara yardım etmek için adım atmanı sağlar. genel olarak itici görünmediğin, gerçekte ise sadece sessiz olarak nitelendirildiğin için kötü niyetli olabileceğin insanların aklına gelmez.
"bir insan en çok kimin yanında susuyorsa, en çok onunla konuşmak istiyor demektir." - Chuck Palahniuk
Programa huseyin turan' i davet ettik ilk defa karsilasacagim kendisiyle. Canli yayin oncesi gidip tanismak istedim. Gittim merhaba huseyin bey geldiginize cok sevindim, az bi zaman kaldi programda uzun uzun konusuruz dedim. Huseyin turan rica edicem bana az soru sorun dedi. Ben de sirf komiklik olsun diye niye hayirdir kekememksiniz dedim. Huseyin turan evet diyince yerin dibine girmek degil olmek istedim o an. Programa cikana kadar ozur diledim durdum ama kirdigim potu duzeltmedi.
sözlü iletişim kuramama, kurarken zorlandıkça içe kapanma, içe kapandıkça yalnızlaşma, yalnızlaştıkça da bir organ olarak dil hakkındaki esprilere bile gülemez hale gelme hastalığı.
kekemelerin toplulukları oluyor, belki karşılaşmışsınızdır. istanbul'da okurken bunlardan birine katılmıştım. ayrıntılarını artık hayal meyal hatırlıyorum. aklınızda "adsız alkolikler" gibi bir ortam canlanıyor olabilir ama bu doğru değil. birkaç çekimser insanın konuşamamalarını birbirlerine sözlü olarak anlatma gayretlerini izlediğiniz bir ortam aslında. baya acınası, di' mi? içinde olunca da aynı acıma hissi bütün benliğinizi kaplıyor, hiçbir fark yok. ortamın temel ayrıntılarını bile isteye unutmuş olabilirim, bu kadar hakkım da olsun.
ekşi sözlük'teki kekemelik başlığı neredeyse 15 yıldır takibimde. ayda 3-4 girdi yazılıyor son yıllarda. bazıları o kadar saçma ki, elim hemen özel mesaj atmaya gidiyor, döşendikçe döşeniyorum. kekeme olmayan ama kekemelik hakkında bolca atıp tutabilen insan çok. yok aslında tedavisi varmış ama içe kapanık olduğumuz için istemiyormuşuz, yok bazı nörologlar bu illeti kökten çözmüşler ama türkiye geri kalmış olduğu için mağaradan sesimizi duyurmaya çalışıyormuşuz, yok aslında insan kendi kendine kekeme oluyormuş, gene kendi kendine çözebilirmiş. böyle ıvır zıvırla dolu onlarca entry var orada da. aslında ekşi özelinde değil, toplumun genelinde böyle bir algı var. cahil insanımız zannediyor ki, tedavisi mümkün bir çıban gibi bi' şey bu. yetkin bi' doktora gitsek, anında silip atacak. biz de hayatımıza "normal normal" devam edeceğiz. lan olm, böyle bi' şey var olsa, '90'lı yıllardan beri bitmeyen/bitemeyen "kekemeliğinize 15 dakikada çare" el ilanları halen dağıtılmaya devam eder mi? bu ilanlardan birini geçen hafta metroya girerken gördüm gene. ağzımdaki sigarayı üzerine bastım, köşelerinden çekiştirdim ve söküp yakarak yok ettim. çünkü gerçek çare, bu ilanların göz boyayan, para kazanma hırsından başka bi' boka merhem olmayan haysiyetsiz mottolarının satır aralarında gizli değil, biliyorum. çare, yok.
buraya kadar okuyan senin de, bunları yazarken "evde alkol kaldı mı yaae?" diye sayıklamaya başlamaması için zor tuttuğum kendimin de ruhunu şişirmeyeyim. bu illeti çok farklı yönlerde etkileyen bazı şeyler var. onlardan bahsedeyim. aklımdakilerin çoğu olumsuz değil, yazarken de olumsuza dönmez umarım (edit: dönmedi, oh).
- alkol: genelde beyni döndürüp dilinize hakim olmanızı engellediği için zaten dilini kontrol edemeyene bir panzehir olacağı sanılır ama bu doğru değildir. matematikteki "eksi ile eksinin çarpımı artı olur" mantığı burada işlemiyor. ama kekemeliği de sonsuz bir cehennem çukuruna atmıyor. şöyle ki; ortamda daha gevşek, gevrek ve bir miktar laçka davranma genişliği katıyor alkol. dilin kontrol edilemezliği tüm vücuda yayılmaya başladıysa (çakırkeyif olma sınırı), ne o 4 nefeste zar zor ağızdan çıkan sert sessizler umrunuzda oluyor ne de hoşunuza giden insanla göz göze geldiğiniz zaman ağzınızdan çıkmayacağını bildiğiniz esprinin ilk kelimesinin ağzına sıçtığımın ilk harfi. sadece gülümsüyor, çevrenizde dönen muhabbetlerden hoşunuza gidenlerle keyifleniyor, karıncalanan ayaklarınıza, ellerinize bakarak dilinize dokunuyorsunuz, kimse görmeden. harikalar diyarı'ndaki alice bile bunu kıskanır.
- sigara: bir ritüel olarak düşünüldüğünde (yakması, ağızdan parmak arasına alınması, nefes verilmesi, sağı solu kesme, belirli bir noktaya sabitlenen bakışların köşesinden yanan sigaraya odaklanma şeklinde ilerleyen süreçten bahsediyorum), kekelemenin başlangıcında gereken zamanı doğrudan sigara üzerinden yansıtmak hem kof bir karizma katıyor hem karşı tarafın kekeme olduğunuzu anlamasını kısa bir süre de olsa güçleştiriyor hem de ritüele bağlanmış bir uyuşturucu bağımlılığını nörolojik bir hastalıkla yoğuruyor. böylece kekeme olduğunuzu bile unutabiliyorsunuz. kısa sürüyor ama her şeyin karşı tarafın sizin kekeme olduğunuzu anlayana kadarki pembe gerçeklikte saklı olduğunu bildiğiniz için bu kırılgan mantık hoşunuza gidiyor. hele bir de sarma sigara içiyorsanız, filtreyi ağza yerleştir, elleri serbest bırak, arap kağıdını kıvır, içine tütün koy falan derken, karşınızda sempozyum vermenizi bekleyen bir kitle bile olsa umrunuzda olmaz.
- kalabalık: birkaç kişilik arkadaş grubunda sözü almanız, 2 cümleyi 15 dakikada anca söylemeniz falan hayatınızın özeti zaten. bunu 50 kişilik bir sofrada, en az yarısını tanımadığınız bir topluluğun içinde yapmaya çalışma ihtimaliniz çok daha düşük. bu yüzden "zaten bana sıra gelmez/söz almam/kimse beni görmez" mantığı yürürlüğe giriyor. sizi yakından tanıyanlar çevrenizde kümelendikten sonra, masanın ya da topluluğun öbür ucundaki birinin size laf atması ve muhabbete başlama ihtimalinin azlığını düşüne düşüne kalabalıklar içinde yalnızlık bile hoşunuza gitmeye başlıyor.
- fiziksel iş yükü: birilerinin ev taşımasına yardım etmeye gittiğimde fark etmiştim bunu. bütün ameleliği tek başınıza yapmaya çalışmanız sözlü iletişimi de sıfır noktasına çekmek için doğrudan etkili bir yol. sırttan göt lopları arasındaki dehlize girerek yok olan ter gibi, kekeme olduğunuzun çevreniz tarafından sorgulanmayacak hale indirgenmesini ağır ağır izlemek keyifli oluyor. bu sırada bolca bel ağrısı, gırla ter, fena halde hareketsizliğe maruz bırakıldıktan sonra "benden bu kadar" diye isyan etmek üzere olan kas ağrıları ise dezavantaj tabii. et kesmesi denilen garip tepkinin sızılarıyla yatağa yattığınızda, tüm gün boyunca ağzınızdan birkaç kelime çıkmasının istenmiş olmasının stressizliği ise paha biçilemez. kas ağrısı/kekemelik stresi = kucaklayıcı sonsuzluk olduğu için fiziksel iş yapılmış günün sonu baya mutlu bitmiş oluyor.
- tek kelimelik ya da kısacık bir cümlelik soruya bağlı alışveriş: ulaşım kartı doldururken "5 lira", sigara/tütün alırken "bi' camel/bi' nst", barda "bi' tuborg", tiyatro/sinema gibi bi' etkinliğe girişte "2 tam/2 kişi", sadece 2 seçeneğin olduğu yiyecek/içecek alırken "büyük boy/küçük boy" ya da "ikincisi/birincisi" gibi alışverişlerde stres katsayısı işlem tamamlanana kadar artmıyor, sabit kalıyor. belki starfucks gibi "krema da olsun mu?", "at kelebeği de kondurayım mı?", "döküp yeniden koyayım mı?" gibi onlarca soruya cevap vermek zorunda olunan yerlerde sıkıntı çıkabilir. bu yüzden yüz göz olunmuş esnaftan şaşmamak en iyisi. benim kentkartçılar beni gördükleri gibi dolum makinesine doğru eğilmeye başlıyorlar mesela. ya da müdavimi olduğum barlarda ağzımdan çok az şey çıkıyor, genelde istediklerimi işaret ediyorum. bunun gibi ufak ayrıntılar kısa sürmesi gereken alışverişlerde stres yaratmayacak, kafaın içinde ansiklopedi yazıp dışarıya "fısah" gibi sikko şeyler çıkmasını önleyecek bittabi.
hastalık olarak berbat ama bu hastalıkla on yıllar boyunca koyun koyuna yaşadıktan sonra kendi içinde taktikler geliştirerek var olma savaşını yürütmesi daha kolay. genelgeçer depresyon nedenlerini zaten özümsediğiniz için daha nitelikli sorunların karşınıza çıkmasını bekliyorsunuz. özgüven zedelenmeleri gündelik hayatın parçası, "dilini siktiğim" küfrü göbek adı, sert sessizler köşe başlarını tutmuş birer katil, topluluk karşısında konuşmak intihar denemesi. bunları geç be ağzına sıçtığımın hayatı; kekemeyi yıkmak için sana daha nitelikli sorunlar gerek.