3. dalga feminizminin kadınlara herhangi bir faydası olduğunu düşünmüyorum. Kadınlar ne kazandılarsa zaten ilk ikisiyle kazandılar bu feminaziden başka bir şey değil. Marksist feministleri dışarıda bırakarak konuşuyorum geri kalan tüm sözde feministler birer feminazi. Erkeklerden nefret ettikleri gibi (men are trash) erkekleştiklerinin farkında değiller. X erkeğe ait değil, küfür erkeğe ait değil, kıl erkeğin tekelinde değil, regl kanını Twitter'da paylaşmalar, her 10 kızdan 1'inin OF açması vs. bunların sonucunda bir bakmışsın yanındaki kız arkadaşın aslında bir Mahmut amınakoyim. İnvoluntary gaylik gibi bir durum söz konusu. Postmodernizmin hedefine ulaştığının göstergesi. Artık herkes kendisinin tanrısı, herkesin kendi doğrusu var. Evrensel değerlerden söz edilemez. Yani x kadını boklu göt deliğini 9.99'a satarken diğeri evlenene kadar ilişkiye girmem diyor ve ikisi de haklı oluyor. Kişisel haklarının insani değerlerin, kültürel mirasın, aktarımın önünde olduğunu iddia etme hadsizliği kadar büyük bir hadsizlik tahayyül edemiyorum şahsen. 200,000 yıllık mirası, evrimi elinin tersiyle itme dengesizliği bambaşka bir şey. Kelimelerle ifade etmekte güçlük çekiyorum. Mesela 200,000 yıl boyunca penisi olan insana erkek denilmişken artık denilemez denmesi hadsizliği. Bunu neyle açıklayabilirsin ki? Dediğim gibi her insan artık tanrı ve kendisine biçilen tanrı rolünü sorgulamadan oynuyor. Ne geçmişe ne geleceğe karşı sorumluluğu var çünkü sadece içinde bulunduğun an anlam ifade etmeli ona göre. Çünkü kendisi sadece içinde bulunduğu an nefes alıyor. Dna'sına, atalarına, doğaya savaş açan bencil insanlarla dolu sonu karanlık bir dünyada yaşıyoruz. Kapitalizm yıkıldıktan sonra insani değerleri tekrardan öğreneceğiz.
özellikle ortadoğu toplumlarındaki eşitsizlik yüzünden desteklenmesi gereken hatta mümkünse konuyla ilgili kamu spotlarını her gün insanların görebileceği şekilde yayınlanması gereken hareket. feminist hareketle ilgili üzücü olan sey, yaşanan aşırılıklar nedeniyle erkek düsmanlığı falan zannedilmesi. kişilerin görüşlerini özgürce ifade edebildiği bir ortam sağlanana kadar (her ne kadar desteklemesemde) pozitif ayrımcılık yapılması ve konuyu sulandırmadan dağıtmadan insanların bilinçlendirilmesi ideale yakın bir toplum olma yolunda ilk adımları olacaktır kanaatindeyim.
mor, pembe, kırmızı, yeşil vs. saçlı kadınların eylemlerde kadın yoldaşları tarafından dışlanarak atılması gerekir. bu tipler için uygun bir feminizm kıvamı daha bulunamadı. ellerinden gelse tanrı korusun türk erkeğini tasmayla falan gezdirecekler.
etkili bir fişleme yöntemiyle, sürü dışına atılmalılardır , sadece kendi işlerine baksınlar hau bau işler şakaya gelmaz.
yanlış ellere geçmediği zaman güzel düşünce akımıdır.
-fire and the hole !!
Feminist kuram önce genel olarak sosyal, iktisadi ve siyasi alanda ve iç politikada kadınların temsil edilmemesine karşı bir eleştiri ve sosyal ve siyasal teori olarak doğmuştur. Feministler, kadınların uluslararası ilişkilerde daha edilgen bir kesim olarak ihmal edilişlerine karşı bir hareket olarak seslerini yükseltmeleri gerektiğine, böylece hak ettikleri eşit bir ilgi ve role erişmelerine, kadının da karar verme süreçlerine katılım ve bu süreçlerde katkı ve rolleri ile uluslararası ilişkilerde kadınlar aleyhine olan birçok durumun ve sorunun da düzeleceğini veya ortadan kaldırılabileceğini savunurlar.
Uluslararası ilişkilerde feminist kuram içinde öne çıkan bazı feminist yaklaşımlar vardır:
liberal feminizm post feminizm marksist feminizm postkolonyal feminizm
Feminist düşünce her insanın aklında bir tık olmalı bana göre ama aşırıya kaçmadan. Fazlalaştığında saplantılı bir düşünceye dönüşüyor artık. Aşırı feminist insanların erkekleri aşağılamak, feminizmin f'sini zihninin herhangi bir bölgesine yerleştirmeyen insanların ise kadınları kölesi gibi gördüğü gerçeği var hayatımızda.
tanım: kadın ve erkeğin sosyal, ekonomik, siyasal eşitliğini savunan tüm haklardan eşit pay almasını her alanda cinsiyetinden bağımsız şekilde adil gücü kazanmasını amaçlayan akımdır. Bu eşitlik temelde toplumda yer alan ataerkil (patriarchal) gücü etkinliği kırmayı amaçlar.
bir yayında kübler-ross modelinin feminizm üzerine uyarlamasını görmüştüm. gelişimi kadınlar üzerinden modelleyeceğim.
inkar: birey karşılaştığı eşitsizlikleri yok sayar. ''ben kadınlara karşı yapılmış bir haksızlık görmüyorum veya bu yapılan haksızlıklar doğaldır kadın olmanın gerekliliğidir.'' diye düşünebilir.
kızgınlık/öfke: karşılaştığı haksızlıklar'ı sorgulamaya başlar. sorgulamaları ve içinde bulunduğu gördüğü ve farketmeye başladığı haksızlıklar eşitsizlikler öfke uyandırmaya başlar. bu öfkesini erkek figürlerine yöneltebilir. baba figürüne, erkek patron figürüne... neden kadınım neden daha uygar bir toplumda yaşamıyorum diye sitem dolar içi. bu aşamada bulunan bireyler'in insan ilişkilerinde problemleri çıkabilir. erkek arkadaşlarına daha yargılayıcı bakabilir ve tutumlarını eşitsizliğe yordayabilir. hemcinslerine karşı ''siz neden tepki göstermiyorsunuz?'' diye sinirlenebilir.
pazarlık: bu aşamada olan bireyler'in kızgınlığı hafiflemiş yerine genelde umutsuzluk duygusu gelmiş olur. bu eşitsizlikleri yorumlamaya çalışır. erkek-kadın eşitsizliklerinin her tarafını anlamaya çalışır. kendi kendine erkek gibi davranırsam böyle sorunlar ortaya çıkmayabilir, bu dünya böyle gelmiş böyle gidecek gibi düşüncelere kapılabilir. bu eşitsizliklerin düzelmeyeceğine inanmaya başlar. direncini kaybedip bu haksızlıklara karşı kayıtsızlık, alaya alma gözükebilir.
kabullenme: birey artık bu dönemde olayları gerçekçi değerlendirmeye başlar. çevresindeki haksızlıkların farkındadır. süreç olarak bu eşitsizliklerin azaldığının farkına varır. bazı toplumsal olaylarla artıp azalabileceğinin farkına varır. gerçek feminizm bu dedikleri sözlük anlamına yaklaşır. erkek-kadın eşitliğini savunur ve gördüğü eşitsizliklere karşı proaktif düşünmeye ve davranmaya başlar. kadınların haklarını korumasını yardımcı olabilecek sivil toplum kuruluşlarına ve etkinliklerine katılır.
bu aşamalar arkaya arkaya olacak diye bir kural yoktur. bazı aşamalar kişiye göre atlanabilir. geri dönüşler olabilir bunun yanında bazı aşamalarda takılı kalınabilir. kübler-ross yas modelinde olduğu gibi aşamaların uzun sürmesiyle tedavi gerektiren bir durum olarak gözükmemektir. daha çok düşüncesel bir süreçtir.
Ben, feminist bir erkeğim. Yer yer feminizmle herhangi bir alakası bulunmasa da pozitif ayrımcılık taraftarı da olabiliyorum. Bunun da türkiye gibi ülkelerde gerekli olduğunu savunuyorum. Ama kadınların bazı kesimlerinin bu durumu artniyetli olarak kullandığını görmekteyim. İstanbul mecidiyeköyde yüzlerce avukatı bünyesinde çalıştıran büyük bir şirket sahibi abi bir tavsiye vermişti iki sene önce bunun üzerine. Bu abimiz evli ve 40-45 yaşlarında. "Herhangi bir kadınla kamerasının olmadığı veya kamerasının çalışmadığından şüphelendiğin bir asansöre yalnız binme" demişti. Gerçekten de haklı diyebilirim. İçler acısı bir sosyal sorunumuz var toplumca. Çözümü nedir, nasıl olmalıdır acilen bunun üzerine çalışma ve uygulamalar yapılmalı ve kanunlar uygulanmalıdır. temennim şudur ki ülkemizde kadın ve erkeğin hiçbir ayrıma ve ötekileştirmeye takılmadan her alanda eşit şekilde yaşayabilmesi.
Kapitalizmin kadın pazarı başka bir şey değil. Birine kadın olduğu için ayrıcalık çekmek ile kadınlığını bil demek aynı şey aslında.
Kadınlara daha kibar daha yumuşak davranma kibarlıktır, beyefendiliktir, insanlıktır çünkü neticede onun hayatının daha zor olduğunu anlayabilirsin.
Ama diğer türlü kadın hakları savunmak için böyle bir ideolojiye gerek olduğunu düşünmüyorum. Bundan ziyade insan hakları olmalı. Ben olaylara cinsiyetsiz bakıyorum çünkü.
Trabzonda (atıyorum) her gün kocasından dayak yiyip ev işi yapan kadının elbette hakkını savunmak lazım ama istanbulda kadıköyde ekmek elden su gölden yaşayan ota boka duyar kasan, her cümleye her kelimeye alınan ilgi manyağı ve şımarık pelinsulara gram acımam hakkını da eğer gerçekten haklıysa savunurum.
Burda o trabzon emsali verdiğim kadının hakkını da insan hakkı olduğu için savunurum, birey olması için savunurum.
Ama mesela ben dayaklık çok insan olduğunu düşünüyorum içlerinde kadınlar da dahil. Şimdi ben kadın düşmanı mıyım? Hayır tabiki de. Nasıl yolda görünce bile uyuz olduğum ağzını burnunu patlatmak istediğim erkekler varsa bu şekilde düşündüğüm kadınlar da var.
Olaya objektif ve cinsiyetsiz bakmak lazım diye düşünüyorum. He tabi dayaklık kadın var diye de kadına dalmam durup dururken :) Ama erkek erkeğe dövüşürüm gerekirse.
Eğer feminizmdeki kadın vurgusu dikkat çekmek amaçlı ise ben feministim yoksa seksist bir yaklaşım ise benden uzak olsunlar. Hayatımda onların birçoğundan daha çok kadınları savunmuşumdur, onlarla sohbet muhabbet etmiş, kafalarını aydınlatmışımdır.
Laftan anlamayan kahve ayılarına, kekolara bile bu durumu anlatmaya çalışmışımdır. Ama bu feminist kesim öyle hayalperest ki cidden toplumun bu kesimine hitap edebileceğine inanıyor ve hala şaşırıyor nasıl oluyor bu cinayetler, tacizler, tecavüzler diye.
He bir de nerde piç şerefsiz var onun peşine takılıp sonra dayak yiyip bıçaklanınca ağlayan kesim var onların allah belasını versin zaten (kastım bile bile lades yapanlara yoksa herkes kimin psikopat çıkacağını anlayamayabilir)
tek bir şekli yoktur, dönemsel farklılıklar feminizme asıl rengini verir.
bugun feminizmin aldığı şekil akıldan çok ön yargıya, eşitlikten çok üstünlüğe, birlikte yaşama kültüründen çok otekilestirmeye dayanıyor.
bu anlayışın dünyanın her yerinde baskı altında olan kadınların ozgurlesmesine katkı sağlayacağını pek sanmıyorum.
diğer taraftan feminizm her zaman böyle değildi.
birinci kuşak feminizmi doğrudan liberal geleneğin , özgürleşme hareketlerinin içerisinden çıkmıştır. bu kuşak kadın erkek eşitliğini yasal düzlemde sağlamaya yönelik ilerici adımlar attı. dönemin kölecilik karşıtı hareketleriyle paralel bir meşruiyet çizgisi benimsedi.
ikinci kuşak, kadınların yasal haklarında ilerleme sağlandığından hareketle daha çok sosyal hayatta olan eşitsizliklere odaklandı. zira yasal olarak tanınan eşitlik sosyal alanda eşitsiz uygulamaları ortadan kaldırmıyordu.
bu kuşak kadının toplum içinde, iş yerinde, ailede kısaca sosyal hayatta eşit haklar elde etmesinin mücadelesini verdi.
üçüncü kuşak feminizmi ise tüm bunların ötesinde bir kimlik siyasetini benimsedi. bu aşamada john stuart mill'in temsil ettiği liberal gelenek bir kenara bırakıldı ve kadın sırf biyolojik özellikleri nedeniyle yuceltilirken, kimlik siyasetinin bir parçası olarak erkek ötekilestirildi.
bugun insanları feminizmden bu kadar nefret ettiren de zaten bu eksen kaymasıdır.
insanoğlunu, bir hayvandan ayıran tek özelliği, ahlak ve ahlaksızlık arasındaki seçimleridir. mümkün mertebe her olay karşısında ahlaklı bir tavır alması gereken insanın, güç karşısında gösterdiği duruş, genelde mide bulandıracak ölçülerdedir. zavallıklar içerir. ve hatta bu durum oldukça travmatiktir de. gerçek anlamda feminizm, kadın erkek eşitliğine değil, pozitif ayrımcılığa dayanır. insanın en büyük ahlaki sınanışı olan, haksız güç karşısında takındığı tavrın sağlaması en iyi bu minvalde yapılabilir. yüz yıllarca sofrada öküzümüzden sonra gelen kadının kurtuluşu ve yaşamda var olması için eşitlik algısı gerici ve yetersiz kalır.
lütfen sadece dayatılan algılarla değil, biraz da vicdani olgularla düşünmeye çalışalım ki, maruldan bir farkımız olsun.
fıtratında kadın-erkek eşitliği olan akım. feministler esasında erkek düşmanı değillerdir lakin içlerinden bazıları mevzuyu çok yanlış anlayıp feminzm adı altında erkeklere nefret kusuyor. feminzmin amacı; cinsiyetler arasında gerçek bir eşitlik sağlamakken, böyle kezbanlar yüzünden, "yaşasın kadınlar, gebersin erkekler" algısı yaratılıyor.
tek bir akım değildir. birinci, ikinci ve üçüncü dalga feminizim kendini tanımlaması da, talepleri de farklıdır. türkiye'de bu konuda ağır kafa karışıklığı olduğu ve daha "eşit işe eşit ücret" gibi temel 2. dalga feminizmin talepleri bile yerlerde süründüğü için, 3. dalga feminizim denilen, tüm dünyada sosyal bir kanser halini almış, sürekli kurbanı oynayıp , biraz güç sahibi olduğunda devlet baskısı, sansür, taciz, hukukun temel ilkelerinin çiğnenmesi gibi hastalıkları kucaklayan bir nefret hareketini, bir haklar mücadelesi olan 2. dalga feminizim ile karıştırırız.
Bu yüzden bir taraf "feminazi" karikatürünü "kadın cinayeti olmasın" gibi akılcı bir talebin parçası zanneder, diğer taraf bu ikisini aynı kefeye koyup ayıplar.
meraklısına çok yazıldı çizildi, şuradan bir kupleyle çekileyim:
i.imgur.com/...
Başka yerlerde çok yazdığımız için artık dil dökmek istemeden kısa kısa bakınızlar ile geçiştirmek istediğim, samimiyetsiz, çirkin ve kompleksli kadınların safsatası.
önce feminizm öncesi dünyayı bir tanımak gerekiyor. en eski zamanlarda mezopotamya ve mısır uygarlıklarında kadın kendi adına ticaret yapabilen, imza yetkisi olan, kendi adına mülk edinebilen, boşanma hakkı olan, miras hakkı olan, eğitim hakkı olan, karar verebilen ve hatta pagan panteonlarda erkekler kadar yeri olan bir insan cinsiydi. bu hakların bir kısmı zaman içinde kaybedildi. batı uygarlığının temel aldığı antik yunan kültürü kadını eve kapatan ve bilinen anlamıyla harem kavramını kurgulayan, kadını erkeğe varis üretmek görevi dışında yok sayma temayülünde bir kültürdü. sonra semavi dinler geldi. baba tanrıların dinleri. önce tanrıçaları tekmeleyip şeytanlaştırdılar. antik yunan kültüründen gelen maya ile şişerek kadını erkek vesayeti altına yerleştirdiler. önce baba, sonra koca. bu değişim bir günden bir güne olmadı haliyle. zamana yayıldı. fiziksel olarak erkek kadar güçlü olmayan kadın durumu kabullendi. kabullenmeyenleri de ortaçağlar boyunca cadı diyerek yaktılar.
18. yüzyıl sonlarında batılı kadının durumu: eğitim: ancak aristokrasi ve belirli bir gelir düzeyindeki kadınlara yönelik evde, okuma yazma, mutfak defterlerini tutacak kadar hesap, biraz şiir, biraz edebiyat, az bir şey tarih bilgisi, kocasını oyalayacak kadar müzik. üniversiteler kadınlara kapalı, meslek alanları kapalı. miras: miras hakkı bazı kültürlerde yok. olanda da babadan kalan miras doğrudan koca yönetimine geçiyor. kadının söz hakkı yok. boşanma, kendi adına var olabilme, oy kullanabilme: ne münasebet.
sonra sanayi devrimi geldi. fabrikalar kurulmaya başladı. erkek nüfus fabrikaları işler halde tutmaya yeterli değildi. kadınlar ve çocuklar iş gücü olarak sisteme dahil oldular. ne var ki kadınlar ve çocuklar erkekler kadar değerli değildi. üretilen iş aynı olduğu halde ücret aynı değildi. adil değildi. neden? bu soru feminizmin temelini oluşturan önemli sorulardan biridir. önce biri sordu, sona on, sonra yüzlerce, sorarak bir yere varılamayınca iş eyleme döküldü. greve gitti kadınlar. sonrası malum. üniversitelere kabul edilmek için, erkekler gibi oy kullanabilmek için zorlu bir mücadele.
bir de insan hakları olayı var tabii. bütün insanlar eşittir söylemde. ama pratikte bazı insanlar daha eşittir. kadın hakları savunucularının yani feministlerin temel mücadelesi teoride var olan bu eşitliğin uygulamada da gerçekleştirilmesi üzerinedir. bu bağlamda bakıldığında kadınların en önemli talebi birey olarak var olabilmek, dünyada erkeklerle eşit olarak, aşağıda veya yukarıda değil, yan yana var olabilmek ve bu var oluşu kendi başlarına sağlayabilecek imkanların kendisine tanınmasıdır. ne var ki kadının insan olup olmadığının halen tartışılabildiği bir dünyadawww.birgun.net/... kadın kim ki insan haklarını talep edebilsin.
cumhuriyet türkiyesi dünya geneli göz önüne alındığında feminist hareketin başarı kazandığı ülkelerden biri olarak dikkat çekmektedir. hem de acısız sancısız. bunu da dünyada esen rüzgarları doğru okuyabilen, çağının çok ilerisinde bir lidere borçludur. durum en azından yasalar bağlamında böyle. uygulamada büyük eksikler var tabii. kültürel yapı kadını halen yalnızca anne ve erkeğin namusu olarak görmeye devam ediyor. son yıllarda ülke siyasetini ele geçiren zihniyetin de bu durumda katkısını göz ardı etmemek gerek. öte yandan feminist düşünceyi kendi şımarıklıklarına alet eden iç mihraklar da mevcut. hepsi zamanla düzelir.
feminizm öncesi dönemin tarihsel süreçler sonucunda ortaya çıkmış karanlık ve geçici bir dönem olduğuna inanıyorum. netice olarak insan doğanın bir parçası ve doğa dengeden yanadır. zaman alabilir ama sonuçta bir denge sağlanır.
söylenecek daha çok şey vardı da fazla da uzatmak istemedim. uzun zamandır aklımdaydı bu yazı. feminist düşüncenin ilk şehitlerini andığımız bu gün artık üşenmeyi bırakma vaktiydi.
Aslında insan hakları var bunun yerine. İhtiyaç bile yok ama galiba farkı insan haklarından vurgu kısmı. Yani ben de eşitliği savunan bir bireyim, feminist olarak geçiyorum ama sorsan feminizmin şartlarını bilmem, ya da içeriğinin ne olduğunu falan araştırmadım. Sadece eşitlik diye biliyorum. Neyse aslında hep yaşadığım ve yukarıda da belirtilen ikilem ağır basıyor. İnsan modern olmaya çalışan bir hayvan ama tam evrimimizi gerçekleştirmeden bu mümkün gözükmüyor. Doğamızda şiddet, savaş var. Bunu kimse inkar edemez.
feminizm konu başlığı altında ortaya çıkan bireylerin milyonlarca bilişsel çelişki içinde kaldığını görüyorum. şimdi tüy veya kıl herneyse sen bunları kesmezsen yani doğalı savunursan olmaz cinsiyet eşitliği medeniyette vardır doğal'da değil. doğal yaşamda kim daha güçlüyse avantajlı konumu o alır aslında bunu yazarken de medeniyet durumu halinde de geçerli olduğunu bu durumun iç içe çelişkili olduğunu görüyoruz. sonuç olarak doğala dönersek kadın mağaraya da kapanabilir tek göğsünü de kesebilir. bu yazı da çelişkili oldu. feminizm teoride sevindirir pratikte güldürür. şey gibi ben feministim diyen bir erkeğin kadın hakları savunucusu olarak ilan edilmesi. insanlar buradan herhalde temel mantık ilkelerini ispatlayıp çürütmeye falan çalışıyorlar . kafam çok karıştı. aldığım toplumsal cinsiyet dersleri okuduğum makaleler olsun hep böyleydi zaten karmaşa karmaşa.
bunun ortaya çıkması bile insanlığın ne kadar aciz olduğunu gösterir.koskoca 21.yüzyıl kadınlara hala taciz,tecavüz var ülkede.yahu bu nasıl avrupa ülkesi böyle medeniyet mi olur ? o kadar aciz bir durum ki kadınlar haklarını savunmak zorunda kalıyor ki zaten haklara sahip olmaları gerekirken,azıcık bilinç sahibi olabilsek ne güzel olacak.
günümüz dünyasında düzen bir cinsin diğer cins üzerinde iktidar kurması üzerine inşa edilmiş durumda. çok uzun süredir insanlar toplumsal cinsiyet rolleri aracılığıyla ayrıştırılıyor. ve ne yazık ki ezilenler tarafından bile içselleştirilmiş durumda. feminizm buna karşı çıkan bir görüş. hepimiz insanız diyor. öyleyse eşit olmalıyız. kadın üzerinde erkeğin vesayeti olmamalı. haklar ve fırsatlar eşit olmalı. eğitim, iş, üretim, miras, karar verme mekanizmalarında kadın da erkek ile eşit fırsat ve haklara sahip olmalı. bu son derece haklı bir talep. buna karşılık mevcut durumun tuzağına düşüp erkek iktidarına alternatif bir kadın iktidarı kurmak gibi bir ülkü edinmek de son derece yanlış. türümüz hayatta kalacaksa bunu hep birlikte, paylaşarak yapacak. Dedikleri gibi, ya hep beraber ya hiçbirimiz.
gerçek islam kadar anlaşılamaz bir şey bu feminizm. feministler dahil kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyor. çok yeni bir fikir olduğundan belki de. zamanla oturur.