yönetmenliğini semih kaplanoğlu'nun yaptığı yusuf üçlemesinin ikinci filmi. başrollerinde Melih Selçuk, başak köklükaya yer almaktadır. yusuf gençlik yaşlarını yaşamaktadır. annesiyle birlikte kendi ürettikleri ürünleri kasabanın pazarında satarak geçimlerini sağlamaya çalışmaktadır. yusufsa bu geçimsizlik halinde kaçışı şiirle, edebiyatla bulmaya çalışmaktadır.
zamanın ilerlemesiyle tanımı da değişen doğal içecek. Eskiden memelilerin yavrularıı beslemesi için kullandığı beyaz sıvıydı. Şu anda farklı tohum ve baklagillerden de renk ve doku itibariye taklit edilebilen alternatiflerini de içerir.
inek, koyun, keçi ve mandaların meme bezlerinden salgılanan, kendine özgü tat ve kıvamda olan, içine başka maddeler karıştırılmamış, içinden herhangi bir maddesi alınmamış, beyaz veya krem renkli sıvı.
ben hayvansal kaynaklı süt tüketmemeye özen gösteriyorum, nedenini dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
sütte bulunan, süt şekeri olarak bilinen laktozun emilebilmesi için ince bağırsaklarımızdan salınan laktaz enzimi ile parçalanması gerekiyor. parçalanma işleminden sonra laktoz, kendini oluşturan glikoz ve galaktoz'u ortaya çıkarıyor. glikoz ve galaktoz formuna dönüşen laktoz artık emilebilir bir hale geliyor. bebekken sahip olduğumuz laktaz enziminin üretimi, insanların yüzde yetmişinde süt emme döneminin bitmesiyle -ki bu dönem 2-5 yaş arasına denk geliyor- duruyor. çoğumuz, erken çocukluk döneminden sonra inek sütü içtiğimizde hazımsızlık problemi yaşıyoruz çünkü o sütü sindirecek enzimimiz yok. bu yüzden hazmedilemeden bağırsaklara geçen süt şekeri, buradaki bakteriler tarafından parçalanırken aşırı gaz ortaya çıkıyor; bu gaz hazımsızlık, karın ağrısı ve bazen ishal gibi sorunlara neden oluyor. tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, 'süt insan vücuduna uygun bir besin maddesi değil' demek kaçınılmaz oluyor.
bir canlı türünün beslenmesi şekillenirken milyonlarca yıllık bir süreç geçiyor. en yakın akrabalarımız olan primatlardan birkaç milyon yıl önce ayrıldığımızı düşünürsek; hayvanların etinden, yününden, sütünden faydalanmamızın 9 bin yıllık -bilemedin 10- bir geçmişi var. bu söylediğim zaman bazılarınıza çok gelebilir; ama, insanoğlunun evrimsel sürecinde onca yıl toplu iğrenin ucu kadar kısa bir zaman süresinden başka bir şey değil. dünyada ilk hayvancılık faaliyetleri kuzey avrupa'da başladı. durum buyken, sütle bize göre çok daha erken tanışan toplumların zaman içinde sindirim sistemlerinin ilgili kısmı daha çok gelişti. 100 isveçli'den 96'sı ve 100 ingiliz'in 95'i sütü rahatça hazmederken; görece uzakta yaşayan çinliler'in sadece %10'u sütü hazmedebiliyor. aynı şekilde kızılderililer, suriye ve ırak gibi güney komşularımızda beş kişiden biri sütü hazmedebilir.
süt hazımsızlığımızın tek nedeni laktoz intoleransı da değil. sonuçta inek sütünü bizim için yapmıyor. kendi yavruları için yapıyor. tıpkı bizler gibi ama bizim sütümüzü yavrularımızdan başkası da içmiyor*. söylemeye çalıştığım şey şu: inek sütündeki protein bizim bebeklerimizin -ve bizim- sindirim sisteminin yapısına uygun değil. kendi buzağısının sindirim sistemine uygun. buzağının bağırsaklarında bulunan kimozin enzimi (u:Chymosin), sütü lor haline getirerek bağırsaklarda uzun süre kalmasını ve emilmesini sağlar. insanlarda bu enzimin olmaması inek sütü emilimini engeller ve sonuçta sıkça şahit olduğumuz kabızlık veya ishal gibi çeşitli sağlık sorunlarını ortaya çıkarır.
Yavru kedilere fazla miktarda verildiği takdirde sütteki laktozu parçalayıp sindiremedikleri için ishale sonrasında ise aşırı su kaybından ölümlerine dahi sebep olan beyaz sıvı.