1964 yılında gösterime girmiş, james bond serisinin üçüncü filmi.
goldfinger tüm bond serileri içinde en akılda kalıcı açılışlardan birisine sahip. gene tüm bond serileri içerisindeki en kült kötü adamlardan birisi oddjob u da barındıran film, seriye özgü alışkanlıkların yavaş yavaş yerine oturmaya başladığı film aynı zamanda:
o muhteşem aston martin i izliyoruz artık, bond'u teknolojik oyuncaklarla donatan q bölümü daha aktif, bond kendine özgü insanüstü ajanlık yeteneklerini daha net gösteriyor (arkasından gelen düşmanı sevgilisinin gözbebeğinden görmek gibi...)
hikaye açısından da fena olmayan bir film goldfinger. en azından soğuk savaş döneminin nükller tehdit, ekonomik kriz, komunizm ve asya baskısı gibi anlaşılabilir korkuların üzerine oturtulmuş daha incelikli bir hikaye tadı alabiliyorsunuz.
filmin en etkileyici sahnesi, bond'un en değerli varlığını tehdit eden lazerin altına yatırıldığı sahne . en azından bir çok problemi yetenekleri kadar şansıyla da aşmayı başaran bond'la birlikte bizi de germeyi başarıyor.
benim müzik zevkime göre "green day varken, neden kurulmuşlar ki?" eleştirisini yapabilirim goldfinger'a karşı parmağımı sallayıp. bunun nedeni ise, yeni hiçbir şey yapmamaları. aynı iç bayıcı riff'ler, uzata uzata şarkı söyleyen aynı vokal tarzı... hiç benlik değil.
son albümlerini dinleyebildim ben. böyle güzel bir kapak yaparsanız, beklenti de büyür, hayaller de arşa çıkar. bizim athena'yı seven kitle kendilerine bayılacaktır. iyi yönleri yok mu hiç? olma mı hiç? tijuana sunrise'daki saksafon kullanımı, put the knife away'deki sex pistols etkileri ve don't let me go'daki raggae esintileri oldukça hoş. ama 13 şarkılık koca albüm için yazabileceğim olumlu şeyler sadece bunlarla sınırlı kalıyor. puddle of mudd'tan biraz esinlenseydiniz bari. o da yok.
athena seviyorsanız, green day sizin için baş tacıysa, bir şans verebilirsiniz. geri kalan kitle için ise "uzak durun" diyebilirim.