-
Geçici koruma altına alınanların sayısı 2.896.663 kişi 9 şubat 2017 tarihine göre.
2012 yılında bu sayı 14.237 kişiyken, 2011 senesinde 0 (yazıyla sıfır).
En kalabalık oldukları il 461.409 kişiyle istanbul olurken, şehir nüfusuna oranla en kalabalık oldukları şehir %94,26 ile kilis (kilis nüfusu kadar suriyeli var yani neredeyse)
Kayıt altına alınanların 1.547.058 kadarı erkek, 1.349.575 kadarı kadın.
338.593 kişi 0-4 yaş aralığında.
En yoğun yaş gurubu 426.333 kişiyle 19-24 yaş aralığı. -
Yerinde yaptığım tespitlere dayanarak söylemem gerekirse çadırkentlerdeki Suriyeliler hala daha mahzun, mülteci psikolojisinden çıkamamış ve korkarak bakıyorlar etrafa. İl be ilçelerdeki Suriyeliler ise işi gücü kurmuş oldukları ve bölge halkı ile sürekli kavga etmelerinden ötürü iyice çirkef bir hal aldılar. Devlet memurlarına saygıları yok, kimsenin de onlara saygısı yok. Bildiğin karışamamışlar bir olmamışlık var bir nefret var.
Çok fazla çocuk yapıyorlar diyeceğim yeterli olmayacak. Şöyle söyleyim boş zamanlarını çocuk yaparak değerlendiriyorlar. İnanılmaz ürüyorlar. Çocuklar son derece bakımsız ve pislik içinde. Bölgede salgınları hortlatıp duruyorlar. Çocuklar aşısız.
Bir milet kendiden bu kadar nefret ettirebilir. Bakın daha işledikleri suçlara girmedim bile.
Yerinde yaptığım tespit derken harbiden yerinde arkadaşlar. Karkamış çadırkentten bildiriyorum. -
Dün akşam haberlerde görDüm. Kendilerine kaçak hastane açmışlar. Doktorlar, hemşireler vs hepsi Suriyeli. Neden böyle bir şeyin gerekliliğini hissettiler anlamıyorum. Kendi dilini konuşan bir memleketline derdini daha kolay anlatabildiğin içindir diye düşünüyorum. Başka bir açıklama gelmiyor aklıma.
Dönerci ve türevlerini normal bulmuştum ama hastane şaşırttı. -
Bir tanesiyle tanıştım bunlardan. 32 yaşında. Sempatik bir eleman. Evli. iş yerimizde torna işlerine bakıyor.
Neyse 5 vakit namaz kılıyor, senden benden iyi türkçe konuşuyor. Biraz muhabbeti ilerlettik. Bir bayanla telefonda konuşuyor, hafta sonu ne yapıcaz eheuheu. bak bu sefer ben seni yenicem ehuehue. Dedim abi kim bu. Eski iş yerimden muhasebeci. Takılıyoruz hafta sonu. Arabada yaptım şurda yaptım burda yaptım diyor. Bak bir de bankacı var diyor, bankacıyı gösteriyor bana ilik gibi hatun. Sonra diyor 40ına kadar böyle yapıcaksın. Abi diyorum sen evlisin. O başka diyor.
Neyse senden benden iyi yaşıyor bu arkadaşlar. Cok şeyetmeyin. Ayrıca esadı seviyor. Sizlere de selam söyledi. -
(bkz: savaştan kaçanların habire çocuk yapması) -
yanımdan geçen her suriyeli çocuğun ya da kadının avuç açması, dilenmesi, yerlerde, yol kenarlarında ayakları çıplak oturmaları çok ağırıma gidiyor. -
ülkemizde kontrol altına alınmış ya da 30-40 yıl öncesinden tamamen elemine edilmiş olan 7 adet bulaşıcı hastalığın (sıtma, şark çıbanı, çocuk felci, tüberküloz, kızamık, tifo, bruselloz) yeniden hortlamasına sebep olmuşlardır. kızgınlığım; insanlara, milletlere değil, her önüne geleni (aşısız-kontrolsüz, silahlı-bazukalı) ülkeye dolduran devletedir. kızgınlığım; yıllar evvel yok olmuş bir hastalık yüzünden günlerdir acıdan uyuyamayan, yemek yiyemeyen 3 yaşındaki yeğenimin acı çekmesinedir. kızgınlığım; başka bir ülkeden kedi getirdiğimde günlerce karantinada bekleten ülkemin, el kadar çocuklarını bu hastalıklardan koruyamayacak acizlikte olmasınadır. -
2011'deki esad ve rejim karşıtı protestolardan hemen sonra başlayan suriye iç savaşı'yla birlikte ülkelerinden kaçmak zorunda kalan insanlardan oluşan topluluk. başlığın suriyeli göçmenler değil, suriyeli mülteciler ya da suriyeli sığınmacılar olması gerektiğinde hemfikirim çünkü;
göçmen: (tdk) kendi ülkesinden ayrılarak yerleşmek için başka ülkeye giden (kimse, aile veya topluluk), muhacir.
mülteci (sığınmacı): (tdk) başka bir ülkeye veya yere sığınmış olan kişi, sığınık.
iç savaş çıkmadan önce, arap baharı henüz ortadoğu'yu tam bir cehenneme çevirmemişken, ege üniversitesi'nde okuyan suriyeli bir öğrencinin çeviri işi gelmişti ofise. tez örneği haline getirmeye çalıştığı konunun üst başlığı "ortadoğu'da yetişmiş insanların sosyal, psikolojik ve ekonomik dış etkenlere karşı gösterdikleri tepkiler ve siyasal islam'ın sosyokültürel anlamda bu coğrafyadaki belirleyici etkileri"ydi. buna benzer bi' şeydi, tam olarak hatırlamıyorum. konunun çok geniş olduğu, ülke ülke incelemesinin daha makul olacağı ve ek kaynaklara daha fazla yer vermesi gerektiği üzerine mailleşmiştik. iran devrimi'ni ve humeyni'nin ömür boyu siyasi lider olarak kalacak olmasını falan da tartışmıştık. o zamanlarda bu eleman bana şunu demişti: "türkiye'ye çok özeniyorduk. ama içine girince, bizden çok farklı olduğunuzu anladım". beni hemen eleştirmeden önce biraz daha açıklamama izin verin.
hoşgörü denilen şeyin tek taraflı iyi niyet göstergesi olduğunu düşünüyorum ben. bize yıllarca okullarda öğretilen osmanlı hoşgörüsünün tamamen kof bir anlayış olduğu da "yeni türkiye'de" kendi kendini tanımlamış oldu. lafta kolay, icraatte ise sıkıntılı bir şey bu. üst komşusu gürültü yaptığında uyarmak yerine "silahımı getir hanım" diyerek cinayeti düşünen bir toplumun hoşgörü anlayışının ne denli çarpık olduğunu, güya miras edindiği imparatorluğu araştırmayı bile düşünmeden altın tepside kendisine servis edilen bu kof hoşgörü anlayışını sorgusuz, sualsiz ve anlamadan kabul ettiğini görmemek için ölü olmak gerek.
suriyeli sığınmacılar ile ilgili iç savaş başladığından beri okuyup araştırmaya çalıştım. ülkemize sığınmak zorunda kalan milyonlarca suriyeli'yi bu içi boş hoşgörü anlayışıyla (amaç olarak ise siyasi rant elde etmek için) kayıtsız olarak ülkeye almak büyük hataydı. sadece kayıtsız olsa gene iyi; suriye'den gelenlerin içinde ışid'e, ışid'in içinden çıktığı taliban'a ve tabii ki el-kaide'ye mensup binlerce teröristin varlığı da, ışid'in üstlendiği, en çok insan kaybına sebep olan 10 kadar bombalı terör saldırısı ile anlaşıldı. gerçi durumun bu denli vahim olduğunu sıradan halk olan ben gibiler çok geç fark edebildi. milyonların ülkeye alınmasını "açın sınır kapılarını, gelsin garipler" mantığında değerlendiren yetkili ağızların her şeyden haberi vardı tabii.
sokakta, işte, sosyal hayatta karşımıza çıkan, iletişim kurduğumuz suriyeliler'in büyük çoğunluğu ya evini, malını, mülkünü bırakıp buraya kaçmış olanlar ya da zaten oradaki maddi durumu iyi olan, burada da aynı hayat standartını yaşayabileceğine inanlardan oluşuyor. dışarıda görmediklerimiz, saklanarak yaşamak zorunda kalanlar ise bambaşka bir konu (city of ghosts'u anlatırken biraz bahsettim bundan). dilenen yetişkin sığınmacılara halkın büyük kısmının kötü gözle bakma nedeni de, gördükleri, doğrudan iletişime geçebildikleri insanların durumu iyi olan insanlardan oluştuğunu düşünmeleri. ne doğru düzgün haber yapabilen bir kurum ne de araştırma yapıp bunun sonuçlarını objektif olarak yayınlayabilen bir şirket var sığınmacılarla ilgili. "aman, hükümete ters düşmeyelim" veya "aman, dini hassasiyetleri, hoşgörüyü paramparça etmeyelim" tedirginliğiyle yapılan araştırmadan da ne bok öğrenebiliriz ki?
türkiye'nin en büyük ilk üç sorunundan biri olan eğitimsizliği düşününce, en çok suriyeli çocuklara üzülüyorum ben. dilenen bizim çocuklarımız zaten kanamaya devam eden en açık yaralardan biri olarak yıllardır gözümüzün bebeğini oyarken, bir de milyonlarca suriyeli'nin hem yanlarında getirdikleri hem de türkiye'de doğurdukları, en büyüklerinin şu anda 6-7 yaşlarında olduğu çocukları düşünmek istemeyenleri anlayışla karşılayabiliyorum. her gördüğümde içim parçalandığı için ben bunu yapamıyorum. alsancak'taki dilenci çocukların çoğu artık beni gördüğü gibi yanağımdan öpüyor çünkü artık buna dayanamadığımı, illa ki onlara yardım etmek için elimden geleni yapacağımı biliyorlar, hatırlıyorlar.
hümanistliğin de demir bir kıskaç olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ben artık "suriyeliler defolsun" mantığını savunanlara kızamıyorum. tartışırım, karşılarında da dururum ama artık kızamıyor, "insan" üst başlığındaki argümanlarımı sıralamıyor ve susuyorum. gözümüzün önünde gerçekleşen şeylerin hiçbirinden sorumlu olmayıp gene de vicdan azabı çekmek, olsa olsa bir aptalın ya da bir hayalperestin acınası sanrılarından biri olabilir. artık böyle düşünüyorum. kimsenin beni suriyeliler'in ülkeden defolmasını savunmaya zorlayamayacağı gibi, ben de kimseye "hümanik piç" olması gerektiğini öğütlemiyorum. avrupa'daki ülkelerin kabul ettiği bir avuç sığınmacının şiddet olaylarını artırdığı göz boyamasının da (kayıt altına alınan suçların ihbar sonucu geldiği ve ülkenin genel suç oranını belirleyenin ihbar ile suç arasındaki orantı olduğu bilgisi ışığında) beni kandırmasına izin vermeyeceğim.
gideyim, müzik grupları ve filmler hakkında yazmaya devam edeyim ben. araştırma konunuz ya da mesleğiniz sığınmacılarla alakalı değilse ya da bu sorunu çözebilecek yetkiye sahip biri değilseniz, boşuna fikir yürütmemenizi tavsiye ederim. sonuçta "bu insanları ben mi soktum ülkeye? bana ne?" demek en kolayı. -
"kafa keseceğim" diyen bir tanesi sınırdışı ediliyormuş.
şaşırdık itiraf edelim . -
bayramda ülkesine dönüp, sonra geri gelen "sığınmacı"lardır. -
1951 tarihli Cenevre sözleşmesine göre avrupa dışından ülkemize gelen ve geçici statü ile koruma altına alınan yabancılar. anlaşmaya göre ancak avrupa'dan gelenlere "mülteci" statüsü veriliyor. Suriyeliler'in ülkemizde sosyal statü sahibi olup eğitim, sağlık gibi haklardan yararlanabilmesi için anlaşma gereği mülteci olarak tanınması gerekiyor.
17 yıldır ülkenin yönetiminden sorumlu hükümetin başarısız dış politikası sonucu, haksızca başka ülke sınırlarında körüklenen savaştan sonra maruz kaldık bu göç dalgasına.
Biliyorsunuz AB ile bir anlaşma imzaladık. Ülkemizde hali hazırda bulunan 3,5 milyon suriyeli için 3 milyar euro yardım geldi. bu 3 milyar euro ne için kullanıldığı muamma. bu paraya rağmen belediyelerden suriyelilere yapılan yardımların haddi hesabı yok.
ab ile imzalanan bu anlaşma gereği ülkemizi transit geçip ab'ye giren suriyeliler'i iade kabul etmek zorundayız. bu da ab ile müzakere çalışmaları esnasında 2011 yılında imzalanan geri kabul anlaşmasının bir gereği. bu anlaşmanın para yardımı dışındaki vize serbestisi (haziran 2016 sondu) mevzusu da hikaye oldu.
ne olacak bu 3,5 milyon suriyeli? her ailede en az 3-4 çocuk var. sağlık bakanlığı verilerine göre 35.000 yeni doğum var. geçici koruma statüsü ile ülkemizde barınan suriyeliler'in geçici süreleri hiç dolmayacak sınırsız kalışa dönüşecek sanki.
çok değil 15-20 sene sonra ana vatanından savaş yüzünden kaçanlar, topraklarımızı toprakları belleyip sosyal hak taleplerine hatta yasa dışı örgütlenmelere başlayacak. -
Gidip gitmeyeceklerini merak ettiğim topluluk. Yaratıkları sosyal ve ekonomik sıkıntılar bir yana gitmeyeceklerini düşünürsek uzak gelecekte Türkiye'de Türkleri ve Kürtleri nüfusal olarak geçme ihtimalleri var. Türkler ve Kürtlerin doğum oranına karşı Arapların katlarca yüksek doğum oranları ve devam eden nüfus akımı 50-60 yıl sonra Türkiye'de resmi dillerden birinin Arapça olması için rahatlıkla çoğunluğu sağlayabileceklerini düşünmekteyim. Tabi gelecekteki Türkiye nüfus çoğunluğunu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aşırı ırkçı gelişmelere şahit olacağı ve çok ilginç manzaralarla karşılaşacakmış gibi gözüküyor.
Bunların yanında beni korkutan en büyük şeylerden biri geleceği gözüken ekonomik kriz ve İstanbul depremi gibi vakalar yaşandığında bu topluluğun yapacakları. Yüksek suç oranlarına sahip gettolaşan bu topluluk, kısa ve orta periytta çok büyük problemler yaşatacaklar gibi duruyor.
Umduğum şey Türklerin ve Kürtlerin kısa vadede mantıklı siyasi kararlar vererek Suriyelileri bu ülkeden kendi ülkelerine tahliye etmeleri için adım atacak siyasetçileri seçmeleridir. Bu sorunu çözmek için ek vergi koyulmasına ben kabulüm çünkü bu durumun cereyan etmesi bizim suçumuz. Bu topluluğu bu ülkeye getiren siyasi iradeyi yada iradeleri biz seçtik. Şu anki siyasi irade değişmezse Türkiye, Osmanlılaşmak adı altında İslamlaşan, demografik yapısı çöken ve dış müdahalelere karşı savunmasız bir ülke haline gelecektir. -
Varlıkları ne kadar rahatsız etse de bir o kadar da üzüyor aslında. Bugün benimle yaşıt olan suriyeli bir kız arkadaşım evlenecekmiş. Evi için maddi birikimi olmadığından dolayı evimizde kullanmadığımız malzemeleri toplayıp onun çeyizine yerleştirdik. O da benim gibi yüksek lisansını yapıyor. Yüksek lisans için de devlete para ödüyor ayrıca. İkimizin hayatına baktım. Aynı yaşta eğitim için kendini adamış iki insan ama çok farklı hayatlar. Kendisi savaşın en kötü halini görmüş bir insan. Ailesi başka yerde kendisi başka yerde. Memleketimde o kadar sığınmacı var ki. Çadır kentler kurulmuş. Savaş ne hayatları söndürmüş. Ben ise ülkemizde ne kadar karmaşıklık olmuş olsa da onun kadar acı çekmemiş rahat bir insan. Bizim ülkemiz ise işte bu kişiler gibi eğitimi için hala çaba gösteren mütevazi insanları görememiş. İçlerine kapanmış ve Allah'tan umudunu kesmemiş insanlar. Bizim etrafımızı saran ise ülkemizdeki insanların bazılarından pek de farkı olmayan çürük fikirleri ve ruhları olan insanlar. Sapkın hareketleri ile bizleri de sömüren insanlar. İsterim ki ırk olarak değil de insanları davranışlarının oluşturduğu gruba göre ayırsak. Tepkimizi de davranışlarının üstüne yığsak. -
Türkiye'dekilere başlarda gerçekten çok üzülüyordum ama artık eskisi kadar üzülmüyorum neredeyse her suriyeli ailede bir bebek var demek ki o kadar acınacak halde değiller ki rahatça sevişebiliyolar. Erkeklerine biraz kızgınım bu yüzden. Her zamanki gibi savaş kadınları daha kötü etkiliyor. Ya çocuk gelin oluyolar ya da kuma -
Üzülmeye değmez. Üzülmüyorum. Benim ülkemde üniversite mezunu işsiz 3 milyon 981 bin kişi var ki bu rakam gerçeği yansıtmıyor. Çok daha fazlası mevcut.
-- spoiler --
Örneğin üniversite mezunları, mezun olduktan hemen sonra işsiz sayılmaz.
Askerlik yapanlar işsiz sayılmaz.
Üniversite öğrencileri işsiz sayılmaz.
Yüksek lisans ve doktora öğrencileri işsiz sayılmaz.
Ev hanımları işsiz sayılmaz.
Ama gelin görün ki birçoğu gerçek işsiz ve kalanı da potansiyel işsiz.
Örnekler çoğaltılabilir.
-- spoiler --
Benim ülkemde milyonlarca işsiz kadın var.
Benim ülkemde milyonlarca işsiz erkek var.
Sokaklarda yatan insanlar var.
Karınlarını doyuramayan insanlar var.
Ama devletimiz bu ''hain sığınmacıların'' hepsine maaş veriyor. Bankaya gidiyorum, Suriyeli para çekiyor. Markete gidiyorum, Suriyeli alışveriş yapıyor. Güney kentlerimizde her 4 insandan biri Suriyeli. 1 milyon nüfusu olan kentte 250 bin, 300 bin civarında suriyeli yaşıyor. Örnek veriyorum 1 aile gelmiş, 10 kişiler. 7'si atm'de para sırası bekliyor. Aylık binlerce lira para alıyorlar, hepimizden iyi geçiniyorlar. Ahmet amca, ayşe teyze, fatma nine de emekli maaşıyla veya memur maaşıyla aile geçindirmeye çalışıyorlar.
Kendi ülkesine ihanet edip, topraklarını bırakıp topuklayan insanlara mı acıyalım? O kadar salak bir topluluk ki ülkelerinde meydana gelen olayların emperyalizm denen şeyin başının altından çıktığından bir haberler. Devletlerinin yanında yer almak yerine, devletlerini satıp başka ülkelere kaçıyorlar. Ülkerleri elden gidecek haberleri yok. Sanıyorlar ki Esad gidince her şey güllük gülistanlık olacak. Hey yavrum hey, cahil sürüsü...
Bizim atalarımız çoluk çocuk demeden kazma kürekle düşman üzerine gitti. Kaçmadılar. Neredeyse kimse de bize acımadı. Özellikle Arap dünyası, İngiliz ve Fransızlar ile iş birliği içerisinde bulunup arkamızdan iş çevirdiler. Siz de şimdi bunlara acıyıp iyi davranıyorsunuz.
Daha ay olmadı desem yeridir. Bir Türk gencinin boğazını keserek öldürdü bu Suriyeliler. Kaçınızın haberi var?
Daha hafta olmadı. Bir Suriyeli ''abiiğğğ ben kaffa keseceğim artıg ha'' diye naralar attı. Kaçınız duydu?
Dün Sakarya'da bir Türk gencini kurşuna dizdiler, kaçınız duydu?
Ortalama ayda bir Türk kadınına tecavüz ediliyor bu Suriyeliler tarafından. Kaçınız biliyor?
Çok sinirliyim, aşırı doluyum. Elime verseler lime lime ederim hepsini. Ben hayatımda hiçbir şeyden, hiçbir insandan, hiçbir topluluktan bu kadar nefret ettiğimi hatırlamıyorum. Çocukların her zamanki gibi hiçbir suçu yok. Özellikle 13-14 yaş altı olup ne olduğundan bir haber olanların hiç suçu yok. Çocuk, dünyanın her yerinde çocuktur ve masumdur. Yukarıda söylediklerimin hiçbiri çocukların üzerine söylenmiş sözler değil. -
türkiye'nin refah durumu bu insanları bünyesinde barındırabilecek, gerekli rehabiliteyi verebilecek kadar iyi olsaydı başım üstünde yerleri vardı zira insan gücüne karşı makine gücünün olduğu bir savaş ortamında ellerinden gelen en iyi şey kaçmak. kılıca kılıçla karşılık verme devri bitti. halkımız kurtuluş savaşı'nda bu durumu bizzat gözlemlese de unutmuş gibi görünüyor. ''savaşsalardı.'' diye bir seçeneği şahsen göremiyorum. 1900'lü yılların başlarındaki teknolojiye karşı bile halkımız zar zor ayakta kalabilmişken, şimdiki durumu düşünmek dahi zor. bu durumun suçlusu suriyeliler değil, ortadoğu'yu savaş ve islam bataklığına yavaş yavaş kendi elleriyle döndüren amerika, fransa gibi ülkelerdir.
kimse kusura bakmasın ama insanlarımız 100 metre ötesini görebiliyorken, sırf yakın diye 5 metre ötesi için konuşuyor. orta doğu şöyle böyle, yok efendim kendi suçları, bu kadar cahil olmasalarmış... antik çağ filozofları dahi yüzlerce yıl öncesinden ''bilgisiz insan kötüdür.'' demişler. bugün arap coğrafyasındaki insanların bu kadar leş karakterli olmasının sebebi bile isteye avrupa tarafından cahil bırakılmaları, değer görmemeleri. verin bakalım özellikle 0-3 yaştan itibaren mis gibi eğitimi, görün nasıl değişiyorlar. kötülük, cehalet gibi kavramlar kandan gelmez. bunun en iyi örneği de orta çağ/günümüz avrupası. ama anlatamıyorsun işte.
yine de söylediğim gibi, ülkenin refah seviyesi bunu kaldırabilecek durumda değil. şöyle söyleyeyim, bugün suriyelilerin başımıza açtığı işler daha hiçbir şey. orada savaşı, ölümü, acıyı görmüş ve psikolojisi derin darbe almış milyonlarca çocuk var. bu çocuklar, bu psikolojik sorunlarla büyüyecek. ve ben adım kadar eminim, hiç iyi şeyler olmayacak.
konu dışı: farklı bir örneğini amerika'daki siyahilerde görebiliriz. artık kendilerine yapılan ırkçılık, eski durumlara nazaran ne kadar azalsa da, normlarına işlemiş olan kin, öfke, aşağılık duygusu vb. hala mevcut. bu durum davranışlarını yapılandırmaya devam ediyor ve el atılmazsa devam da edecek. o pembik suratlı amerikalılar bugün siyahilerin beyazlara oranla suça daha yatkın olmasının sebebini onların iq'larına falan değil, zamanında kendilerinin yaptığı zulümlere ve onların etkilerine bağlasınlar bence. -
insan suriye'li sığınmacıların milyonlarcasının ülkeye alınmasını ideolojik olarak doğru, politik olarak gerekli ya da ahlaki açıdan insani bulabilir. uzun uzun tartışabilir ki tartışıyoruz da.
ben bunların dürüstlüklerini tartmak istiyorum
medyada sığınmacıları sorun kabul etmeyen, "canım sorumluluğumuz" falan diyenlerin çoğu bunlardan en çok kaçanlar. e tamam "bununla yaşamayı öğrenelim" de niye çocuğunun aşısız sığınmacı çocuğuyla aynı sırada oturmaması için dünya para döküyorsun? neden bunların en uğramayacağı mahalleye yerleşip "bisiklet büyük keyif hem tabiat çok cool" postları atıyorsun?
Avrupa'daki "açık sınır"cılar da böyle yapar. gördüğü tek göçmen tesisatını tamir eden omar olunca "adaptasyon önemli değil" derler. çocukları çetelerce sıkıştırılmaz. karısına "şeriat devriyesi" saldırmaz (aynen öyle, var avrupa'da) elit mahallesinde, sonra der ki "biz de çok emperyalistiz ondan". e günahını kendin öde madem. sen yazarken biri de yaşıyor.
ek: diğer taraftan "gitsinler" diye mangalda kül bırakmayan ama eti bunların kaçak kasabından alıp "neden ucuz" diye sormayan, "işimizi çaldılar" derken inşaatta yarı yevmiyeye suriye'li çalıştıran çakalköy sakini de dürüstlükte ortadoğu markası. -
Sığınmacı konumundan çıkmış durumdadırlar.
beyoğlu/taksim tamamen onların kontrolünde. Bugün galata köprüsünden karşıya geçerken alt geçit olayını çok yanlış anladıkları için yolun ortasında (bkz: kavimler göçü ) şeklinde yürüdüklerini gördüm. Sonra içimden bizi bu duruma getirenlere şehvetle sövdüm. -
1 hafta önce. iftar açacağız. çadıra gidiyorum. kuyruğa girdim. önümde 70-80 kişi. 50 si suriyeli. önümde iki türk arkamda bir roman. diyorlar birbirlerine. bu suriyelilerin kıçlarına tekmeyi vurup ülkelerine yollamak gerekiyor. biri diyor biz türkler suriyelilerin yerinde olsak savaşırız, onun bunun ülkesine kaçmayız, gerekirse ölürüz ama ülkemizi terk etmeyiz. diğeri diyor bunların anasını bacısını s* lazım. tam bu sırada bir polis geliyor. suriyelinin birisine küfrediyor ve ayağına tekme atıyor. müdahale eden yok. tam destek herkes polise arka çıkıyor. bir başkası kendi aralarında arapça konuşan suriyelilerin yüzüne bakarak ve onların dilimizi konuşamadığını bilerek gülerek küfürler ediyor. ve daha daha. -
toplumumuzda kendilerine karşı aşırı biçimde haksız bir ırkçılık gösterilen halktır. toplumumuz her gün yoksullaşmanın getirdiği baskıyı bu insanlar üzerinde bir mastürbasyona dönüştürmüş durumda. durumun ileriki günlerde daha vahim sonuçlara gitmesinden endişe ediyorum. yazık ki bu tehlikeyi bazı popülist muhalefet partileri körüklemektedir. iktidar partisi de hiç bir tedbir almamaktadır.
şunu mutlaka belirtmek isterim ki, suriyeli'lerin aldığı sosyal yardımlardan, türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının cebinden bir kuruş çıkmamakta. zaten öyle aman aman bir sosyal yardım da aldıkları yok. hastanelerden aldıkları ücretsiz sağlık hizmetinin bütün faturaları da ab fonlarından karşılanmaktadır.
hatta yakın zamanda bu hizmet kaldırıldığında sosyal medyada ilkel maymun dansı yapan bazı ırkçılar oldu sevincinden. keşke bu danslarını kendilerinin neden bir çok yaşam hakkına ücretsiz olarak ulaşamadıklarını protesto şekli olarak geliştirseler.
o zaman hadi hep beraber dans ederek soralım. suriyeliler için harcandığı söylenen 50 milyar dolar kime ve kimlere gitti? -
mevzunun sığınmacılar gelmeli miydi, harcanan para, yaşam koşulları, ülkenin dört bir yanına dağılması, işletme açmaları veya yok pahasına ayak işlerinde çalışmalarında falan değilim.
beni asıl üzen şu: suriyeli sığınmacı çocuklara yapılan duygusal, cinsel ve maddi istismar. ne yazık ki birçok örneğine denk geldim. inanılmaz can sıkıcı. inanılmaz. -
Almanya'nın yaratacağı finansman desteğiyle Türkiye'de kamuda görev almaları sağlanacak bir projeye imza atılmak üzere. Yani yakında suriyeli memur görmek mümkün. Projeye isim de verilmiş; herkese umut.
Bu arada Tüik'in açıkladığı işsizlik oranı %14.
-
Arap baharının son uğradığı ülkelerden biri olan suriye’den ülkemize iltica eden topluluğa verilen isimdir. Üç milyon nüfustan bahsediliyor fakat sayılarının dört ya da beş milyon arası olduğu düşünülüyor. Suriye’de iç savaş dera kentinde üniversiteli iki öğrencinin ifade özgürlüğüne engel vurulması ve akabinde nezarete alınıp işkence yapılması sebebiyle bölge halkı tarafından başlatılmıştı. Arap baharının başladığı ve sonlandığı yerlere baktığımızda ciddi bir yeraltı zenginliğinden de bahsediliyor, bu zenginlik her zamanki gibi kapitalist ülkeler tarafından paylaşıldı fakat suriye’deki rezervler bol olsa da böyle bir savaşın maliyetini karşılayacak kadar bol değil. O halde sebepler üzerinde gazeteciler farklı senaryolar üretmeye başladılar.
Suriye’deki başı çeken ve en makul senaryo abd ve rusya arasındaki akdenize hakim olma gayretidir. Zaten piyon olan suriye’nin bölünmesine de pek gerek yoktu çünkü bölünmek demek birden fazla egemen gücün varlığını oraya çekecek ve bundan kimse karlı çıkmayacaktı. Ülkemiz hükumeti de iki ucu boklu değneğin Amerika tarafında kalanı tercih etmek suretiyle safını belli etmiş o dönemlerde 12 saatte yanlış hatırlamıyorsam halep’te Cuma namazını kılmaya muvaffak olunacağına dair safsatalar üretilmişti. Neyse konuyu fazla dağıtmadan mevzuya girelim.
İç savaş başlar başlamaz Lübnan, ırak, ürdün ve türkiye’ye yoğun göç dalgaları oluşmuştu. Bu sırada esad rejimi egemen güçlere tam demokrasi sözü verip olayları yatıştırma sözleri verdiği esnada türkiye’de ise esad’a katil sıfatı yakıştırılıp “iş işten geçti” muhabbeti yöneltiyordu. Hal böyle olunca da iran ve rusya’nın desteğini alan esad rejimi de öylece ayakta kaldı. Ordunun şehir içi çatışmalara yönlendirilmesi, şam ve etraftaki vilayetlerin güvenliğinin sağlanması endişesi kuzey ve kuzeybatı suriye’de ciddi bir otorite boşluğu yarattı. Sınır güvenliğini yedi yıl sonra akıl eden türkiye de evin damında oturup çekirdek çitleyerek seyre başladı ve ortaya çıkan tüm örgütlere de “birkaç sinirli çocuk” benzetmesi yaparak olaylara ve ortaya çıkan örgütlere göz yumdu. Öyle ya! Bu örgütler sünni Müslümandı ve daha çok zarar gören sünni Müslümanlara bu örgütler kıyamazdı. Beş yıl gecikmeli dile getirilen sınır güvenliği söylemleri tartışıladursun kendi ülkesinde zaten herhangi bir varlığa, statüye, vasfa sahip olmayan tüm mültecilere kapıları açtık. O kadar acemice yürütülen dış politikaya bir o kadar acemice yapılan iç politika eklenince “türk, misafirperverdir” söylemleriyle halkın nabzından yakalanmaya çalışılıp muhalefet susturulunca bir dönem mülteciler için önlem alınması gerektiğini savunanlar ya faşist, ya vatan haini ya da merhamet damarları alınmış insan müsveddeleri olarak tanımlandılar.
Savaş derinleşip de iltica edenlerin sayısı milyonları aşıp şehirlerde kaos oluşturacak bir seviyeye gelince de toplama kamplarının önemi daha iyi anlaşılmaya başlandı. Avrupa’ya karşı sürekli bir koz şeklinde kullanılması, Suriyelilerin ülkede kalmasının kendilerince stratejik olarak gerekliliğine karar verdiler. Bu esnada da Suriyeliler, sıfır vergili ticaret, dilencilik, hızla sahip olunan lüks yaşama sahip olurken bir yandan her yıl ülke ekonomisine milyarlarca dolar yük getirdiler. Anadolu insanının alışık olmadığı birçok hastalığı da beraberinde ülkeye sokarak çeşitli hastalıklara da yol açtılar. Üstüne üstlük bunun yanı sıra içlerinde ülkeye giriş yapan bilumum terör örgütünün mensupları bulunuyordu
Sonuç olarak kendimizi bir aile olarak düşünelim; babamız biz 18li yaşlardayken dışarda dayak yemiş bir çocuğu içeri alıyor ve onu aileden biri sayıyor. Daha sonra babamız öyle ileri gidiyor ki o kişiye daha çok sevgi besleyip sırf mağdur olduğu için daha çok harçlık verip “acaba seni evlatlık mı alsak?” gibi şeyler söylemeye başlayınca öz evlat ister istemez aynı ayrıcalığı görmediği için bundan rahatsız olup evlatlık olanla sürtüşüyor. Babamız bu arada iki evlada sahip olmanın gücünü hissederken evde yarattığı huzursuzluğu da görmezden geliyor. İşte bizim de içine düştüğümüz durum bu. Bu ülkedeki Suriyelilerin, babanın takındığı tavrın farkına varıp şark kurnazlığıyla bunu kendi lehine kullanmasının yanında Sorunun çoğunun adaleti dağıtan babamızda olduğunu da bilmemiz lazım. -
Sabah sabah sinirlendiren grup. Burada uzun uzun sosyolojik tespit ya da ulusal siyaset kasacak değilim. Sadece insani boyutu hakkında size fikir vermek için anlatıyorum
Hastanede yatan bir suriyeli bebek hastam var. (Çok sıradan) bu aile türkçeyi çok az biliyor. Baba bilgi almak için gelmiş. Bir kaç kelime ile çocuğun yarın taburcu olabileceğini anlattım. Adam bir süre sonra bana dert yandı. Çocuk ilk yattığında hastane personeli ile iletişime geçebilmek için çat pat türkçe bilen başka bir suriyeli ile tercümanlık için anlaşmışlar. Günlüğü 50 tl. Adam da çocuğun yattığı 3 gün boyunca bu çok yardım sever suriyeli tercümana parayı bayılmış ve tercüman bugün de gelmemiş. Vay babayın çanağı arkadaş, çocuğun tedavisini planlayan benim işin yükünü çeken bana devlet hasta başı günlük 50 tl vermiyor. Ne sadece bana mı? Devletin hasta için günlük hastaneye verdiği paket program 38 tl (emin değilim). Devlet hastaneye diyorki. Sen bu hasta için ne kadar hemşire, temizlik personeli, doktor çalıştırdın bilmem. Isınmak için ne kadar doğalgaz harcadın, ne kadar elektirik harcadın bilmem, ilaç ne kadar kullandın işim olmaz sana 38 tl veririm, işini bununla hallet diyor.
Suriyeliller kendi içinde ne yapıyor. Kendisi gibi sıkıntıda olan başka suriyeli'nin kötü durumundan faydalanıyor. Ulan adam günde 4 hastaya felan çevirmenlik yapsa -ki hepi topu 30 dakikalık iş- ayda asgari ücretin 2 katı para kazanıyor.
Uzun lafın kısası; suriyeli sığınmacılar, kendi içlerinde biraraya böyle davrandıkça, bunlardan ne köy olur ne kasaba. -
''Türkiye’deki geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli sayısı 23 Eylül 2020 tarihi itibarıyla bir önceki aya göre 12 bin 84 kişi artarak toplam 3 milyon 621 bin 968 kişi oldu. Bu kişilerin 1 milyon 664 bin 249’unu (%46,7) 0-18 yaş arası çocuklar oluşturuyor. 0-18 yaş arası çocukların ve kadınların toplam sayısı ise 2 milyon 556 bin 631 kişi. (%70,5)
En çok Suriyeli barındıran şehir 510 bin 341 kişi ile İstanbul olurken, Suriyelilerin en az olduğu şehir ise 25 kişi ile Bayburt. Bayburt’u 37 kişi ile Tunceli, 38 kişi ile Artvin takip ediyor. Suriyelilerin yerli nüfusa oranla en yoğun yaşadığı il %76,4 ile Kilis.
İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada Türk vatandaşlığı verilen Suriyeli sayısı 110 bin olarak açıklandı. Bu kişilerin 53 bini yetişkin, 57 bini ise çocuklardan oluşuyor. (30 Aralık 2019 tarihi itibarıyla). İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 19 Eylül 2019 tarihinde yaptığı açıklamada, Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısının 450 bin civarında olduğu belirtti. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından 31 Mart 2019 tarihinde yapılan açıklamaya göre Türkiye’de çalışma izni verilen Suriyeli sayısının 31 bin 185 kişi olduğu belirtildi. ''