çocuk evin neşesi derler ya, hah işte çok doğru o laf. tüm gün hiç işim olmasa da oturup izlesem dersiniz. çünkü tüm hareketleri çok eğlencelidir. o minicik elleriyle bişeyleri tutmaya çalışmaları, o minnak ayaklarıyla pıtı pıtı yürümeleri, ömre ömür katan gülümsemeleri.. birazcık büyüyüp de bişeyleri anlamaya başlayınca hele her gün yeni bişeyle çıkarlar karşınıza. kendinizi sürekli "aa bugün şunu yaptı" "hey, bugün şunu etti" derken bulursunuz. sürekli bi heyecan, sürekli bi yenilik, sürekli bi mutluluk. yerim
becerebilenler için; küçük şeylerle yetinebilmek ve hayat ile ilgili beklentileri çok yüksek tutmamak. özellikle de insanlarla ilgili beklenti içine girmemek, buna eş, dost, akraba da dahil.
1 Nisan olsaydı Fenerbahçe taraftarı olmak derdim ama malum 1 Nisanda değiliz.
Beklentiyi her konuda her zaman düşük tutmak ve soluklanan oksijeni her an hissetmek derler. Yani olayların en boka sarptığı anlarda bile içe çekilen o yaşam enerjini hissedip onun içinde akmak..
bu da kafada gerçekleşen bir durum. Ciddi bir fabrika ayarı çekmek gibi bir şey. Tabii bununla da bitmiyor. Bu ayar çekildikten sonra aynı kullanımı gerçekleştirmemek için gereken yeni bir düşünce işlemcisi. (+Ne diyon değişik? -boşver intel'i, amd'ye geç diyorum.)
mutluluğun geçici olduğunu bilmek ve uzun vadeli mutluluk arayışından uzak durmak olabilir. zira her ne kadar hepimizin kafasında "şöyle olsa çok mutlu olurdum" gibi geleceğe dönük beklentiler olsa da bunlar eninde sonunda yerini yine sıradanlığa bırakır. sıradanlığın içinde küçük keyifli anlar yaşarken hissettiğimiz heyecan ve neşe mutluluktur. mutluluk olmasının sebebi de budur zaten. o anları fark edecek kadar zeki olanlar mutluluğu gerçekten yaşayanlardır bence. daha fazlasını beklemeye gerek yok.