eru iluvatararda'yı yaratıp ainuru arda'ya gönderdiğinde bunlarla birlikte maiar da arda'ya indi. bu maiardan biri de sauron'dur. başta demirci vala aule'nin yardımcısı olsa da kısa süre içerisinde melkor tarafından karanlık tarafa çekilmiştir.
orta dünya'nın ilk çağlarında melkor utumno adlı bir yeraltı kalesi kurmuştu. aynı zamanda onun başkomutanı olan sauron da angband isimli bir yeraltı kalesinin başındaydı. burada en nefret ettiği ırk olan elflere işkence ediyordu. melkor valar tarafından tutsak edilince sauron da çareyi gizlenmekte buldu. daha sonra melkor valar'ın elinden, elinde 3 silmaril ile kurtulunca sauron da gizlendiği yerden çıktı ve birlikte angband'a yerleştiler. daha sonraki çağlar boyunca buradan orta dünya'ya dehşet saçtılar. elfler ile melkor arasında çok savaş oldu ve sauron bunların hepsinde melkor'un hemen yanında yer alıyordu.
büyük savaş sonrası valar melkor'u yine yenince bu kez işini sağlama almak isteyen valar, melkor'u arda'nın dışındaki boşluğa hapsetti. sauron alacağı cezaları düşününce orta dünya'ya kaçmaya karar verdi. sauron yüzyıllarca saklandıktan sonra valar'ın artık orta dünya ile ilgilenmediğini düşünerek saklandığı yerden çıktı. mordor'a girdi ve barad-dur'ü inşa etti.
kendisi bir maia olduğu için istediği şekle girebileceğinden daha düzgün bir şekle bürünüp insanların ve elflerin arasına karıştı. bu dönemde kendisine hediye veren anlamına gelen annatar ismini verdi. bütün halklara hediyeler veriyor ve öğütlerde bulunuyordu.
daha sonra güç yüzükleri dövülmeye başlandı. 3 tanesi elfler için, 7 tanesi cüceler için ve 9 tanesi de insanlar için... fakat sauron'un güç yüzüklerini verirken bahsetmediği şey kendi gücünün büyük bir kısmını kattığı, diğer bütün yüzükleri kontrol edebilen tek yüzük'tü. sauron bu tek yüzük'ü taktığı anda elfler kandırıldıklarını anladı ve sauron ile aralarında yüzyıllar süren bir savaş başladı. cücelerin iradesi güçlüydü ancak açgözlü oldukları için sauron için bir sıkıntı ortaya çıkmıyordu. fakat insanlar ne cüceler ne de elfler gibiydi. yüzükleri alan 9 insan zamanla soldular ve nazgul haline geldiler.
bu dönemde sauron kendisine orta dünya'nın kralı demeye başladı fakat çekindiği birileri vardı. bunlar da eru iluvatar ve valar tarafından kendilerine yapılan numenor adasında yaşayan dunedain halkıydı. burada yaşayan insanlar da ölümlüydü ancak kendilerine oldukça uzun bir yaşan bahşedilmişti. bu insanlar zamanla güçlendiler ve orta dünya'da neler olduğunu merak ettiler ve orta dünya'ya doğru harekete geçtiler. sauron bu insanları görünce çok güçlü olduklarını fark etti ve hemen teslim oldu. sauron insanların iradelerinin zayıf olduğunu bildiği için kaybedeceği bir savaşa girmek istememişti. zaman geçtikçe dunedain halkı kibirlenmeye başladı. orta dünya'da kendilerine kafa tutacak kimsecikler yoktu ve neden ölümlü olduklarını sorgulamaya başladılar. bu sıralarda sauron tekrar aydınlık formuna geri döndü.
sauron bu dönemde insanların kulaklarına vaların onlardan ölümsüzlüğü esirgediğini ama bu sırrı elflere verdiklerini çünkü dunedain halkından korktuklarını fısıldamaya başladı. sonrasında insanlar valara savaş açtı ve bizzat eru iluvatar tarafından helak edildiler. numenor yıkıldıktan sonra valar arda'nın üzerinden çekildi. numenor yıkıldığında aslında dunedain halkının tamamı ölmemişti. kendilerine sadıklar ismini veren bir grup elendil ve isildur önderliğinde gondor ve arnor isimli iki krallık kurdular.
sauron gondor'daki minas tirith'e saldırdı ve insanlarla elfler son bir ittifak kurarak barad-dur'e sauron ile savaşmaya geldiler. burada son bir saldırı için kulesinden çıkan sauron elf kralı gil-galad'ı ve elendil'i öldürdü. fakat isildur sauron'un parmağını keserek onu tek yüzükten ayırdı ve sauron fiziksel formunu kaybetti. gücünün büyük bir kısmı yüzüğün içinde olduğu için henüz yok edilememişti. isildur yüzüğü imha etmeyi reddedince sauron da hayatta kaldı. bu dönemde nazgul barad-dur'u tekrar hazırladı. kendisinin dol guldur'da olduğunu düşünen gandalf, saruman ve ak divan ile birlikte dol guldur'a saldırdı.
bu saldırıdan dolayı sauron planladığı tarihten daha önce barad-dur'e dönmek zorunda kaldı. artık fiziksel bir forma dönüşemiyordu çünkü gücünün büyük bir kısmı yüzüğün içindeydi. bunun yerine barad-dur'ün tepesinde devamlı orta dünya'yı izleyen kapaksız kırmızı bir göz haline geldi.
sun tzu, şöyle diyor: ''Her savaş aldatmaca üzerine kuruludur. Bu nedenle, saldırabilecek güçteyken, acizmiş gibi gözükmeli; güçlerimizi harekete geçirirken, hareketsizmiş gibi durmalı; düşmanı yakınındayken uzakta, uzaktayken yakında olduğumuza inandırmalıyız.'' bir başka çeviri: ''savaş kandırmacalı bir iştir. bu nedenle vurabilecekken vuramayacakmış gibi göstermek, saldıracakken saldırmayacakmış gibi göstermek, yaklaşırken uzaklaşıyormuş gibi göstermek, uzaklaşırken yaklaşıyormuş gibi göstermek gerekir.''
yenilgisinin temel sebebi, düşmanlarının yüzük'ü yok edebileceğini hiç aklına getirmemesidir. sauron orta dünya'da hiçbir varlığın yüzük'ün gücüne karşı koyamayacağını, onu gören herkesin iradesinin ona yenik düşeceği kanaatindeydi. gandalf da sauron'un bu zaafını kullanarak izlediği savaş stratejisinde başarılı oldu.
dördüncü büyük muharabe, yani dagor bragollach sıralarında artık morgoth'un hizmetkarları içinde en güçlü ve en korkuncu olarak anılan sauron'un göz metaforunun başlangıcı silmarillion'un beleriand'ın yıkılışına ve fingolfin'in ölümüne dair adlı bölümünde anlatılır.
dagor bragollach sıralarında sauron artık dehşet verici güçte bir büyücü olmuş, gölgeler ile hayaletlerin efendisine dönüşmüştü. zihni çürümüştü ve gücü zalimdi. dokunduğu her şeyi bozuyor*, hükmündeki her şeyi kötülüğe yöneltiyordu. kurtadamların efendisiydi ve en büyük mahareti işkenceydi.
dördüncü muharabe sürecinin devamında sauron tol sirion üzerindeki kulenin muhafızı orodreth'in karşısında çıktı ve saldırıp minas tirith'i aldı. orodreth ise şehirden sürülüp nargothrond'a kaçtı. ardından sauron burayı gözcü kulesi, kötülüğün kulesi ve tehdit haline getirdi. böylelikle tol sirion adası lanetlendi ve adına tol-in-gaurhoth yani kurtadamların adası dendi.
hiçbir canlı, sauron'un kulesinde oturup etrafı gözetlediği bu vadiden onun gözüne ilişmeden geçemez hale geldi. sauron'un her şeyi gören göz metaforunun başlangıcı işte buraya dayanır. sauron üçüncü çağda metafor olarak tamamen göz sembolünü kullanmışsa da, gerek üçüncü çağda, gerek yukarıda bahsedilen bu birinci çağda fiziksel forma sahiptir.
*sauron'un bu dönemde dokunduğu her şeyi bozduğundan bahsedilmesi, melkor'un etkisinin altında olması ile açıklanabilir. nitekim üçüncü çağda sauron, melkor'un aksine, dokunduğu her şeyi bozma saiki güden biri değil, orta dünya'ya otorite ve nizam getirme saiki olan, düzene ve hükmetmeye takıntılı, kaosa ve düzensizliğe tahammülsüz biri olarak görünecektir. gerçekten yüzük'e sahip olmadığı haliyle dahi korkunç, disiplinli, inançlı bir orduya sahip olan sauron elfleri de insanları da diğer halkları da katledebilecek güce sahipken buna yeltenmemiştir. çünkü onun saplantısının temeli egemenlik ve kontrolden ibaret idi. bu da sauron'un melkor'un aksine gücünün hızla tükenmemesini, hatta melkor'dan daha büyük bir saltanat kurabilecek konuma gelmesini sağlayacaktır.
bugün, youtube'da bir videoya rastladım. video ''tolga turan'' adlı bir youtube kanalından yüklenmiş olup videonun adı: ''sauron neden haklı?'' şeklinde: www.youtube.com/... . video biraz sarkastik ve esprili bir dil ile sauron'un neden haklı ve hatta iyi olduğunu anlatıyor. aslında bir açıdan dalga geçmek için çekilmiş gibi görünen bu videonun haklılık payı çok yüksek. gerçekten de, sauron, ''haklı'' ve gerçekten de bu kavramların bir önemi var ise ''iyi'' taraftadır denebilir. buna ilişkin olarak numenor'un düşüşü adlı kitaptan bir bölümü sizle paylaşmak istiyorum:
''arda'nın hükümranlığını ele geçirme yolunda morgoth varlığını büyük ölçüde dünya'nın fiziksel mevcudiyetine kaydırmak durumunda kalmıştı - bundan dolayıdır ki dünya'da doğan ve yaşamını orada ve onun sayesinde sürdüren her şey, hayvanlar veya bitkiler veya somut şekle bürünmüş ruhani varlıklar, morgoth'un nezdinde 'lekelenebilir' bir kimlik edinmiş oluyordu... öte yandan sauron ise arda'nın 'yozlaştırılması' işini miras edinmişti ve (çok daha kısıtlı olan) gücünü sadece ve sadece yüzüklerin tasarımına ve yapımına harcıyordu; çünkü onun zihinleri ve iradeleri üzerinden hükmetmek istediği asıl şey, yeryüzünde yaşam süren yaratıklardı. bu bakımdan sauron'un benimsediği yaklaşımın melkor-morgoth'unkine oranla daha zekice olduğu söylenebilir. uyumsuzluğu başlatan unsur değildi sauron; muhtemelen 'müzik' hakkında zihni daima kendi planlarıyla ve yöntemleriyle meşgul olan ve dikkatini bunun dışındaki şeylere pek az veren melkor'a nazaran daha fazla bilgiye sahipti... sauron'un durumu böylesi bir nemelazımcı bir isteri seviyesi asla varmayacaktı. onunla ilgili dilediğini yapabildiği sürece yeryüzünün varlığına itiraz edecek bir yan bulmuyordu. başlangıçtaki iyicil tabiatından artakalmış olumlu amaçların kırıntıları onun benliğinde varlığını halen korumaktaydı: bir yandan düzeni ve işbirliğini severken kargaşadan ve savurgan sürtüşmelerden hazzetmeyişi onun başlıca erdemi (ve dolayısıyla çöküşünün ve sonrasında kendisini toparlayıp yeniden sahneye çıkışının da esas sebebi) olagelmişti... fakat bu yönde bir yaklaşımı benimsemiş tüm zihinler gibi sauron'un diğer bireysel zekâlara duyduğu (başlangıçtaki) sevgi veya (sonradan ortaya çıkma) o yalın anlayış, buna paralel olarak zayıf kalmaktan kurtulamıyordu; nihayetinde her ne kadar bütün bu düzene sokma, plana oturtma ve örgütleme çabasının altında yatan yegâne iyi emel ya da akılcı güdü tüm arda sakinleri açısından yarar sağlamak ise de (sauron'un onların mutlak efendisi olma hakkının haiz olduğu varsayıldığında bile) arka planda yatan fikir kendi kopuk zihninden kaynaklandığı için, onun 'tasarıları' özünde yine kendi iradesinin tek hedefi ve de bir nevi son, nihai son haline gelecekti.*
*başka zihinleri yoldan çıkarma ve hatta kendi hizmeti altına sokma becerisi, 'düzen kurmaya' yönelik özgün emelinin hakikaten de 'tebaasının' iyiliğini (özellikle de bedensel esenliğini) hedefte tuttuğu gerçeğinin kalıntısıydı.'' - alıntı: j. r. r. tolkien, numenor'un düşüşü, ithaki yayınları, 1. baskı, sf. 99