Milliyetçilik, ulusal sorunda burjuva ve küçük burjuva ideolojisi ve politikasıdır. Milliyetçilik, millet (ulus) olgusunu toplumsal birliğin en ileri tarihdışı ve sınıflar üstü biçimi olarak, bir uyum olarak, milletin bileşeni olan tüm toplumsal katmanlarıyla aynı temel çıkarları olan bir bütün olarak ele alır. Ortak milli çıkarlardan bahseder. Milliyetçi ideolojinin ve burjuvazinin (ve küçük burjuvazinin) politikasının taşıyıcısı ve rehberi olarak belirli tarihsel koşullarda öne çıkan sınıfın veya toplumsal grubun emellerini ortak milli çıkarlar olarak kabul ederler. Milliyetçilik tipik olarak, milli üstünlük ve milli ayrıcalık fikirlerini taşır. Bu fikirler tarihsel bağlama, sözkonusu milletin diğerleriyle karşılıklı ilişkilerine göre az veya çok gelişim göstermektedirler. Milliyetçiliğin geniş kapsamlı gelişimi kaptalizmin oluşumu ve gelişimiyle bağlantılıdır. Burjuvazi, ortak milli pazarı yaratmak ve ele geçirmek, feodal güçlere ve yabancı burjuvaziye karşı mücadele içinde milli çerçevede kendi egemenliğini kurmak, bu egemenliğini diğer milletleri kendisine tabi kılma yoluyla genişletmek için milliyetçiliği bir alet olarak kullanır. Milliyetçilik, millet içinde ‘’sınıfsal barış’’ hedefine ulaşmak, proletaryayı sınıfsal gayelerden uzaklaştırmak, farklı milletlerin emekçileri arasına milli çatışma sokmak, devrimci hareketin enternasyonalist birliğini tahrip etmek hedefiyle burjuvazi tarafından kullanılmaktadır. Burjuva toplumunun koşulları emekçilerin geri kalmış katmanları arasında milliyetçi görüşlerin yayılmasına sebep olmaktadır. Milliyetçilik emekçilere burjuva devlet aygıtının politikası, propagandası ve her yönüyle aşılanmaktadır. Bazı burjuva teorilerinde milliyetçilik, tarihsel sürecin tahlil edilmesine bir temel olarak hizmet eder. Bu teorilerde, milletler arası ilişkiler ve milliyetçiliklerin ‘çatışması’ sınıf mücadelesinin karşısına ön plana çıkarılır. Emperyalist burjuvazinin bazı ideologları ‘seçilmiş’ milletlerin ‘özel’ tarihsel rolü olduğunu söylerler, güya o milletlerin karakteri ve kültürüyle gerekçelendirilen şoven hükümler ortaya atarlar.
İstismara açık olduğu için din ile birleştirilince insan zihnini en kolay bir şekilde işgal edip insan zihinden silinmesi de bir o kadar zor olan siyasi akımdır. İnsanlara kendini özel hissettirmesini sağlayan sihirli bir sözcüktür. Mitoz bölünmenin ana mimarıdır.
tek bir türü yoktur.
milliyetçilik pek çok düşünce akımından beslenir, türlerine göre kah biriyle kah diğeriyle etkileşime geçer. birbiriyle en çok benzeşen milliyetçilik türlerini belli başlı kategorilere indirgersek:
1. toprak temelli miliyetçilik: solcuların nedense '' hayır! o milliyetçilik değil yurtseverlik'' şeklindeki itirazlarına konu olan bu milliyetçilik ekolünün çıkış noktası fransız devrimidir. en tanımlayıcı yönü, egemenliği tanrının sözde vekilinden alarak halkın iradesine vermesidir. yani bu özünde egemenliğe ilişkin siyasi bir taleptir. yine bu kategoride, milliyetçilik toprak temelli olup, aynı sınırlar içerisinde yaşayan etnik ve dini kökenlerden gelenler vatandaşlık kavramı üzerinden birleşir. bu milliyetçilik anlayışı liberal bir dünya görüşüyle de bütünleşmiştir.
2. yayılmacı milliyetçilik: sömürgecilik faaliyetleri için ''beyaz adamın sorumluluğuna'' vurgu yapar. bu türde; ulusal amaç, ifadesini başka milletlerin aleyhine genişlemekte bulur. bu milliyetçilik anlayışının bir alt türü de totaliter rejimlerdir. her ikisi de kapitalizmin çocuğudur. yine her ikisi de-farklı derecelerde olsa da- yayılmacı bir gündeme sahiptir. ilki, içeride demokrasi, hukukun üstünlüğü, normlara bağlılık gibi ilkelere dayanır ancak dışarıda bu ilkelerin aleyhine ne varsa onları yapar. totaliter rejimler ise bu değerleri kendi halkından da esirger.(ama nedense tarihsel olarak güçlü bir halk desteğini de arkalarına alırlar.)
3. üçüncü dünya milliyetçiliği: batı sömürgesi olan ülkelerde milliyetçilik çok belirgin bir şekilde anti-emperyalizm formunu alır. aslında, sömürgeciliğin mirası olan ve etnik aidiyetlerle örtüşmeyen siyasi sınırlar iç huzursuzlukları da beraberinde getireceğinden, içeride genellikle kapsayıcı bir yaklaşım benimsenir. bunlar batılı liberal ilkelerden ziyade sol tandanslı rejimlerle yönetilir. eski sömürgecileri olan batılılara karşı batı-karşıtlığına varacak ölçüde kuşkucudurlar. diğer yandan, üçüncü dünyada milliyetçiliği sosyalizmden ayırmak çok da kolay değildir. hatta latin amerika'da bu ikiliye dini akımlar da eşlik eder.
Üçüncü dünya milliyetçilerinin kendilerine benzer rejimlerle bir araya gelme eğilimi de vardır. örneğin, soğuk savaşta bir araya gelerek kurdukları ''bağlantısızlar hareketi'' hem söz konusu enternasyonel dayanışma anlayışına hem de batıya karşı duydukları güvensizliğe bir yanıttır.
bu türün bir alt türü olarak görülebilecek kemalizm ise kendine has özellikleriyle 3. dünya milliyetçiliğinden ayrılır. çıkış noktası anti-emperyalizm olan kemalizm batının ilerici değerleriyle barışıktır. yani kemalizme göre batı emperyalizmi batılı değerleri benimsemeye engel değildir. tam tersine üçüncü dünyacıların kurduğu denklemi ( emperyalizm kötüdür, bu yüzden batılı olan herşey kötüdür, emperyalizmden kurtulmak için batılı olan herşeyi reddetmeliyiz) tersine çevirmiştir. yani emperyalizm tarafından bir daha yutulmamak için batının değerlerini benimsemeli, aydınlanmalı, kalkınmalı,cehaleti ortadan kaldırmalı, softaları durdurmalı, bilim adamı, sanatçı yetiştirmeli, (toplumun yapısı el verdiği ölçüde) batı tipi kurumsal düzenlemeleri ( demokrasi, hukukun üstünlüğü) hayata geçirmelidir. çünkü kemalizm siyasi, ekonomik, kültürel cephelerde oluşacak gediklerin emperyalizm tarafından doldurulacağını çok iyi bilir. kemalizm kin gütmez, tarihten husumet çıkarmaz, savaştığı yunanistan ile bile kısa bir süre içinde dost olabilecek kadar duygusallıktan uzaktır.
kemalizm yayılmacı değildir. başka milletlerin hukuklarına saygı gösterir. dış dünya ile ilişkilerde amaç-kapasite uyumunu gözetir (yani gücü ölçüsünde amaçlar belirler.), yine de burada kırmızı çizgisi emperyalizmdir. emperyalizme karşı mücadelede kendisinden ne kadar güçlü olursa olsun büyük devletlere kafa tutar (ilginçtir, musul sorunu haricinde hepsinde de sonuç almıştır) kemalizm mazlum milletlerin kurtuluşunu ister, (örneğin afganistan ve iran'a model oluşturur, mussoloninin habeşistan işgaline tepki gösterir) ancak bunun için kendini de tehlikeye atmaz.
son olarak, burada milliyetçiliğe getirilen temel eleştirilerden birisini ele almak istiyorum. marksist görüş, din gibi milliyetçiliğin de siyasi bir kontrol mekanizması olduğunu ileri sürer. bu ne yazık ki zaman zaman doğru olsa da marksistlerin (alt-yapı üst yapı temelendirmelerinin bir çok yönünde olduğu gibi burada da) tekil örneklerden evrensel bir yasa çıkarma hatasına düştüğü anlaşılıyor.
evet, din ve milliyetçiliğin insanları aptallaştırmak için kullanıldığı doğru, ancak koyun gibi güdülmeye karşı bir mücadele de ancak doğru tanımlanmış bir milliyetçilik üzerinden verilebilir. örneğin fransız ve türk milliyetçileri egemenliği halka vererek bunu yapmışlardı.
ayrıca milliyetçiliğin kapitalizm ile feodalizm arasındaki (özünde ekonomi temelindeki) mücadelesinde kullanılan bir araç olduğu iddiasının da toprak reformu yapan sol tandanslı üçüncü dünya milliyetçiliğinde bir karşılığının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
ikinci olarak, çok tutulan b. anderson'un hayali cemaatler iddiasına gelelim. milliyetçiliğin bir yapıntı olduğu iddiası bazı yönleriyle doğrudur. bütün fikirler gibi milliyetçilik de belirli bir amaca hizmet etmesi amacıyla şekillendirilmiş olabilir. ancak milliyetçiliğin organik/sosyolojik bir yönünün de olduğunu kabul etmek zorundayız. şu örnekleri biraz düşünelim: bizler bağlılıklarımızı en yakınımızdan başlayarak tanımlıyoruz, örneğin önce ailemizi severiz, sonra yakın dostlarımızı, sonra bir miktar daha uzaktaki arkadaşlarımızı, sonra komşularımızı sonra bizim mahallemizde yaşayanları severiz. diğer yandan bunların arasında da en çok kader birliği yaptığımız, kederde, tasada, mutlulukta birlikte olduğumuz, ortak bir amaca yöneldiğimiz, bizlere benzeyenlere daha da yakınızdır.işte milletin o çok bildiğimiz meşhur tanımı bu analojiyi haklı çıkarıyor.
not: bunlar tamamen benim sübjektif görüşlerim olup, yapılan sınıflandırmalarda bilimsellik kaygısı güdülmemiştir.
bana gore gelismeyen bir beynin ve kendini yetersiz goren kisilerin bir hastalikli olma bicimidir.
dusunemeyen insanlara savaslarin yasanmasini destekletir.
john lennon'in harika otesi imagine sarkisinda bu gibi dusuncelere gondermeler yaparak olmasi gereken tek dinin ve milliyetin insan olmak dusuncesi oldugunu bizlere soyler. kendimi bu acidan milliyetsiz ve tek bir dine mensup olmayan biri olarak tanimlarim. gereksiz bir kavram olarak goruyorum cunku.
dunyanin farkli topraklarinda dogan insanlar neden farkli sifatlara sahip olur bilemiyorum. halbuki burada yumurtadan cikan kus, turkiye'deki kus, amerika ve dunyanin baska yerlerinde yumurtadan cikan kus da ayni. diger hayvanlar da oyle; tabii insanlar da.
O dönem solcu diye net bir tanımlama yok. Daha ziyade devrimin burjuvaları tarafından getirilen "ulusalcılık" ve "üniter devlet" kavramlarının eşlik etmesi de önemlidir.
birileri şeytan gibi göstermeye çalıştıkça büyüyecek,ve insanlık var oldukça en azından bir amigdala taşımaya devam ettikçe var olacak ihtiyaç ürünü bir ideolojidir.
Şöyle ki insanlık tarihinin başlarından bu yana insan taşıdığı amigdaladan ötürü birbiri ile güven-korku ikileminde bir ilişki içerisindedir.Temel eğilimi bu yöndedir.Hayatta kalabilmek adına,aile,klan,aşiret,komün gibi oluşumlar meydana getiren insanoğlunun bir başka birliktelik biçimidir o kadar.Kendisi ile aynı dili konuşan,aynı kültürden beslenen,benzer biyolojik özelliklere,alışkanlıklara,tarihe sahip insanları diğer insanlara göre öne koyma eğilimi hangi eğitim,din ya da hukuku işler kılarsanız kılın insanları millet teşkil etmeye itecektir.Üstelik teşkil edilen ilk milletten itibaren birinin diğerini teşvikini de üstüne eklerseniz bu süreci durdurmak neredeyse imkansızdır.Zira ne en eskisi 200 yıllık ideolojiler,ne cemiyet-i akvamdan bu yana işlemeyen uluslararası hukuk ne de henüz inananlarının bile üzerinde uzlaşamadığı dogma ya da dinler insanoğlunu bu nebze bir arada tutabilir.Var olduğu günden bu yana aynı dil,kültür,habitatı paylaşan,ortak bir gen havuzundan beslenen bir kalabalığın arasındaki çekimi yadsıyamazsınız.Bu yönden karşıt hiziplerce üzerine yapıştırılmaya çalışılan sunilik ya da düşük zeka gibi yaftalar ne yazık ki sadece komiktir.
Türk milletini ele alın.Mini buzul çağından tutun,steplerdeki kıtlığa kadar binbir türlü beladan millet teşkili sayesinde kurtulmuş,bu en kök alışkanlıklarına kadar işlemiş,üzerine büyük bir imperyal miras yaratıp genişleme çabasına girip başarısız olmuş ve tekrar milliyetçiliğe direksiyonu kırmış bir millete Fransız İhtilali'nden kalma bir takım ezberlerle ya da çiçek çocuk edebiyatıyla böylesi elzem bir fikri yanlışlayamazsınız.Netekim sünni-islam gibi Türk milliyetçiliğinin en tesirli anti-tezinin bile sonunda direksiyonu kırmak zorunda kaldığı yer bellidir.Keza milliyetçilikle bağlantısını kesmiş tüm sol hareketlerin dünyada tek tek akamete uğradığı gibi Türkiye'de de varlık bile gösteremez hale gelmesi ortadadır.
yıllardır küreselciler tarafından tu kaka gibi gösterilmeye çalışıldı ve başarılı da olundu.
bugün dünya genelinde milliyetçilik, yani vatan ve ait olduğu millet sevgisinden yoksun, tamamen bireyselci ve tüketime odaklı bir yaşam benimsemiş eğitimli ve eğitimsiz milyonlarca insan, vatanını terkedip batı'ya göçmeye çalışıyor. bu insanların kalifiye olanları, gittikleri ülkelerde iyi yerlere gelerek, küresel şirketlere ve kendi öz vatanlarını sömüren ülkelere faydalı olurken, kalifiye olmayanları da gittikleri ülkelerde, oranın yerel halkının yapmaya tenezzül etmediği ayak işlerini yapıyorlar. batı emperyalizmi, sömürgeciliğe tam hız devam ediyor, sadece yöntemleri biraz değişti.
atatürk milliyetçi bir insandı. imparatorluk çökerken, istediği batı ülkesine göçüp, paşalar gibi refah içinde yaşayabilecekken, o burada kalıp, yaşamakta olduğu çeşitli sağlık problemlerine rağmen vatanı ve milleti için savaşmayı tercih etti.
atatürk, milliyetçiliği de şöyle tanımlıyor;
"ancak genç nesillerini milliyetçi olarak yetiştiren milletler, geleceğe güvenle bakabilirler. milliyetçilik; mensubu olduğu milleti ilerletmek, yükseltmek, milli değerleri korumak ve geliştirmek duygusu ve şuurudur. biz doğrudan doğruya millet severiz ve türk milliyetçisiyiz."
din nasıl kitlelerin afyonuysa bu da benzer bir uyuşturucudur. insanları koyun gibi gütmek için en kullanışlı iki araçtan biridir.
ideoloji olarak benimseyen kitlenin yobaz veya modern yaşamayı tercih eden insanlar olması fark etmez, zihinlerinde her daim "biz daha üstünüz" veya "dış düşmana karşı kendimizi korumamız lazım" benzeri düşünceler varolur. bu tarz düşüncelerden ötürü gerek yabancı ülke vatandaşlarına gerekse aynı ülke içerisinde yaşayan azınlıklara veya karşıt görüşlü kişilere karşı açıktan veya gizlice nefret duyarlar. bu kişiler ülkenin düşmanı olmakla ve vatan hainliğiyle itham edilir. siyasetçilerin o anki ihtiyacına göre taraflar arasında gerginlik arttırılır, ortam kızıştırılır. iktidarı korumak uğruna etnik çatışmalar, savaşlar ve hatta soykırımlar gerçekleştirilir. insanlar birbirini yerken siyasetçiler film izler gibi bunlara bakıp patlamış mısır yerler, koyunluklarıyla dalga geçerler.
insanoğlunun 21. yüzyılda kardaşev ölçeğine göre 1. seviye bir uygarlık olmak için farklılıklarını göz ardı edip el ele vererek çalışması gerekirken milliyetçiliğe bağlı kalınması, geçici bir süre için gelişmemizi sağlayacak olmakla birlikte nihai olarak yok oluşumuza neden olacaktır.
milliyetçilik ile faşizm arasındaki fark soğan zarı kadardır. atatürk bu ayrımın güvenli tarafında kalmayı başardıysa da, günümüzde bu ayrımı yapabilen tek bir şahıs görmedim.
protestan reformu ile temelleri atılmış olan siyasi düşünce. katolik kilisesi'nin evrenselliğinin karşısına protestanlar milli kiliseler ile çıkmışlardır. zaten protestanlık-kapitalizm-liberalizm hep kol kola hareket eden şeylerdir. shinzo abe bile "japonların dini mesih isa'sız protestanlıktır" diyorsa bir düşünmek gerekir.
japon siyaset bilimcisi masao maruyama, milliyetçiliği "bir halkın birleşmesini, özgürleşmesini ve gelişmesini hedef alan siyasi ideoloji ve hareket" olarak tanımlamakta.
Merhum ecevit'in milliyetçilik hakkında çok güzel bir konuşması vardır:
-"biz demirellerden, türkeşlerden milliyetçilik dersi almayız.
sevgili kardeşlerim;
biz milliyetçiliği; sokak duvarlarına değil,
kıbrıs'ın topraklarına,
ege'nin deniz yataklarına yazmışız,
biz milliyetçiliği batı anadolu'nun haşhaş tarlasına yazmışız...".
Atatürk'le ecevit'ten anladığım milliyetçilik lafla değil icraatlA oluyormuş faşizanlıkla karışmadığı zaman ise başarısızlığa ulaşması imkansızmış.
Selçuklu zamanınında pek fazla aleni olmasa da osmanlı zamanında çokça faydası görülmüş, bir şeylere ulaşmak isteyen herhangi bir kesimin amacına varmaları için kullandığı ilk silah olmuştur.
Tabii buradaki milliyetçilik, modern çağ anlayışındaki milliyetçilik kavramı ile aynı değildi. Bu sadece soy bağlama, asillik bildirme, mirasçı olma sebebiyle meydana gelen tutumdu.
Fakat ilerleyen tarihte, gazalar olsun, padişah indirme, yerine padişah geçirme, meşrutiyet, tanzimat, ittihad ve terakki değişimleri milliyetçiliğin fark edildiği ve ciddi olarak kullanıldığını görüyoruz. Pektabii bunu da aslında batıdaki ulus akımı ile farkediyoruz. Ardından toplumları birleştirip aynı amaca daha kolay ikna etme işi tamamen duygusal bir dil inşasına kalıyordu.
Modern çağ zamanında milliyetçilik akımını toplumlar farklı şekilde kullanabileceğini keşfederek hem anlayışın hem amaçlara ulaşımın olanaklarından faydalandılar. Merkantilist olanlar, üstün ırk üzerinden başka milliyetleri sömürmesine "haklı" bir kılıf bulmuş, bazı toplumların sindirilmesine "bilimsel" bir dayanak oluşturmuştur. Buna karşın, bazı toplumların özgürlüğüne kavuşma emelleri, yahut güç dengesini büyük zarar görerek bozmaktan çekinen ülkelerin rakiplerini güçsüzleştirmek için milliyetçilik akımını kullanıp rakiplerini parçalanmasını sağlamaları hep milliyetçiliğin güçlü bir silah olabildiğini doğrular.
Üstelik bu kavram, günümüzde de halen aktif olarak kullanılmakta ve işlerlik görmektedir. Milliyetçiliğin güzelliği, kimseye bir kavram veya eğitim vermeden direkt duygusal olarak istenilen amaç uğruna hareket ettirmesidir. Okuma yazma bilmeyen, kör cahil kimseyi bile bu kavramı kullanarak "uyanmış" hissettirebilir ve belirlenilen güzergaha sorgusuz sualsiz sokabilirsiniz.
Bilimin, hem çok faydalı hem de çok tehlikeli silah olarak kullanılabilirliğinin örneklerinden biridir milliyetçilik tavırları.
Örneğin Mustafa Kemal, milliyetçiliği muassır medeniyete ulaşma, toplumumuzu aydınlatıp güçlü kılma, evrimsel süreçte yitip gitmekten kurtarıp varlığını garanti altına alma amacıyla kullanmıştır. Varın iyisini, kötüsünü siz düşünün.