Farsça bāzār kökünden gelmektedir. anlamı hepimizin bildiği gibi "alışveriş edilen yer"dir. yedi günün en sevilmeyenidir öğrenciler için. tatil bitiminin habercisidir.
genellikle haftada 1 ya da 2 kere kurulan (haftada 3 kurulanları da mevcut), hem ucuz hem de taze sebze meyve satın almak için ideal alışveriş yeri. ayrıca halkın nabzını kolay yoldan yoklamak için de uygundur.
yaşadığı mahalleden memnun olanların pazara gittiğini düşünüyorum. iş-ev, ev-iş düzenini kıramayanlar zaten ya evden çık(a)mıyor ya hafta içi izinli olduğu tek günlerini pazarın kurulduğu güne denk getiremiyorlar ya da pazar kültürünü tam bir varoşluk olarak görüp aşağılıyorlar. akit benzeri medya kuruluşlarından sebze meyvenin fiyatını kontrol etmek, market fiyatlarına göre alım gücünü oluşturmak ve tabii ki halkın gazını almak için yayın yapan penguen medyanın her dediğine inanmamanın yollarından birinin pazara gitmek olduğunu düşündüm ben hep. çocukluğumdan beri de giderim. uzun süredir kendilerinden alışveriş yaptığım pazarcılarla göztepe muhabbeti de, "yenge nasıl?" muhabbeti de yaptım, yapıyorum. yani, modernleşmekten içi çürümüş bu devirde, pazara gitmekten daha sağlıklı bir yolla insani yönlerimin birçoğunu geliştirebileceğim bir alan göremiyorum.
sosyete pazarı kavramının ortaya çıkmasını sağlayan "pazarlarda giyim kuşam da satılsın" mantığının kabul görmesinden sonra, kıyafet pazarları aldı başını yürüdü. izmir'in en bilinen bit pazarının (artık yok) neredeyse tamamen kıyafet üzerine kurulu düzeni de o zamanlar çıktı. sebze-meyve pazarları da, haftanın belli günleri yerlerini kıyafet pazarlarına bıraktı. sebze-meyve pazarına nazaran güvenilirliği sorgulanabilecek kıyafet pazarları, herhangi bir yerde pazar ismi geçtiğinde insanların aklına gelen ilk pazar çeşidi olmuş durumda.sebze-meyve pazarına gittiğinden bahsedenlere uzaylı gözüyle bakmaya başlamış olan insancıklar da mevcut.
tüyo gibi değil de, yıllardır gide gele oluşturduğum kendi deneyimlerinden çıkardıklarımı paylaşayım (kıyafet pazarlarını bilmem, yazacaklarım tamamen gıda pazarlarıyla alakalı olacak):
- kafada pazarın krokisini çıkartmak: bu yüzden pazara öğleden sonra girip akşamın köründe çıkanlar var. neden? çünkü neyi, hangi pazarcıdan alacağını kafasına işaretleyip ona göre sistematik bir şekilde pazarı turlamak gerektiğine inanıyorlar. pazara girdiği gibi ilk gördüğü yemyeşil elmaların dolu olduğu tezgaha gidip kilosu 4 liradan elma seçmeye başlayan bir müşteri, pazarın yayıldığı alanın tamamını hatim etmiş, bu sırada da nereden ne alacağını kafasına kazıyıp alışveriş seansına başlamış bir mahalle sakininin gözünde toydur çünkü daha sulu, daha lezzetli ve tabii ki daha taze yeşil elmayı 3 liraya alabileceği yeri çoktan bulmuştur (ve hatta satın almıştır) bile.
- pazarcıyla muhabbet: genellikle teyzelerin ayarını tutturamadıkları mevzu bu. hiç muhabbet etmeden alacağını alıp çekip gitmek ile "evladım 2 kilo alsam, şu paraya olur mu?" veya "oğlum, 3 kiloyu geçtiyse, sen çıkartma içinden; getir ben çıkartayım" ya da "eksikse, çürüklerden atma içine, görüyorum seni" gibi muhabbet başlatan cümleler arasında kaldıklarını görüyorum sık sık. yeni nesil pazarcıların çoğu genç ve ne yazık ki apaçi. göztepe muhabbeti yaptığım pazarcıyla ne kilo tartışması yapıyorum ne "çürük koydun, taze çıkarttın" atışmasına giriyorum. bu tür empatiye yönelik tartışmaları anlayabilecek bir nesil yok or(t)ada. "al şu 2 liranı, satmıyorum ben sana hiçbir şey" restini hemen çekebilecek kadar tutarsız oluyor bu genç pazarcılar. söz konusu teyzeler ise, eskilerin "ablacım, 2 tane de benden olsun, evde çocuğun yediğinde beni ansın"vari içten, kendinden veren, mazlum pazarcılarının neslinin tükendiğini bilmiyor; tezgahın öbür tarafında halâ onların olduğunu sanıyorlar. bu gencolar, müşteriyle işi şip şak bitsin, alacağını alsın, vereceğini versin, diğer müşteriye geçsin diyen pazarcılar. en fazla 2 cümle muhabbet edip alışveriş kısmına geçmen ya da tezgahın önünü boşlatman gerek. aksi takdirde, sinir katsayıları üslü olarak yükselmeye ve karşısındakileri bilerek ya da bilmeyerek azarlamaya başlıyorlar.
- köylü teyze formunun aldatmacası: yaşmağından* taşmış bir tutam örgülü beyaz saçı ve kıpkırmızı yanaklarıyla "dağ kekiği 3 lira" diye çığıran köylü formuna bürünmüş teyzeler, çok sayıda toy pazar müşterisini ağlarına düşürmeye devam ediyor. aslında, pazara çıkmış herhangi bir vatandaşın satılan maldan çok, satıcı ile olan temasa önem vermesinden kaynaklı bir sorun bu. köylü görünümlü teyzenin otantik büyüsüne kapılıp, dağ kekiği diye sattığı otun markette satılan reyhan olduğunu anlayamayanlar ise, eve yorgun argın gelip aldıklarını buzdolabına yerleştirirken "hadi be" nidaları atıyor. pazarda geçirilen süre boyunca, önemli olanın satıcı değil, mal olduğunu akıldan çıkartmamak gerek.
- "2 liraya tamamlayayım mı abi?" ile mücadele: bunun önkoşulu şu: ya kilosu 1 buçuk liralık o sebze veya meyveye gerçekten ihtiyacınız olmayacak (keyif için pazardan ananas almak) ya da alacağınız şeyin tazeliğinden emin olacaksınız. bu iki kriterden en az birini sağlıyorsanız "sıkma canını, tamamla aslan" deyip geçebilirsiniz. ama siz, çevrenizdekiler gibi, o tezgaha sadece pazar ortalamasından oldukça düşük bir fiyat yüzünden yanaşmış, pazarcının önünüze fırlattığı küçük leğeni önünüzdeki mal sadece ucuz diye aklınızı kaybetmişçesine doldurduysanız, 2 liraya tamamlatmamız gereken; tamamlatırsanız da buzdolabında bozulmaya terk edeceğiniz bir şeyler alıyorsunuz demektir. "yok, 1 kilo olsun, fazlasını çıkartıver" deyip geçebilirsiniz. aklınız, pazarcının 2 liradan 1 buçuk liraya indirmek için bir çırpıda torbadan çıkarıp tezgaha attığı, özene bezene seçtiklerinizde kalmasın.
- bozuk para ve tartışma: pazara sabahın köründe gitmediyseniz, pazarcıların büyük kısmında bozuk para bulunur. siz tutup da 2 liralık salatalık alıp 200 liralık banknot uzatmadıktan sonra, hiçbir pazarcıya size içinden/dışından küfretme hakkını vermemiş olursunuz. ben kendi taktiğimi anlatayım; siz de kendinizininkini oluşturursunuz: alınacaklar listesindeki yükte de, pahada da ağır tutacak olanlara kağıt para, domates, biber, ot çöp, lor peyniri, zeytin, tereyağı gibi yükte de, pahada da daha hafif tutacak şeyler için bozuk para alıyorum yanıma. "denge şaşmıyor mu?". şaşmaz mı hiç ya. 2 kilo domates alıp 20 lira uzattığım pazarcının "abi, hayırdır? hep bozuk verirdin sen?" tepkisinden sonra, ben de kendi taktiğimi yer yer karıştırdığımı fark ettim. karışabilir ama bunu sıklaştırmamak gerek. yani, ipin ucu kaçtı diye, taktiğimi anlatmadan önce bahsettiğim 200 liracı müşteriye dönmeye çalışmanın manası yok.
- "listesiz pazara çıkmam abi" olmaya gerek var mı: bence var çünkü pazarın krokisini çıkartmak için gezerken, listenin yanına "kel domatesçinin yanı", "laz balıkçının önündeki otçu", "bizim patatesçinin karşı köşesi" gibi küçük hatırlatmalar yazmak, kroki işi bitip de hızlıca alışverişe yönelme noktasında çok işe yarıyor. son yıllarda pek fazla "listeliler" görmüyorum ben. elimdeki listeye bakıp okumaya çalıştığımı görüp kıkırdayan liselilerin sayısı ise gün geçtikçe artıyor.
- kas gücü vs. pazar arabası terörü: ağır taşımamanız gereken yaşlardaysanız (bence 45 ve üstü; çünkü omurga eğrilmeleri bu yaştan sonra başladı benim yakınlarımda), pazar arabasını herkesin üstüne sürün, gitsin. sonuçta ağır taşımamanız gerek, di' mi ama(!). ama hem genç yaşlarda olup hem zımba gibi bir görünüme sahipken, en az 20 kilo taşıyan pazar arabalara yönelmeyin lütfen. kışın tamam; ayakta bot var, postal var, pantolonlar daha kalın. pazar arabasının tahribatını emecek üst yapıya bi' şekilde sahibiz ama ya yazın? geçen yaz, terliğimin üzerinden defalarca geçmeye çalışıp en son küfrederek "ne var bunun önünde ya?" diye bağırdıktan sonra arkasına dönen ve birlikte morarmaya başlamış ayak baş parmağımı izlediğimiz bir teyze vardı. elimden zor aldılar. aynı şekilde, asabi olan ama sanki çevresindeki herkes ve her şey asabiymiş gibi davranan amcalar da pazar arabası edinince, kalkanla er meydanına çıkmış savaşçılara dönüşüyor. pazar arabasıyla mı, yoksa kas gücünüzle mi pazara gideceğinize siz karar verin ama bu terörün bir parçası olmayın, azıcık empati yapıverin.
- beyaz yakalının pazar mücadelesi: eğer akşam saatlerinde pazara gidiyorsanız, çevresine avel avel bakan, bir yandan da sebepsizce gülümseyen, genellikle takım elbiseli beyaz yakalılarla illa ki karşılaşacaksınız. benim işten eve dönüşte pazara gittiğim günlerde, pazar arabalı teyzelerin yerini bunlar almış oluyordu. kırmızı elmalara en sevdiği akrabası gibi bakmalar, köylü teyze formunun ağına bile isteye düşmeler, balıkçıların önünde dakikalarca dinelmeler, peynir alırken peynircinin kesip uzatmasına rağmen tadına bakmamakta ısrar etmeceler (bir de bunların "siz daha iyi bilirsiniz"ci plaza çalışanı versiyonu var)... türlü türlü huylar. pazarda bunlar sökmez. geçen haftanın peynirinden bitiremeyip çöpe atılacak kadar satın alarak eve dönersiniz; benden uyarması beyaz yakalılar.
marketlerin kölesi olmayın. fırsat buldukça ve zaman yaratabildikçe pazarlardan sebze-meyve alışverişinizi yapın. en azından halka karışmış olur, biraz dert anlatıp dert dinler, cebindeki 3 kuruşla ay sonunu getirmiş insanların neler satın alabildiklerini deneyimler, akşam ezanından sonra pazarcıların bir köşeye yığdığı "atılacak" sebze-meyveleri karıştırıp kendince alışveriş yapan yoksulların durumunu yakından görmüş olursunuz. pazarlara gidin, pazarcıları öksüz komayın. pazarlar olmazsa, hepimiz marketlerin kölesi olacağız.
sebzenin meyvenin iyisini yemek için pazardan almak gerektiğini her zaman savunmakla birlikte pazara gitmekten nefret ederim.
bi de pazardan hiç anlamam, hangi sebze taze, hangisi lezzetli... gitmeye gitmeye köreldim.
allahtan eşim seviyor, bu işlerden de anlıyor. sayesinde her hafta evimize taze ve çürük çarıksız meyve ve sebze giriyor. eskiden pazar günleri kurulan bir pazara giderdi, şimdilerde cumartesi kurulan bir pazar var oraya gidiyor. (e çalışınca pazara da hafta sonu gidebiliyoruz.) cumartesi pazarı hem diğerinden daha ucuz, hem de daha büyük. daha çok köylü geliyor. yani kendi bahçesinin ürününü satan satıcı sayısı daha fazla...
ezcümle; pazara gitmek lazım. sebzeyi/meyveyi pazardan; mümkünse bahçe ürünü olarak almak/yemek lazım.
artık ucuz olduğu için değil, eve yakın olduğu için tercih noktası haline gelmiş alışveriş yeri.
3 yıl önce yazdığım girdiyi okudum, bi' de dün gittiğimdeki fiyatları hatırladım. devir 3-5 ay içinde bombok bi' yere evrildi. pazardaki mandalinacıdaki ile köşe başındaki zincir marketteki mandalina aynı fiyata satılıyorsa, pazarların hükmü çoktan bitmiş demektir. dün karşılaştığım fiyatları yazayım (fiyatlar izmir hatay semt pazarı'ndan):
- mandalina: 2 kilo 10 lira (bazı yerlerde çürüklerden seçtiren ve 3 kilo 10 lira diyen satıcılar da gördüm)
- portakal: 2 kilo 10 lira (3 kilo 10 lira da var, ondan aldım, eve gelince hatamı anladım)
- kereviz: kilosu 7-8 lira (daha ucuzu yok)
- ıspanak: kilosu 9 lira (en ucuz 8 liraya gördüm, pörsümüştü)
- karnabahar: adedi 5 lira (karnabahar seçmeyi çok geç öğrenmiş olanlardanım ben de. küçüğü makbul diye bi' şey yok bunda. beyaz olan çiçek kısmı sararabilir ama bu top top olan çiçek kısımlarının tek kökten çıkması gerek. ayrılmışsa, o zaman içi de göçmüş oluyor. rengine göre değerlendirmek yanlış yani. 2 küçük karnabaharı pazarlıkla 5 liraya aldım, içim rahat)
- lahana: adedi 5 lira (devasa olanlar yoktu, karnabaharların hacminden hallice olanları bu fiyatta)
- pırasa: kilosu 9 lira (en fahiş artış pırasada oldu. 2 ay önce 4 lira olan tatsız tuzsuz, doyurmayan ot %100'den fazla zam yemiş. kuzeni olan taze soğanın küçücük demeti de 6 liraydı. ikisi de tek başına karın doyuracak şeyler değil, biliyorsunuz)
- mantar: kilosu 18-20 lira (kültür mantarı bu he. çıntar ya da istridye mantarı zaten aylardır pazarda yok. olduğunda en az 30 lira fiyat çekecekler, belli).
- patates: değişken ama çoğunlukla 2-3 kilo 10 lira (kumpirlik olanlar 2 kilo 10 lira, soymaya değmeyecek kadar ufak olanlar 4 kilo 10 lira. patatesin kilosu 5 lira olduğunda tanzim satışları başlatanlar 3 maymunu oynuyor aylardır)
- kuru soğan: 4 kilo 10 lira (soğan ailesinin en az artış yemiş üyesi kendisi)
- brokoli: kilosu 8 lira (pırasa gibi saçma bi' şekilde pahalı bu da)
- havuç: kilosu 4-5 lira (kafayı yememek elde değil)
- marul: çeşidi fark etmeksizin adedi 5 lira (ben 3 liraya bulduğum uzun yapraklı olanlarından 2 tane aldım ama evde yiyen olmasa almam. yeşilliklerin demeti de 2 lira olmuş. pandeminin başladığı yaz dereotunun demeti 25 kuruştu)
- ayva: değişken ama genelikle kilosu 7-8 lira (daha ucuzunu görmedim)
- elma: değişken ama genellikle kilosu 4 kilo (amasya elması da gördüm, kilosuna 10 lira diyordu, hızlıca uzaklaştım)
aklımda kalanlar bunlar. özellikle meyvede korkunç zam var. pırasa, lahana gibi eskiden atların yoklukta yediği otlar ateş pahası. 4 kişilik aile ayda 1 kere belki gidebilir pazara; onda da alacağı mutfak alışverişini online ya da zincir marketten yapsa, indirim kuponu falan kazanır en azından. pazarda o da yok. pazarcılar da kan ağlıyor ama kış günü saat 5 buçukta kararan havayı düşündüğünüzde, akşamın 6'sında fiyatları sabahkinden okutmaya çalışanları da gördüm. bir avuç mantar kalmış elinde, hala "abi gel, hepsini 20 liraya al, götür" diyor bana. çok değil; taş çatlasa 1 yıl önce, aynı bir avuç en fazla 3-4 lira ederdi. 1 yılda %700 zamlanan herhangi bir şeyin olması benim yaşam standartlarıma ters. pazardan alışveriş yapıyorum lan, daha ne yapayım!
semt pazarları artık ucuzluğun değil, eve yakın alışverişin yeri olmuş durumda. aynı şey mahallenin fırını, mandırası, kasabı için de geçerli. "maliyetim kurtarmıyor" argümanı sağlam, evet ama benim de maliyetim 1 kilo havuç alıp evde kemirerek ölmemeye çalışmaya direnmeye çalışıyor işte.
çok değil, 3 yıl önceki fiyatlarına bakınca (ki başlıkta yukarılarda ben yazmışım gene) gerçekten nasıl bir cehennemin içine düştüğümüzü kanıtlarıyla gösteren alışveriş yeri.
bana uzak olduğu için hiç gitmediğim üçkuyular pazarı'na gittim geçen hafta sonu. zaten istinye park yapılacak diye yok etmişlerdi canım eski yerini. sonrasında da viyadük altında, tozun toprağın içinde, resmen hamam böcekleri gibi alışveriş yapan insanları görmek istememiştim. bu berbat yerine geçtiğinden beri ilk kez gittim. hem gördüklerimi hem de pazar fiyatlarını yazayım.
+ izmir'deki birkaç pazara göre fiyatları da, esnafı da daha iyi buranın. en azından torba istediğinizde ya da sebze-meyve seçmek istediğinizde size köpek çekmiyorlar. gene de hatay'daki pazar yerinden bile küçük olması büyük sıkıntı. bu çevrede (balçova ve ata caddesi'ne kadarki alanda) başka bir pazar kurulmadığı için sıkıntı daha da büyüyor olabilir.
+ sonbaharda izmir'de hem kışlık hem de yazlık sebzelerin fiyatları değişime uğrar. kışlıklar deli gibi zamlı satışa çıkarken, yazlık olanlar iyice düşer. pandemiden beri böyle bir şey yok tabii, eskide kaldı bu durum. gene de çeşitlilik açısından pazar yerlerinin yerini hiçbir market ya da soquq avm dolduramayacak; orası belli.
- domates baya ucuzlamış, 10 liradan gidiyor genelde. patlıcan, köy biberi, yeşillikler (turp otu ve arapsaçı gibi her hafta bulunmayanları dahil), semizotu, patates ve kuru soğan nispeten uygun. normal kabak da iyiydi ama girit kabağı ortalıkta yoktu. devasa marullar 15-20 liraya satılıyor, minimal yeşilliklerin 3'ü, 4'ü 20 lira. izmir'de aylardır devam eden körfezdeki balık ölümleri nedeniyle insanlar balıkçılara pek yaklaşmıyor ama jumbo karidesi 500 liraya satmaya çalıştıklarını da gördü bu gözlerim. hamsi ve sardalya 100 lira civarında (temizlenmişleri de aynı fiyat). peynircilerde ise durdukça hemen bozulan lor ve benzeri peynirler biraz ucuz gibi ama diğer çeşitlerin hepsi mandıralarla aşağı yukarı aynı fiyat. zeytinciler pazar yerlerinin her zaman en iyileri olur. 100-130 lira bandında iyi yeşil ya da siyah zeytin alabiliyorsunuz. zeytin yağı da vardı, sorduğumda "eski hasat 270, yeni hasat 300 lira" dedi. yeni hasatın deli gibi bulanık olması garipti bence. pazar yerlerinde artık doğru düzgün mantar bulamıyordum. kültür mantarını 150 liradan falan satanları gördükçe tepem atıyordu. istridye mantarı ve çıntar gördüm; 200 lira demesine bile bakmadan aldım. çıntar baya kurtlu çıktı ama istridye iyiydi. lahana ve pırasa korkunç pahalıydı. brokoliye 80, bamyaya 150 lira isteyenleri dövmemek için kendimizi zor tuttuk yanımdaki arkadaşla. üzüm de baya yerde vardı ve 60-80 liraya satılıyordu.
- genel olarak pazar yerlerinde dolanan insanların yaş ortalaması korkunç yükselmiş durumda. en gençlerden biri ben ve yanımdaki arkadaş oluyordu herhalde. dev pazar arabasını yarı yarıya bile dolduramadan ağır aksak yürümeye çalışan yaşlıları gördükçe moralim bozuldu. kimsenin 2 eli de tıka basa dolu değildi. birkaç temel gıda (peynir, zeytin, biber, domates, yeşillikler ve marul) alan pazardan çıkıyordu. 3 yıl önce yazdığım girdiye tekrar baktım; insan üzülüyor.
oturduğunuz yere yakın semt pazarlarına gidip hem sosyolojik gözleminizi yapabilir hem de hayat pahalılığını bağırsaklarınızda hissedebilirsiniz. 2-3 kişilik bir ailenin bir pazar alışverişinin en az 1000 lira tutması ve eve geldiğinde birkaç torbaya bakıp kızmak her hafta yapılacak iş değil, sinir krizi geçirir insan tabii. öyle oturduğunuz starfucks'tan dışarıdakilere bakınca hiçbir bok anlamıyorsunuz, kendinizi kandırıp aforizma sıçmayın bence. metroda çok görüyorum böyle tipleri. suratlarına elimdeki tütünü çarpasım geliyor. yapmayın bunu.
ekim sonuna göre fiyatlarına korkunç zam gelmiş olan açık hava alışveriş yeri.
kış günü domates alacak kadar kafayı yediyseniz genel olarak 70 liradan falan başlıyor kilosu. hoş, kış sebzesi olarak bildiğimiz lahana, pırasa, karnabahar falan bile adet olarak 50-60'dan aşağı bulunmuyor (edit: pırasa tabii ki kilo fiyatı, diğerleri adet). patates 3-4 kilosu 50 lira civarında, soğan da hemen hemen aynı fiyattaydı. patlıcan eylül-ekim gibi güzeldi, kilosunu 20 liraya buldum ben cücük kadar, mosmor olanlarını ama genelinin kilosu 50-60 lira civarında. yeşilliklerin 5 tanesi 20 lira olmuş. kötü marullar 30-40 lira. taze soğana aş ermiştik evde. alayım dedim ama o kadar sulamışlar ki, eve gelince baya çürümüş olduğunu anca anlayabildim. onun da demeti 25 liraydı sanırım. mandalina ve portakal çıkmış ama korkunç fiyatlarda. portakalın kilosu 40 lira civarındaydı, yıllardır kendisinden başka yerden almadığım mandalinacım olmasa, mandalinayı da 40 lira civarına alırdım. zeytin ve zeytinyağı fiyatları geçen yılki seviyelerinde. kilosu 100 liraya iyi siyah ve yeşil zeytin alabiliyorsunuz halâ, ki mandıralarda kilosu 200 liradan ucuz zeytin yok. zeytinyağı mevzusu çok saçma bir hal aldı. marketten bildiğim markaları daha ucuza alabiliyorum ama pazarda güvendiğim pazarcılarda litresi halâ 350 lira. internetten küçük çiftliklerin zeytinyağlarına aş ermiştim 1-2 ay önce. en azından "maaşı alınca gömerim parayı bunlara, tek tek denerim" diyordum ama gerek kalmadı. kilosu 20 liraya biraz içi geçmiş turp buldum, evde yeniyor diye aldım. çıntar falan yok tabii, kötü kültür mantarının kilosunu 100-150 liraya itelemeye çalışıyorlar. havucun da 20 liraydı sanırım kilosu.
genel olarak güneş artık 5-6 gibi batmaya başladığı için akşam saatlerinde baya ezik büzük sebze ve meyveleri almaya gelenlerin sayısı korkunç durumda artık. pazarcılar eskiden bunları "alın, gidin de biz de toplanıp eve gidek" diyerek yığardı bi' yere. artık bunlara bile fiyat çekiyorlar. bunu ilk kez gördüm hayatımda. balık fiyatlarına da baktım şöyle bi' ama semtteki dükkanlı balıkçıyla çok bi' farkları yok. cücük kadar hamsi ve sardalya için pazara gidip zombi savaşına girilmez. başka da aklıma gelen bi' şey yok. birkaç poşetlik sebze meyve alalım diye gidip 500'lük olmak artık hayatın bir gerçeği; hem de pazarda bile. 3 dedenin pazarcılık yaptığı tezgah olan bakliyatçılara da baktım ve bi' şeyler aldım, aklıma gelmişken onu da yazayım. pirincin kilosu genelde 70 lira civarında ama baldo çeşitleri sanırım dünya'nın bilinmedik köşelerinden ithal ediliyor ve çok büyük taneliler. kuru fasülyenin kilosu (simav türü, küçük taneli, lezzetsiz ama kısa sürede pişen) 90 liraydı. bulgurlar ucuzdu, kilosu 30 liraya iri taneli bulgur alanlar vardı. uh, yeter, şiştim.
eskisi gibi olsan keşke sen de be pazar. pazarcısının "yeni yılda mayışlara zam gelecek" diyerek önceden zamlamadığı tezgah fiyatlarını, öğlen saatlerinde çevreye göre çok ucuz olduğun halini, küstah olmayan zombi teyze ve amcalarını özledim. geri dönmeyeceksin, biliyorum.
garip bir şekilde fiyatları düşmeye başlayan, büyük ihtimalle ülkenin her tarafı buz kestiği için seralardaki don tehlikesine karşı erken hasat yapılan sebze-meyvenin tezgahlara "eh, işte" fiyatlarıyla geldiği mekan.
dün iş çıkışı izmir hatay pazarı'ndaydım. hatırladığım fiyatları yazayım, kendi çevrenizle karşılaştırın siz de:
- havuç kilo 15 lira: 2 hafta önce 2 kilo alıp halâ bitiremediğim için dokunmadım ama bu haftakiler daha iyiydi.
- pırasa, lahana, karnabahar, brokoli kilo/tane 15 lira: pırasa ve brokoli kilo, lahana ve karnabahar tane fiyatı bu. karnabaharlar nefis görünüyordu, en küçüklerinden almak zorunda kaldım çünkü 4-5 gün içinde kesin sapsarı olur bunlar buzdolabında. brokoli tezgahlarının pazarcı kısmına doğru da baktım. tezgah arkasından kötüleri verme durumunu da görmedim. serada don tehlikesi mevzusu en çok brokoliye yaramış gibi görünüyor. pırasalar halâ saçma sapan bence, lahanalar naystı.
- domates kilo max 15-20 lira: çeriler bile 15 liraydı. en fazla 20 liraya bulunuyordu. ben 10 liralık olanından aldım çünkü 1 hafta buzdolabında kalınca göçmesin istedim. gerçi çok et etmiş ama olsun. yazın 30-35 liradan aşağıya inmemişti domates, kış vakti 10 liraya domates görmek çok acayip. yazın da tat beklentim yoktu, şimdi de yok. marketlerde 50 liraya falan görürseniz almayın çünkü piyasası bu şu anda.
- turp, mor lahana adet 15 lira: turp patlaması yaşanmış. turbun serada yetişmesi de mantıksız, kışın fiyatının bu seviyelerde olması da garip. turplar boy boydu; en büyüklerinin adedi yarım kiloya yakın gelir büyük ihtimalle. evdeki turp ve lahana canavarı olsaydı, 5-6 kilo alıp buzdolabında çürümeye terk ederdik herhalde. bulaşmadım ben tezgahlara ama millet baya fazla fazla almak için gömülmüştü turplara, lahanalara.
- marul adedi max 25, yeşillikler halâ 3-4 tane 20 lira: marullar baya iyiydi hemen hemen her tezgahta. çok büyük değiller ama saçma sapan küçültülmüş halde de değiller. yeşilliklerin bir türlü ucuzlamamasına şaşırmayı bırakalı da çok oldu. yazın en az 30 lira olur aynı miktardaki teredir, maydonozdur, dereotudur.
- arapsaçı kilo 30 lira: 3 yerde gördüm ve yeşilliklerinden kendimi alamadım. anason deposu, haşlanmaya başlayınca evin oksijenini yok eden, etsiz yenmeyen bir sebze olarak ben sevmem ama markette kilosunu 100 liraya falan görürseniz küfürler eşliğinde yolunuza bakın.
- palamut 250, hamsi ve sardalya 150 lira: kilo fiyatları bunlar. palamutlar berbattı, gözleri geçen hafta öldüklerini söylüyordu bana. sardalyalar akşam pazarına kalmış ve "gel abi, 100'e indi" diyen tezgahlar da vardı. ayıklatırsanız da aynı paraydı. dışarıda daha pahalıya almayın bunları.
- çilek kilo 50 lira: bi' tezgahta 30'a da gördüm ama "bu mevsimde ne çileği lan?!" diye de sormadan edemedim. 50'lik olan daha büyük ve daha az kırmızıydı, 30'luk olansa daha küçük ve daha kırmızı.
- limon kilo 15 lira: 2 hafta önce 2 kilo alıp buzdolabında çürümeye terk ettiğim için almadım ama 25 lira olanlar dev gibiydi. benim son aldıklarım safi kabuktu ama deli gibi suluydu. sadece tek sıkıntısı, yatak limonu olmadıkları için ve büyük ihtimalle sera işi oldukları için korkunç boyutlarda çekirdek çıkarıyorlar. dikmeyi de denemiştik biz bunları ama gene büyük ihtimalle ithal tohumdan üretildikleri için çıkmıyorlar, haberiniz olsun. gene de ekşilikleri falan iyi.
- mandalina, portakal kilo 15-30 lira: mandalina baya azdı ama baya büyümüşler. gümüldür ya da bodrum mandalinası devrine de yaklaştık ama hiçbir yerde görmedim. portakallar kafam gibi, ocak'tan önceki "büyük mandalina mı, yoksa portakal mı bunlar?" diye yaklaştığım portakallar yok artık. bu devasa portakalları alacaksanız, kabuğunun çok fazla delikli olmamasına ve biraz da olsa yumuşak olmasına dikkat edin. çok sert olanların içi neredeyse tamamen lif oluyor, fazla delikli olanlar da içten çürümeye yatkın oluyor.
- kültür mantarı kilo 160, kestane mantarı kilo 190 lira: kültür mantarına 100 liradan fazla vermeyin, değmiyor. kestane mantarını 200'den alıyordum hep, neden ucuzladığını sordum, "az geldi bu hafta" dedi pazarcı. aldığınız yer aynı değilse zaten güvenmeyin. çıntar aylardır piyasada yok mesela.
- patates, soğan 3 kilo 50 lira: yaklaşık olarak bu fiyatlar. soğanın daha da ucuzlayacağını söylüyorlardı 2 hafta önce ama zam yemiş gibi geldi bana. kırmızı soğan hiç yoktu. onu en az kilosu 40 liradan okuturlar. ihtiyaç oldukça tek tük alın. bu senenin patatesleri de, soğanları da bi' boka benzemiyor. patatesler buzdolabına koymazsanız 3-4 günde filizlenmeye başlıyor, soğanlar da yumuşuyor. soğanın içten çürüyüp dışından hiçbir şey fark ettirmemesini ben 2 yıldır gözlemliyorum. eskiden kafasından taze soğan vermeye başlardı, o zaman çok beklediklerini anlardın. şimdikiler ise, dışı taş gibi, içi simsiyah soğanlar işte. az alın, yeyin, bitsin; gene alırsınız. pazarcı da aynısını dedi bana.
- (edit) enginar 3 tane 100 lira: yeni çıkmaya başlıyorlar sanırım ama büyüklerdi. kıçı başı ayrılmamış, saplı hali bu. ayıklamış olan tezgah da görmedim çünkü bu soğukta kimse saatlerce suyla oynamaz tabii. 1 ayı daha var almak için ama şimdiden çıkması bu sene de enginar marjının fazla olacağını gösteriyor.
2 hafta öncekine göre biraz daha ucuzdu ama soğuklardan ötürü don tehlikesini hesaplayınca şubat boyunca pazar fiyatlarının daha da düşmesi gerekiyor bence.