romanın aksine, kelimeler müzik notası gibi. kişinin konu hakkında tecrübesi yoksa, pek bir anlam ifade etmeyebilir. hatta kelimelerin gelişigüzel bir biçimde kağıda aktarıldığını bile düşünebilir. "ne var canım, ben de yaparım bunu." da diyebilir.
ama kazın ayağı öyle değil işte. özdemir asaf'ın da dediği gibi; herkesin bir hikayesi vardır, ama herkesin bir şiiri yoktur.
haruki murakami, "roman yazmak isteyen herkes ortalama bir roman yazabilir" diyordu. haklı da adam. bugün kitapçılara gidildiğinde romanların şiirlerden daha çok yer kapladığını görürüz. ortalama bir insan, sadece hayatını yazsa bile, hayatı boyunca en az bir tane roman yazabilir.
ama şiir öyle değil işte. çok heves ettim şiir yazmak için. önce haiku ile başladım. klişelerden kurtulamadım. sonra tanka yazayım dedim, onu da beceremedim.
herkes kafiyeli bir şiir yazabilir. mesele kafiye değil, onu anladım. mesele yazılan şiirin bir forma sahip olması, bir ritmi olması, kendi müziğini kendi içinde taşıması.
klasik müzikteki lied türü tesadüfen almanya'da çıkmadı mesela. aynı şekilde bizdeki halk ozanlarına da "türkücü" denilmiyor. bir aşık veysel bestesini "al sana şiir" deyip karşınızdakine gösterebiliyorsunuz.
benzer şekilde fryderyk chopin da hiç kelime kullanmadan şiir yazmıştır. aslında dönemdaşları franz liszt, clara schumann gibi piyanistlerin yanında chopin besteleri pek bir basittir. hele hele teknik bakımından chopin, franz liszt'in önünde diz çöker tövbe ister (neyse ki, chopin ve liszt çok iyi arkadaşlarmış. liszt, chopin'ı hep koruyup kollamaya çalışmış.). ama piyanonun şairi, franz liszt olmamıştır; chopin olmuştur.
neyse, özet olarak; edebiyat bir sanatsa, şiir de bu sanatın en yüce formudur diyebiliriz sanırım. ama formsuz sanat eseri olmaz. free jazz bile bir forma sahip. formsuz, müziksiz şiirlere şiir diyesim gelmiyor artık. kendi yazdıklarımdan da utanıyor ve güzel şiir yazan insanlara gıpta ile bakıyorum. bence onlar dünyadaki en yetenekli insanlar.
“Şiir her söylenenin gerçek olduğu bir ülkedir. Şair dün, yaşam gözyaşları kadar boş, dedi, bugünse yaşam kahkaha kadar keyifli diyor ve her ikisinde de haklı. Bugün, her şey sona eriyor ve sessizlikte yitip gidiyor, diyor, yarın hiçbir şey sona ermiyor ve sonsuza dek yankılanıyor diyecek, ikisi de doğru. Şairin hiçbir şeyi kanıtlamaya ihtiyacı yoktur; yek kanıt duygunun yoğunluğunda bulunur.”
Şiir, insanda var olan ve bir yerlerde kimi zaman gizlenmiş olan duygularını saklandığı yerden çıkmaya davet eden, kimi zaman da aşikar olan duyguları daha gür daha manalı şekilde ifade etmemizi sağlayan bir yapıdır. Şiir, biraz şairdir biraz da okur. Bazen biraz musiki, bazen biraz da kafiye..
kendimizi ifade etmek için bulduğumuz en güzel yöntem. kelimelerin kaderinde her ne kadar yalnızlık da olsa yan yana olunan dizelerde hafifletilmiş bu yük.
Geçenlerde şiiri düşündüm yapacak başka şeylerim yokmuşçasına. Neden? Çünkü şiiri okumayı, okuduklarım üzerine düşünmeyi, ve bundan da ötesi okuduklarımı hissetmeyi seviyorum. Fark ettim ki bir diyalog sonrasında, insanlar bir şekilde acı çekmeyi sevebiliyorlar. Kimi karanlık düşünceler kurar uyumadan, kimi bazı aksiyonlar alır. İşte ben de karanlık şiirleri okuyorum. Kavuşulamayan, hayal kırıklıkları, kırgınlıklar, pişmanlıklar bazen de hissizlikler dolu, aşksız, yalnız, talihsiz bir aşk hikayesine bulanmış dizeleri. Böyle çekiyorum acımı, ödüyorum bedelini yaşamanın yeterince mutsuzluğum yokmuş gibi.
duygu, düşünce ve yaşamı, en renkli ve ahenkli şekilde, kelimelerin çılgın dansları eşliğinde aktarma sanatıdır. edebiyatın en güzel dallarından biri. güzelliklere örnek vermeden olmaz. aşkı bu kadar güzel anlatan romanlar vardır elbette ama bu kadar az kelime ile derinden ve çarpıcı anlatmak şiire mahsus bir güzellik. rubai 'kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin. kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize...'
Şiir ; uyak , kafiye redif , hece ölçüsü , lirik , epik , satirik anlatıladurulur . Lakin yazan insan için farklı anlam okuyan için farklı anlamı vardır . Ben yazan kismindayım kendi çapımda o taraftan yorumlamak üzere yazıyorum. Yazan için bir kişiliktir şiir , dünyaya bir serzeniş bir kacıstır aslında. Şiir bir felsefedir. Kendi dünyanı kağıda dokmenin felsefesidir. Bir alemdir sı?ları gün yüzüne çıkmamış . Bir kaçamaktır sıyrılmaktır yalanlardan . Hiç olmadığın kadar kendin olursun hiç olmadigin kadar dobra . Şiir bir hayattır neresinden tutarsan öyle yasatır.
istanbullar geminin altında kadınları sorarsan onlar da öyle şişeler de geminin altında, güzin de allahtan beni kimsecikler görmüyor canımın istediğini yapıyorum çırılçıplak sularda yıkanıyorum, utanıyorum güzin utanmak istiyor ama nerde nasıl utanacak bu boş şehirde
güzin utanmak gerektiğini ileri sürüyor boyuna ileri sürüyor, gözleri mavi güzinciğim ufak bir kadın bir öpüşlük canı var hakkın var diyorum utanıyorum ama istanbullar kadınlar deniz yıldızları hepsi hepsi geminin altında şişeler de orda çuvalın üstünde elimle koymuş gibi biliyorum
Şiir, bir kelimeye bin anlam kazandırmaktır özünde. Bir kelime daha, bin kelime daha derken bir bakmışız ki, hayatı görmüşüz, aşkı hissetmişiz...
--------Tahir ile Zühre meselesi---------
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte.
Mesela bir barikatta dövüşerek, Mesela kuzey kutbunu keşfe giderken, Mesela denerken damarlarında bir serumu, Ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı dolu dizgin, Ama o bunun farkında değildir. Ayrılmak istemezsin dünyadan, ama o senden ayrılacak. Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık, Yahut hiç sevmeseydi, Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil!
Tutsam ellerinden ağlarsın. Benek benek büyür karanlığım. Nokta nokta korkutur seni. Tutsam ellerinden ; ağlarsın
Toprak kokar avuçlarım , kan kokar. Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan, Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım. Geceleri çok yakınım yıldızlara, Işığa çıkınca bir karışım.
Tutsam ellerinden ağlarsın. Doğduğum köyü bir bilsen. Gece gecemden büyük, Acısı acımdan derin. Tutsam ellerinden , üşür ellerin!
insanın bunu sevebilmesi için yeterince yaralanması gerekir. ve dünyasının leş olması.
düşünün ki kimsenin göstermediği ilgi, alaka ve güzelliği satırlarda aramak için dibin dibine en azından bir kez vurmuş olmak gerekir. dibe çok sert vurursanız şair bile olabilirsiniz.
hiçbir şair, ah ne iyi oldu da şair oldum!" demiyordur eminim. acılar içinden taşacak ve bir dinleyenin olmayacak, yazacaksın. ve her şey o kadar suratını asacak ki insana, gülümseyen, sonu uyaklı cümleler yazacak. sonra "oh be" diyerek bir sigara yakacak.
şair olmak bir hastalıktır aslında. ki histeri, psikoz olduğunu söyleyen birçok araştırma da mevcuttur.