-
sevdiğiniz insana yapması daha güzel olan eylem. -
insanı mutlu eden aktivitelerden biri. hele ki bir şeylerin üstesinden gelmeye ihtiyacınız varsa ve yoğun baskı altındaysanız önlüğü takıp mutfağa girişmeniz rahatlamanıza yardımcı oluyor. neticede önünüzde bir tabak makarna bile buluyor olsanız bile yeter. içinizdekileri yemeğe yansıtırken cömert olursanız basit bir şey yeseniz bile dünyanın en güzel tadını alıyormuşsunuz hissi verebilir. insanın emeğini somut bir biçimde görebilmesi ve hatta onu yiyebilmesi çok güzel bir şey bence. -
Ev işi yapmaya bayılırım. Ama şu illeti bir türlü sevemedim. -
başka ülkelerin mutfaklarından yapılan bir eylemse eğer, kimseye bundan söz etmemeniz gereken eylemdir.
tarif isteyenler ayrı, "malzeme nereden alabiliriz?" diyen ayrı, "bize yemek yapsana" diyen ayrı... -
ev kadınının default vazifesidir. kimi severek yapar, güzel yemekler koyar sofraya, kimi de kerhen yapar, yaptığı yemek kerhen yenir. öte yandan kadından beklenen yemek yapma becerisi ev ile sınırlıdır. dünyanın şöhret sahibi şeflerinin tamamına yakını erkek. feminik damarım burada bir yanlışlık var diyor. beceriyi nakde tahvil etmek söz konusu olduğunda piyasayı erkekler domine ediyor. son elli yılda kadın şefler de türemeye başladı. ama piyasada isim yapmak ve yıldızlı restoranlarda şöhrete kavuşmak hala zorlu bir mücadele gerektiriyor. -
Motor harekete dönüştürmesine lüzum olmayan her birey için zevk alınması olasıdır elbette. Fakat tatlı yapmayı açık ara daha meditatif bulurum. Meditatif kısmı da süreç bazlı değil, sonuç bazlıdır. Acaba beğenecekler mi? Ay ne kadar yiyecekler? Tekrar isteyecekler mi? Sorularıyla köpürtürsünüz yumurtayı. Sürekli bir endişeyle fırına koşup kabarma düzeyini kontrol edersiniz filan. Bakın buralar fecii stresli. Ama fırından çıkarınca olağanüstü bir rahatlık gelir. Ben yapacağımı yaptım yağsın feedbackler dercesine. Eğer kamuoyundan geçerse vatana millete büyük bir fayda sağlamış gibi gururlu hissedersiniz. En azından o gün için adeta bir Evin anasınızdır. Ama eğer kötü olmuşsa inanın daha bile iyi. Kimse sizi mutfağa sokmaz ve meditatif şeyleri bambaşka alanlarda deneyimleme fırsatı yakalarsınız. Yani akıllı olun bu hayatta öyle her şeyi kafaya takmayın, hadi bakiim. -
Ev kadınının sürekli meşgalesi, çalışan kadının kabusu. Çoğu insan Beceriksiz olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılsa da biraz zorlayınca aslında herkesin iyi ya da kötü yapabileceği eylemdir. Hem internet hayatımızın her alanında, açın tarife bakın, bakın nasıl da o tencereler kaynıyor. -
altın çağını, rönesansını yaşıyor. eve kapanan tavanın, fırının başında. puf puf ekmekler, poğaçalar, bazlamalar. millet mayanın uzmanı oldu iki çeşidini bir gün önceden hazır ediyor.
instagram sıfırdan, un-süt - kakao seviyesinden kat kat pastalarla doldu. koca adamlar krema tarifi tartışıyor vatsap'da. ulan daha geçen sene soslu tavuk pişirmeyi marifet bilen adamlardı bunlar. nutella eritince sevinirlerdi. şimdi: "vay efendim brovniye kabartma tozu konur mu?"
bir tek bu evde bira meselesi beklediğim kadar coşmadı. tedarik problemli herhalde. -
Sonunda kirlettiğiniz bulaşıkları siz yıkamak zorunda kalmayacaksanız muazzam olay, birde benim gibi sos falan yaparken hayır hepsi ayrı tavada sotelenip birleşecek gibi bir takıntınız varsa yemek yapmak ne kadar keyifliyse sonrası o kadar ızdıraba dönüşür aman diyeyim. -
Tatlıdan tuzluya, basitten komplikeye, yerel mutfaktan dünya mutfağına her biri insanı rahatlatıp vakit geçirtiyor.
Ortaya bir şeyler çıkarmanın keyfi, zamanla püf noktaları keşfetmek ve böylece mevcut lezzeti artırmanın hazzı...
Yemeyi sevmeyip yapmayı sevenlerdenim.
O hazırlık ve sunum aşaması yemekten aldığım lezzetten katbekat fazla. -
İnsanların bu meziyetin zorluğunu fazla abarttığını düşünüyorum. Biraz tat alma duyun varsa, iyi yemekten anlıyorsan iki püf nokta öğrenip hayvan gibi iyi yemek yapabilirsin. Şahsen 5 ay gibi bi öğrenci evi tecrubesiyle şimdi ayıptır söylemesi harikalar yaratıyorum.
Püf nokta derken soğanın ve salçanın iyi kavrulmasından, pilav lapa olmasın diye üstüne accuk limon sıkılıp öyle kavrulmasından, kek yaparken yumurta ve şekerin çok iyi karıştırılıp un koyulduktan sonra minik minik karıştırılmasından, hangi baharatların nelerle iyi gittiğini bilmekten bahsediyorum.
Not: bir sıkıntım var.. sunum yapamıyorum yeni gelin gibi olmasa da hani kıyıdan köşeden * -
16-17 yaşındaydım, üniversitedeydim* bir de üstüne aşık olduğumu sanıyordum ya da aşıktım. yemek yapmanın y'sini bilmezken ona yemek yapmaya çalışıyordum. çerkes bir arkadaşımdan sonra sonra öğrendim ki; soğan, salça ve patates üçlüsü ile her türlü yemeği kotarabiliyorsun. ama yemek yapmak yine de sanat gibi, ustalık gerektiriyor. -
bana göre yemek yapmak, uygun olan malzemeleri birbiriyle eşleştirmekten ziyade biraz enerji işidir. aslında bu hayatta ne yaparsam yapayım hep ciddiye alarak yapmışımdır. yemek yapmak da ciddi bir iştir. ciddi iş derken, enerjinizin tümünü toplayıp yaptığınız yemeğe aktarmak gibi. * birkaç defa test ettim eğer istemeden, keyifsiz bir şekilde mutfağa gittiysem o yemek pek güzel olmuyor. sanırım sevgimi, enerjimi katamıyorum. bence yaptığınız yemeği tadan insanların da yemeği beğenmesi / beğenmemesi durumu sizin o yemeğe enerjinizi, sevginizi ne kadar katabildiğiniz ya da katamadığınızla alakalı. tabii bir de sırf siz üzülmeyin diye yaptığınızı zorla yiyen insanlar var. yapmayın öyle şeyler... * yemeğimi tadan kişi beğenmediyse söylesin, ben de karşılığında "çok biliyorsan sen yap, ben yiyeyim" demek isterim her zaman. ** -
aslında hayatta kalmak için temelde, günde yarım ekmek 3 litre su, biraz şekerli çay, biraz pilav veya makarna gibi karbonhidratlar yetiyor insana. yumurta demedim bak daha, süt demedim. ama yaklaş bi sır vercem sana :
-- spoiler --
ben restoran işi yaptım erken gençlikte. 6 sene öncesine kadar da devam etti. çok şef gördüm, çok yemek tattım, çok denedim. elde temel bir malzemem varsa, mesela patlıcandır, ne bileyim kabaktır, zarganadır*, açar bakarım yemek kitaplarına, internete. bilmediğim, denemediğim ama içindekilerin damağıma uyacağını düşündüğüm şeyleri yaparım. pazar günleri bunu denerim genelde. tatlı çok sevmem, abur cubur da çok sevmem. ama kazandibi yapıyom işte işsiz gibi. bi de zor.
temiz çalışamam yemek yaparken ama kullandığım malzemeyi hemen kaldırırım ortadan. ulan az mı geldi acaba diye tereyağının boku çıkmasın ya da ulan bi diş daha sarımsak soyayım dememek için. benim hoşuma gidiyor. kadın/erkek ilişkilerinde bunun kadının üzerine kalan bir vazife oluşu da acayip enteresan. lan illa kadın yapacaksa sen de soğanı soysana?
tabi herkes gibi benim de imza yemeklerim var. (bkz: hamburger). buraya yazmaya üşendiklerim de var elbet. sevdiğim bir misafire ya da kendimi ödüllendirmek istediğimde yapıyom onları ama. yoksa burjuva değilim. herkes gibi bende taze fasülye, türlü, nohut falan tüketiyorum. hiç bi şey bulamazsam, salçayla soğan kavurup yiyorum. ne demişler? yarım ekmek+yarım soğan+10 zeytin = huzur. -
çeşitli yiyecekleri birleştirerek pişmiş bir aş ortaya çıkarmaktır.
yemek yapmak ayrı, lezzetli yemek yapmak ayrı mesele. bunda herkes hemfikirdir zannediyorum ki. şimdi kalkıp yeterince iyi bilmediğim bir konuda ileri geri konuşmak istemem ama lezzetten tamamen bağımsız olarak bazı yemeklerin yenilebilirliği yapan kişi tarafından o kadar düşürülüyor ki, üzerine ne kadar az düşünürsem o kadar mutlu oluyorum. bu mantıken, dışarıda yediğim yemeklerin çoğunda böyle olmalı ama onlara hoş olmayan yöntemlerle yemek yapan birinin evinde yediğim yemek kadar tepki göstermiyorum. nedenini bilmiyorum aslında, epey saçma.
yemeğin tadına karıştırılan kaşıkla bakmak, elleri yeterince sık yıkamamak ve yemek yaparken her şeyi elle mıncıklamak, ortamın pis olması, tencerenin tavanın tabağın yeterince temiz olmaması gibi birsürü şey sıralayabilirim bu konudaki hoşnutsuzluk kriterlerime. belki hiçbir yemeğin mutfağını bilmesem hayat daha kolay olur. dışarda yemek mevzusu da buna benziyor. misafirliğe gittiğim bi yerde de yapan kişiye güveniyorsam problem etmiyorum.
küçük sayılabilecek bir yaşta bir keresinde artık yemek yemenin işkenceye dönüştüğü bir misafirlik yaşamıştım, hem de birkaç gün sürmüştü. olabildiğince yemek saatlerinde bahaneler üretip tanımadığım o yerde bulduğum bir fırından karnımı doyurmaya çalışıyordum. bir gün fırından aldığım simiti (muhtemelen günümün tek öğünüydü) yerken içerde simitlerin üzerinde dolanan kocaman bir böcekle göz göze geldik ve bana el salladı. o günden sonra paketsiz şeylere bulaşmadım. nerde sağlıksız paketli kek, çikolata falan var onları yemek niyetine tüketiyordum. etrafının sarılı olması inanılmaz güvende hissettiriyor beni. hala öyle, hala pek bilmediğim bi yerde yemek yemem gerekiyorsa kekstra yerim. kekstra yemek değil demeyin, öyle. -
yabancı dil öğrenmek gibidir. öğrenmesi kolaydır ama geliştirmesi emek ister. çünkü yemek yaparken, sadece içine koyduğumuz malzemelerin kaliteli olması yetmez. o malzemelerin dokusu, yani nasıl doğrandığı ve göz kararı yerine tam ölçüleri kullanmak çok önemlidir. küp küp diyorsa, küp küp doğranır. bir çay kaşığı karabiber diyorsa, iki çay kaşığı kullanılmaz. bir yemekte, tadının ön planda olması gereken malzemeyi desteklemek için kullanılan figüran malzemelerden birinin ayarını kaçırırsanız, o tarif artık sizin damak tadınıza özel olmuştur. siz çok seviyorsunuz diye, bir diş sarımsak koyulması gereken yemeğe üç diş sarımsak koyarsanız, ana malzemenin tadını baskılarsınız. böylelikle o yemek hünkarbeğendi yerine, "la campanella beğendi" olur ki, herkese hitap etmeyebilir. ha, ben @la campanella beğendinin dibini sıyırarak yerim o ayrı ama her şeyin bir yolu yordamı vardır.
dışarıda seksi, yatakta vahşi ve mutfakta aşçı olan tüm kulzos yazarlarının ellerine sağlık canikom.
ben hepinizi yerim. -
başlarda (özellikle de öğrenci evine yeni çıkılmışken) angarya gibi gelse de arkasındaki mantığın çözülmesi ve yemek tarifleri için temiz bir defter tutulmasıyla pek gayet bir hobiye dönüşebilecek, dinlendirici ve eğlenceli eylem.