-
cumhuriyet dönemine kadar roma imparatorluğu, bizans imparatorluğu, latin imparatorluğu ve osmanlı imparatorluğu'na yıllarca başkentlik etmiş şehirdir. -
istanbul sapphire adlı binadan çekilen bir fotoğrafla "yok artık" dedirten şehir.
www.detaypan.com/... -
en az 7000 yıllık şehir. napolyon'a göre dünyanın başkenti. -
şunun şurasında kırk yıl öncesine kadar doğrudan sur içini işaret ederdi istanbul ismi. ben küçükken senede üç beş kere kadıköyden vapura binip istanbul'a geçerdik. bakırköyde oturan akrabalarımız istanbul'a inerdi. sarıyerdekiler, istanbul'a giderdi. şimdi artık çorlu'dan gebze'ye kadar her yer istanbul. tamam hayat gelişme üzerine kurulu, şehirler de büyür zamanla, ama istanbul hormonlu ve obez. hatta morbid obez. -
türkiye'nin her bakımdan en renkli şehri. şehirdeki nüfus yoğunluğu ve şehrin sanat tarihiyle de orantılı olarak da ülkemizde tüm sanat dallarının başkenti ve merkezi. -
ezginin günlüğü'nün 2003 yılında yayımlanan ilk aşk albümünde yer alan, sözleri ve müziği nadir göktürk'e ait olan bir şarkıdır. şarkı, grubun "ilk aşk" albümü dışında -grubun kuruluşunun 25. yılı için özel olarak hazırlanan çeyrek isimli albümde mirkelam tarafından da seslendirilmiştir,
şarkının ezginin günlüğü yorumu,
www.youtube.com/...
mirkelam yorumu,
www.youtube.com/...
istanbul istanbul dedim sana geldim
istanbul istanbul geldim de ne buldum
anam ayırmazdı benden gözünü
söylemişti dinlemedim sözünü
yıllardır unuttum artık yüzünü
beni ne dertlere saldın istanbul
beni ne dertlere saldın istanbul
bir ateş buldum, yandım yakıldım
esti geçti rüzgarına kapıldım
bir o yana, bir bu yana yıkıldım
hayallerim vardı çaldın istanbul
ne ümitle geldim, ama ne buldum
hani taş toprağın altın istanbul
istanbul istanbul dedim de geldim
bu koca şehirde ben yalnız kaldım
bir o yana, bir bu yana yıkıldım
hayallerim vardı çaldın istanbul
ne ümitle geldim, ama ne buldum
hani taş toprağın altın istanbul
?istanbul istanbul diye özendim
beyaz mermerlere yattım uzandım
çalış çalış üç-beş kuruş kazandım
onu da elimden aldın istanbul?
çalış çalış üç-beş kuruş kazandım
beni ne dertlere saldın istanbul
bir o yana, bir bu yana yıkıldım
hayallerim vardı çaldın istanbul
ne ümitle geldim, ama ne buldum
hani taş toprağın altın istanbul
-
bir şarkı olarak ta bilinir.
www.youtube.com/... -
vedat türkali'nin "sis şairi"ne, yani tevfik fikret'e ithaf ettiği ancak karısı merih baykal ve yeni doğan kızı deniz türkali'yi düşünerek yazdığı şiirdir. vedat türkali, bu şiiri yazdığında konya akşehir'de öğretmen olarak çalışmakta, eşini de, yeni doğan kızını da görememektedir, şiir, yazıldığı dönemde çok sevilir ve başlangıçta şiirin kime ait olduğu bile bilinmeden elden ele dolaşır. "istanbul" ilk kez vedat türkali'nin "bir gün tek başına" isimli kitabında yer alır. "bir gün tek başına"da günsel bu şiirin bir bölümünü kenan'a okumaktadır. "onur akın"ın da üyesi olduğu "grup baran" tarafından şiirin bir bölümü bestelenir ve şarkıya "bekle bizi istanbul" adı verilir ve bestelenen bu şarkıyı daha sonra "edip akbayram" da seslendirir. şiirin tamamı şöyledir,
"sis" şairine ithaf edilmiştir.
salkım salkım tan yelleri estiğinde
mavi patiskaları yırtan gemilerinle
uzaktan seni düşünürüm istanbul
binbir direkli halicinde akşam
adalarında bahar
süleymaniyende güneş
hey sen güzelsin kavgamızın şehri
ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
bakışlarımda akşam karanlığın
kulaklarımda sesin istanbul
ve uzaklardan
ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
sen şimdi haramilerin elindesin istanbul
plajlarında karaborsacılar
yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
meyvesini birlikte devşirirler
sen şimdi haramilerin elindesin istanbul
et tereyağı şeker
padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
yumurta masalıyla büyütülür çocukların
hürriyet yok
ekmek yok
hak yok
kolların ardından bağlandı
kesildi yolbaşların
haramilerin gayrısına yaşamak yok
almış dizginleri eline
bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
onların kemik yalayan dostları
onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
ve sen
ve sen haktan bahseden ortaköyün cibalinin işçisi
seni öldürürler
seni sürerler
buhranlar senin sırtından geçiştirilir
ipek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
hakkında idam hükümleri verilir
haktan bahseden namuslu insanları
yağmurlu bir mart akşamı topladılar
karanlık mahzenlerinde şehrin
cellatlara gün doğdu
kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
bir kalem yazın vardır
dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
söylenmez
haramiler kesmiş sokak başlarını
polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
haramilerin elinde
ve mahzenlerinde insanlar bekler
gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul
bulutların ardında damla damla sesler
gülen çehreleri ve cesaretleriyle
arkadaşlar çıktı karşıma
dindi şakalarımın ağrısı
bir kadın yoldaş tanırdım
bir kardeş karısı
hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
gebeliğin dokuzuncu ayında
aç kurtların varoşlara saldırdığı
tipili bir gece yarısı
sırtında çok uzak bir köyden indirdi
otuzbeş kiloluk sırrımızı
zafer kanlı zafer kıpkırmızı
boşuna çekilmedi bunca acılar istanbul
bekle bizi
büyük ve sakin süleymaniyenle bekle
parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
mavi denizlerine yaslanmış
beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
ve bir kuruşa yenihayat satan
tophanenin karanlık sokaklarında
koyunkoyuna yatan
kirli çocuklarınla bekle bizi
bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
bekle dinamiti tarihin
bekle yumruklarımız
haramilerin saltanatını yıksın
bekle o günler gelsin istanbul bekle
sen bize layıksın
şiirin şarkısı için, (bkz: bekle bizi istanbul) -
düşük ve orta gelirli insanların cehennemi. -
yaşamak ve hayatta kalmak arasındaki ayrımı her gidişimde beynime kazıyan şehir.
trafik, çaresizliğin vücut bulmuş kütlesi. -
genellikle uzaktayken korkutucu görünen, içinde yaşamaya başlayınca bağımlılık yapan bir şehirdir derler. niyeyse bende bağımlılık yapmadı.
2000 ile 2004 yılları arasında 4 senemi geçirdim kendisinde. 2 sene şirinevler'de, 2 sene kavacık'ta. giderken korkmuştum açıkçası. tek başıma koca istanbul. kısa sürede alıştım. uyan, işe git, eve gel, yemek ye, oyun oyna, uyu. haftasonu bir yere gidebilirsen şanslısın.
sonra tekirdağ'a taşındım. işte o zaman anlıyorsun. ya düşün bir, her iki şehirde de 18:00'de işten çıkıyorsun. istanbul'da 18:30'a kadar servis kalkmıyor. 19:30'dan önce eve ulaşmak hayal. tekirdağ'da 18:00'de işten çıkıyorsun, 18:10'da yürüyerek eve ulaşmış oluyorsun. ya da sabahları. mesai her iki şehirde de 09:00'da başlıyor. istanbul'da saat 07:15'de servis bekliyorsun yolda 08:30 gibi servis iş yerine ulaşıyor. tekirdağ'da 08:30'da evden çıkıyorsun.
eziyettir istanbul. parası olup çalışmak zorunda olmayana iyi gelebilir. ama genel müdür bile olsan, çok para kazanıyor bile olsan, sana yaşayacak zaman bırakmadığı için eziyettir. çünkü sadece trafikte kaybettiğin zamanı dahi geri alabilecek bir para birimi ve miktarı yok. -
türkiye istatistik kurumunun hazırlamış olduğu 2013 yılı adrese dayalı nüfus kayıt sistemi nüfus sayımı sonuçlarına göre istanbul'un toplam nüfusu 14.160.467 kişidir.
istanbul'un 14'ü anadolu yakasında, 25'i avrupa yakasında olmak üzere toplam 39 ilçesi vardır. istanbul'un 39 ilçesi nüfus sayısı bakımından 2013 yılı verilerine göre incelendiğinde en yüksek nüfusa sahip ilçesi bağcılar, en az nüfusa sahip ilçesi de adalar olmuştur.
istanbul'da yaşayanların yaklaşık % 64,71'i (9.162.919) avrupa yakası; % 35,29'u da (4.997.548) anadolu yakasında yaşar.
-
dünyanın en büyük şantiyesi... -
İstanbul bir ülke gibi. İlçeleri de türkiye'nin her köşesini barındırıyor. izmir'i de var, sivas'ı da var, adana'sı da var, muş'u da var. -
sanalda tanistigim yabanci girller nerede dogdun dediginde avrupada bir yerde iste ben aslinda dunya vatandasi ve yildiz tozuyum deyip gecistirdigim yer. yalan degil sonucta. * -
kendine hayran bırakır şiir yazdırır, çekilmez olur cinnet geçirtir, paran yoksa süründürür varsa da daha az süründürür, boğazı bile görmemiş insanları barındırır ama onlara da umut verir, değil büyük ressamların tablolarında, kolonya şişelerinde, pastane kutularının üstünde bile ayrı bi güzel durur silueti, trafiği insanı daha önce kendisinin bile görmediği psikopat haliyle tanıştırır, türkiye'nin her bölgesinden insan alır getirir bir türkiye daha olur. belki de türkiye'den de büyük bir küçük türkiyedir. -
boğazda bir yalıda oturuyor, şehrin en kalabalık ve kozmopolit yerlerinde bulunmak zorunda kalmıyor, toplu taşıma kullanmıyor, o sergi senin bu konser benim geziyor, en güzel yerlerde yiyip içiyor, trafiği ve muhafazakarlığı dert etmiyor ve paraya başka başka isimler veriyorsanız yaşanabilitesi olan şehir. -
doğum günün kutlu olsun güzel şehir. aşık olduğum ilk kadın burada olduğu için hiç sevmiyorum burayı.bu arada, ümraniye ve fikirtepe tehlikeli semtler galiba.
t: bundan tam 564 yıl önce fethedilmiş şehir. -
istanbul yedi tepeli şehir olarak bilinir. bu tepelerin günümüzde istanbul'un her yerinde örneklerine rastlanabilecek, isminde tepe geçen maltepe, gültepe, çeliktepe, fikirtepe gibi semtlerle uzaktan yakından alakası yoktur. yedi tepenin tamamı sur içindedir. vikipedi'ye göre bunlar: günümüzdeki semt isimleriyle, topkapı sarayı tepesi, çemberlitaş tepesi, beyazıt tepesi, fatih tepesi, yavuzselim tepesi, edirnekapı tepesi, kocamustafapaşa tepesidir.
istanbul belediyesi'nin ambleminde de yedi tepe ortada yedi beyaz üçgen olarak görülür.
dersbasi.files.wordpress.com/... -
gözlemlediğim kadarıyla aslında sivas olan şehir. -
roma, bizans ve osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış bir kent... üzülerek söylüyorum ki şu anki hali insanı kahrediyor. -
manuş baba'nın dönersen ıslık çal isimli albümünde yer alan şarkı.
sözleri :
-- spoiler --
Anamız ağlıyor istanbul,
Ha gayret sarhoşuz bu gece, yine
Kıyısız kalmışız dostlarla,
Masada bol rakı, bol roka
Ver elini istanbul,
Vapurlara binelim, tütsün bacamız, cigaramız,
Hani biraz da çakırsak eğer,
Elleşmesin bize kimse,
Ay geceden ötede, uzakta
Bir küçük pervaz önünde, vapurlar
Sardunyam bana küsmüş, ağlar
Dayanmaz artık adam, ağlar
Dayanmaz istanbul, ağlar
-- spoiler --
www.youtube.com/... -
Izmir'de yaşayan biri olarak gezmesi görmesi eğlencesi güzel fakat yaşaması ürkütücü gelen güzide ilimiz heran herşeyin olabileceği bir yer -
yaklaşık 7 yılın ardından ilk kez gittiğim ve gittiğime, gideceğime pişman olarak geri döndüğüm gocaman şehir.
gözlemlerimi "daha rahat anlatma yolum" olan madde madde yazarak iliştireyim şuraya gene her zamanki gibi.
- istiklal caddesi'ni tam anlamıyla bok etmiş seçilmiş kişi kadir bey. tarihi tramvay ın ortadan kaldırılması bir yana, raylarını söküp üzerine beton attıktan sonra yeniden oraları kazmak, istiklâl'i tam bir varoşa çevirmiş durumda. tünele kadar inen o müthiş caddenin aksaray'ın kenar mahallelerinden bir farkı yok artık. betonlaştırılan taksim meydanı 'nı da ilk kez yakından görebildim. akm'nin önüne kadar beni bırakan servisin şoförü "her ne kadar kendini hazırlamış olsan da, çok şaşıracaksın." dediydi de, "yok yaae, televizyondan gördüm, şaşırmam" demiştim. büyük yıkım oldu benim için. cumhuriyet anıtı'nın çevresine yaklaşmak yasak, istiklâl'e girişte sağ tarafta sabit polis ordusu duruyor, ray yapım çalışmaları sebebiyle şantiyeye dönen koca bir cadde... iyi bok yemişler.
- taksim ve çevresinin şantiye ve betona dönüşmesi, arap turistleri hiç etkilememiş. hatta, bombalı saldırılardan sonra turist kaybı yaşadığı öne sürülen istanbul'un en kalabalık yeri halâ taksim. geçen cumartesi sabah 6'da taksim'deydim. galatasaray lisesi'ne doğru yürürken, çevremde türkten çok yabancı turist olduğunu fark ettim (çoğunlukla araplar). bu turistlerin en önemli özelliği ise, çevrelerindeki mahvolmuş sokağa karşı hiçbir ilgi göstermemeleri, yalnızca mağaza vitrinlerine bakmak için üstünüze üstünüze yürümeleri. istiklâl'de her zaman insanlar birbirlerinin üstüne üstüne yürürdü, tamam ama bu sefer ortalıkta ahmet, mehmet, hasan da yok; omzu vurduğu gibi sizi sersemletme amacı güden, ninja formlu yabancılar var. birine çarptıktan sonra arkamı dönüp "özür dilerim" dedim ama muhattabım başka birine çarpmaya doğru gidiyordu.
- bu arap turist yoğunluğunu yalnızca istiklâl'de görebildiğinizi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. sıraselviler'den aşağı doğru sallandığınızda ya da istiklâl'i bitirip galata'ya doğru yol aldığınızda, tablo daha da korkunçlaşıyor. yahu, ben izmir'de, el ele tutuşmama ters ters bakan dallamalardan rahatsız oluyor ve üzerlerine yürüyorum. 6 günden biraz daha fazla kalsaydım istanbul'da, cinnet getirip katil olmam içten bile değilmiş. galata tarafları tamamen bitmiş. kerhanesi ile ünlü karaköy bile küçük beşiktaş'a doğru evrilmek için can atıyor. bunların hepsi de arapların çoğunluğunu oluşturduğu yabancı turistlerin etkisi yüzünden oluyor. ulan, hani turizm bitmişti? hani patlamalardan sonra türkiye "turizm için ölü ülke" haline gelmişti? bizim yerli turisti evlerinden dışarı çıkarmamak için yapmış olmayasınız bu açıklamaları?
- taksim'deki bu tabloyu içine sindiremeyenler kadıköy'e doluşmuş. balık pazarı'nın paralelinde, barlar sokağı gibi, meyhaneler sokağı oluşuvermiş. gerçi, bunu beğendim. yan yana en az 15 meyhanenin karşılıklı yer aldığı dar bir sokak bana hep çekici gelmiştir. akmar'ın alt katı halâ '90'lar kokuyor, barlar sokağı (eski mekanların büyük kısmı değişmiş ya da kapanmış olsa da) gene cıvıl cıvıl, zincir'in alt katı sigara dumanı yerine artık rutubet ve nem kokuyordur (gidemedim), barlar sokağı'nı moda'ya doğru bitirdikten sonra sola dönünce sağ köşede yer alan rock pub halâ bütün asaletiyle yerinde duruyor. kadıköy'ün çehresi pek değişmemiş gibi geldi bana. pazar ve salı günleri oradaydım, ilker ayrık'ı bile yan masamda rakı içerken gördüm ama ne -istiklâl'deki gibi- bilinçsiz bir zombi güruhuna dönüşmüş bir kalabalık vardı ne de "sadece cebimdeki paraları harcamak için buradayım" diyerek eğlenmeye gelenler.
- "sadece cebimdeki paraları harcamak için buradayım" diyerek eğlenmeye gelenleri biraz daha açmam gerek: istanbul, bundan 13 sene önce, ilk kez kendisini tecrübe ettiğimde de paranın hiçbir öneminin olmadığı, söz konusu geçinmekse, türkiye'nin geri kalan hiçbir şehriyle bir tutulmaması gereken bir şehirdi, şimdi de öyle. bu yönü hep aynı olmuştur. izmir ile kıyaslandığında; izmir'de kazanılan 1500 lira izmir'deki yaşama göre makul olarak görülebilirken, istanbul için bu rakam en az 2500 liraya denk geliyor. eksi 2'de yer alan, yalnızca 3 penceresi bulunan (tuvaletinde pencere olmayan) beşiktaş'ta küçük bir apartman dairesi 1500 liradan kiraya veriliyor. böyle yerlerde kalmaktan memnun oluyor insanlar. neden? çünkü şehir merkezine yakın bir yerde oturuyorlar, abbasağa parkı'na çıkıp birkaç bira içip yıldızlara baktıkları o haftada 1 saat, onlar için adeta cennetten bir kesit oluyor. gayet hüzünlü bir hayat bu bence. bir akşam içmeye çıktıklarında da, bu insanların "harcadığı para eşittir aldıkları huzurlu bir nefes" haline geliyor tabii. ev limonatası diye satılan limonatamsı bir içeceği küçük bardakta 12 liraya içince mutlu oluyor bu insanlar. 45 metrekare evlerinde yaşadıkları hayatı unutuyorlar. evet, bütün şehirlerde yaşayanların hayatlarında bir şeyler eksik, yarım ve kötü gidiyor; kabul ediyorum bunu. ama bu kadar kendini kandırmak, yalnızca "istanbul'da yaşıyor olmak" cevabını "hayatta hoşlandığınız şeyler nelerdir?" sorusunun cevabı haline getirmek korkunç bir boyutta depresif bence. ben kendimi asardım o 45 metrekare evde 2 hafta geçirsem.
- içinde yaşayanlar korkunç bir hızla yaşıyorlar hayatı. "slow food" akımını öğrenenler ne kadar mutlu oluyorlarsa, bu hızda yaşayan insanlar da hayatlarını o kadar hızlı harcıyor. ben böyle hissettim. o yarım saatlik beşiktaş-kadıköy ya da karaköy-kadıköy vapurunun keyfine varabilen kimse yok istanbul'da. çünkü yetişmeleri gereken bir işleri, varacakları yerde yapmaları gereken angaryaları var. hafta sonları "bir yerlere kaçmak" adı altında yaptıkları şeylerin, gene koca bir hafta boyunca korkunç bir hızda yaşadıkları hayatları olduklarını göremiyorlar. yukarıda yazdığım harcanan para, 45 metrekare ve kendini asma fikirleri, şu hızın içine düşünce beynimde müthiş fikirlermişçesine parıl parıl parladı.
- bir yerden bir yere gitmek (uzaklığı abartmadan düşünmek gerek bunu tabii. kartal'daki işinden çıkıp beylikdüzü'ndeki evine gitmek isteyen insandan bahsetmiyorum burada) en az 2 saat alıyor. şişli'den önce beşiktaş'a, sonra da kadıköy'e gitmek istedim bir gün. iş çıkışına denk geldiğimi de unutmuşum (kabaca 17:00-20:00 arası). taksiye binip akaretler'den beşiktaş iskele'ye ineyim istedim. yalan söylemiyorum; 1,3 kilometreyi içinde bulunduğum taksi tam 45 dakikada alabildi. ve halâ akaretler'deydim. sanırım duraklamalarda çok cüzi bir miktar yazan taksimetre 6-7 lira yazabilmişti. taksimetre bile hesaplamak istemiyor bak, akıp giden zamanın önemsizliğini, hızlı yaşamı, boşuna harcanan hayatları düşün. ben izmir'de aynı mesafeyi (1,3 kilometreyi) otobüsle 15-20 dakikada alıyorum, eğer alsancak ya da buca'da değilsem. kendini asma fikri şimdi daha da parladı mı? neyse, bu asma mevzusunu fazla uzattım. kusura bakmayın.
- beşiktaş'taki kabalcı kitabevi kapanmış, kadıköy'deki penguen kitabevi (ithaki yayınları'nın da sahibidir aslında burası) tchibo garabetine dönüşmüş, seyhan müzik ve alkım kitabevi zaten uzun yıllar önce yok olmuş, beşiktaş'taki kazan bile değişmiş. en azından çarşı'daki arka bahçe yayıncılık kendini geliştirip mağaza içine sabahtan akşama dota ya da wow gibi mmorpg türündeki oyunlar oynayan iyi niyetli inek* gençler koymuş. akmar'ın alt girişinin yanındaki adını hatırlayamadığım çizgi romancı da güzel.
genel olarak benim için eskiyi özlem ve bol bol hüzünlenmek oldu istanbul'un yeni adı. kadıköy iskele yakınındaki park büfe'nin halâ açık olması, amerikanlı sosislisinin 10 yıl öncesindeki kadar güzel olması ağlatıyordu beni neredeyse. fiyatını 4 buçuk lira yapmalarına bir süre kafayı takar gibi oldum (10 yıl önce 1,25 liraya 4 tane gömüyordum ben bundan deli gibi içtikten sonra) ama ağzımdaki tat gözlerimi buğulandırmaya başlayınca unuttum onu da. "en son ne zaman yedin buradan?" diye soran yeni büfeciye "7 yıl kadar olmuştur. tadı halâ aynı geliyor bana" cevabını verdiğimde, bana baktığı gözlerinin içinde, o zamanlardaki halimi de gördüm. hayat hızlı geçiyor işte. ister istanbul'da olup bunu fark edemeyecek bir ruh halinde ol, ister izmir'de olup keyif pezevenkliği yapıyor olduğunu iddia edenleri gözlemle; değişen bir şey yok. içinde olmayınca ya da içinde olmaya uzunca bir süre ara verince, her yer hüzünlendiriyor insanı sanırım.
ne güzelliği dillere destan bir sevgili ne adına masallar yazılan bir kadın ne de gözyaşları bile inciye benzeyen bir şehirsin sen istanbul. beni defalarca aldatmış, bundan keyif almış, kendi çürümüş içini fark edemeyen, kendisine yabancı olanlara "gel, buyur, beni keşfet" demeye devam ettikçe eski güzelliği bile isteye çarpık bir tabloya dönüşmüş, anılarda kalmaya mahkum bir metressin.
eski anılarımın hatrına, lütfen tamamen yok olmamaya çalış.
edit: "hiç mi güzel bir şey yaşamadın yahu?" diye soranlar olabilir. evet, yaşadım. adı faik 'ti. -
Nedense beni onca mutlu eden, güldüren, sevindiren, üzen, onca canımı yakan şey varken bu şehirle ilgili aklıma ilk onlar gelmiyor.
Ne bir mekan, ne bir manzara, ne bir arkadaş, ne bir olay, ne bir durum, ne bir selam...
Bir şarkı yankılanıyor, seni kaybetmiş...
İstanbul seni kaybetmiş.
Bu şehrin sokaklarında burada, nefes aldığım kentte, sahillerini sevdiğim çokluklar içinde, ben mi kayboldum, ondan mı?
Davul gibi gerilen deriler arasında yaşıyorum.
Kimsenin kendinden vazgeçmediği durumlar içinde.
Ben miyim şu an bunu yazan onu da bilmiyorum.
Ya bu şehir kaybettiyse beni, ve bu eski bir bant kaydıysa?
youtu.be/...