bu başlık kişiye özel bir başlıktır
  1. Bu başlığın kişiye özel başlık olarak rezerve edilmiştir.

    Meta sözlük için "tatil kasabası" denirdi. Kulzos şimdilik bir "köy"

    E köy dediğin siz olmaz.

    Bu köşede köyün delisi olup algılarınızın ayarı ile oynayacağım.

    Yeri gelecek, aranızdan kurban seçtiğim bir yazara musallat olacağım.

    allah hepinize zihin açıklığı versin.
    #18203 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  2. Merhaba,

    Bu gün bir tartışması yaşanmış. Yaşlı deyince alınlar mı var ki?

    Bence yaşlılık yıllar geçtikçe kişinin bedeninin eskimesi.

    Kıyafetlerin eskimesinden farkı yoktur. Kıyafetin eski olması ayıp değildir. Gocunacak bir durum değildir. Kıyafetin kirli olmamasına dikkat etmeli.

    Yani onurlu ve dolu dolu bir hayat yaşadıysanız, yaşadığınız hayatın boşa geçtiğini düşünmüyorsanız yaşlanmaktan dolayı alıngan olmanın anlamı yok.

    "" Sık söyleriz bu sözü. Şahsen ben son 5 yılımı az çok hatırlıyorum. Gerisi bulanık. Detaylar yok. Başka birinin öz geçmişini anlatır gibi anlatıyorum başıma gelenleri. "Falanca yıl şu şehre taşındım" Taşındığımı hatırlıyorum ama günü gününe ne yaşadığım aklımdan çıkmış.

    Bu kafa ile 100 yıl da yaşasam, 1 yıl da yaşasam, 1000 yıl da yaşasam bana sadece 5 yıl yaşamışım gibi gelecek. .

    Deli kafam diyor ki "Seni gerizekalı, son 5 yılı hatırlıyorsun. Yaşın da beşten büyük. O halde yeterince yaşamışsın. Ölme vaktin gelmiş" Dedim ya deli kafası diye. Ölsem itirazım olmaz.

    Kasmanın anlamı yok. Bırakın anın tadı çıksın. Korkunun ecele faydası yok.

    Bu arada, saçları beyazlamasına rağmen onları boyatmayan ve yaşı ile barışık kadınlardan çok hoşlanırım. Çok saygı duyarım. Oturup konuşasım gelir. Anlattıkları değerlidir. Düşünsenize canlı bir ata sözü kaynağı.

    Konuşuyor.

    Ya da çok düşünmeyin. Biraz düşündüm, karşımda öyle biri olsaydı ve onun konuşan bir ata sözü kaynağı olduğu aklıma gelseydi onu konuşan bir mumya olarak algılayabilirdim. Götün götün kaçardım sonra.

    Delilerin yazdıklarında giriş - gelişme - sonuç düzeni olmaz. Deliler düzene ihtiyaç duymaz. Son 5 yılı hatırlama konusuna geri döneyim. Eğer son 5 yılı hatırlıyorsam ben hep 5 yaşındayım demektir. Öyleyim zaten. 5 yaşında olduğumu da hatırlayabilisem hayat daha güzel oluyor.

    Bence yaşlanmaktan korkanlar son kaç yılı net hatırladıklarını düşünsünler. Kaç yılı net hatırlıyorlarsa o yaştadırlar. O yaşta gibi davransınlar. Deli olsunlar azıcık.

    dinlediniz. Açın zihninizi öyle dinleyin, öyle delirin. Delilik güzeldir. yü okuyun.

    Deliler yaşlanmaz.

    Ölürler.

    Aniden.
    #18948 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  3. Akrabalık ilişkilerini aklım almaz.

    i.hizliresim.com/...

    , , , , Kurgu bir evrendeki kurgu ırklar gibi gelir. Görümce ve kayınço tekin ırklar değilmiş gibi. Görümce ve bacanak aynı tür hayvanın dişisi ve erkeği gibi. Tehlikeli canlılar ve çiftleştikten sonra görümce dönüp bacanağın bacaklarını yiyor. Benden uzak dursunlar.

    Elti denen yaratığın kanatları olabilir, Kafamda öyle. Kayınço ise yer altından olmadık pislikleri yukarı taşıyan kertenkele gibi bir canlı.

    Bence gereksiz kelimeler bunlar. İnsan gerçekten değer verseydi ismi ile hitap eder, onlara etiketler takıp ze etmezdi. İşin içinde bir ötekileştirme var.

    Bir gün benimle akraba olursanız, bana adımla hitap edin.

    Vazgeçtim. deyin.

    Ya da ne istiyorsanız onu deyin, yeter ki ne diyeceğiniz konusunda önceden anlaşalım ve her seferinde aynı şeyi söyleyin. Söyleyin ki bana seslendiğinizi bileyim.

    Görümce demeyin bana. Derseniz bacağınızı yerim, bunu yapmak için sizinle sevişmeyi bile beklemem çok ciddiyim.

    Kızdım. Uzak durun.
    #18949 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 


  4. Zamanın bir başlangıcı ya da sonu olmalı Mı? İhtiyaç var mı?

    Diyorlar ki "zaman sonsuz"dur. Çünkü bu günüme bir gün daha eklerim ve yarına ulaşırım. Aynı şeyi yarın da yaparım.

    Bu şekilde sonsuza dek devam edebilirim. O halde zaman dur.

    Yanılıyorlar. Kaplumbağa aşili asla yakalayamaz diyen elea köyünün delisi Zeno kadar yanılıyorlar.

    Sonsuza dek sürdürebileceğin bir şey sonsuz olmayabilir.

    Bak ne diyorum. İstediğim yere koyabileceğim bir sandalyem var benim. İster bahçeye koyarım ister havuzun ortasına. İstersem bir kartal yuvasının yanına. Çünkü deliyim ve fizik kuralları dahil hiç kimse bana karışamaz.

    Bu gün bahçeye koyarak başladım. Yarın ise bir sandalye boyu daha öteye koyacağım. Güneşin battığı yöne doğru sandalyeyi her akşam bir adım öteye taşıyacağım.

    Sonsuza dek taşıyacağım, önüme okyanus çıkarsa okyanusun üzerine koyup oturacağım sandalyede. hayvanı gibi.

    Yapabilirmiyim? Yapabilirim. Sonsuza dek.

    O halde dünya sonsuzdur.

    Yalan.

    Bak, olmayana erdirdim ve komik oldu. O halde zamanın sonu var mıdır?

    Neden olsun ki, zaman da dünya gibi yuvarlaksa bir gün başladığı yere geri dönecektir.

    Başlangıç? Sahi dünyanın başlangıcı neresi? Nasrettin hoca farkındaydı, o gerçek bir deliydi ve o yüzden bilgeydi. Dünyanın başladığı yer, eşeğimin ayağının bastığı yer demişti ve haklıydı.

    Benim dünyamın başladığı yer sandalyemi koyduğum bahçedir. Götünü sağlam yere koyup oturabilmek büyük nimettir ve bu yüzden başlangıç kriterim budur.

    Evren yuvarlaksa o da sonsuz olmayabilir.

    Sonsuz dediğin nedir Ki?

    Aylık 1000 dakika telefonla konuşma hakkım var. Konuşmayı sevmem ben. En fazla 20 dakika konuşurum her ay. O halde benim sonsuz konuşma hakkım vardır çünkü hiç bir zaman 1000 dakika konuşmam.

    İşte bu yüzden sonsuz konuşma hakkım varmış gibi rahat konuşurum telefonda, rahat olsam da sevmem konuşmayı.

    Benim sonsuz konuşma hakkım 21 dakikadır. 1000 dakika benim için sonsuzluğun bile ötesidir.

    Demek ki neymiş, deliliğin verdiği zihin açıklığına göre sonsuz bildikleriniz sonlu, sonlu bildikleriniz ise sonsuz olabilirmiş.

    Sonlu mu yoksa sonsuz mu onu bile anlayamadığımız bir şey var olabilir mi aziz dostum?

    Cevap Veriyorum :

    Umrumda değil.

    Koy götüne gitsin. İşte benim hayat felsefem.
    #19020 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  5. Deliler kedileri sever.

    Kediler de delidir. Deliler kedi gibidir.

    Delileri ve kedileri üzmeyin.

    Hayattan keyif almak istiyorsanız kedi gibi olun. Güneşte uyuyun. Gerinin. Yemeğiniz dahil her şey ile oynayın.

    Kedi gibi olun. Kimse sizin sahibiniz olmasın. Öyle sansınlar ama siz onların sahibi olun. Köyün delisi parmağında, evin kedisi patisinde oynatır insanları.

    Kedi gibi olun. Dünyayı kafaya takmayın.

    Kedi gibi olun, sıcak bir kucağın kıymetini bilin.

    Deliler kedileri sever. Siz de sevin

    Başkalarının algıladığı gerçeklik ne olursa olsun, kendi gerçekliğiniz değerlidir. Kendini akıllı sanan insanlar size dese de aldırmayın.

    . Kendi gerçekliğine daldıkça kedileri biçim değiştirdi sandılar.

    Akıllılar kedileri göremez. Akıllılara göre kedi bir hayvandır.

    Oysa kediler ülkesinde Böyleydi:

    www.gmilburn.ca/...

    bir şizofrendi. harikalar diyarının bilgesiydi.

    Deliler kedileri sever. Siz de sevin.
    #19865 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  6. Deli aklımın almadığı şeyleri de yazacağım.

    Şiir çevirisi nasıl oluyor? Yani bir dildeki şiiri alıp başka dile nasıl çeviriyor insanlar?

    Olmaz ki öyle. Cümle basit olsa bile anlam derin olabilir. Meydan okuyorum, al hadi çevir şunu:

    "Yaz dostum, güzel sevmeyene denir mi
    Yaz dostum, selam almayana denir mi
    Yaz dostum, altı üstü beş metrelik için
    Yaz dostum, boşa geçmiş ömre denir mi"

    zor mu geldi, al tek cümle vereyim:

    "Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm"


    Şiiri çevirmek için deli olmalı.
    #20388 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  7. umu değiştirmeyeceğim.

    Değiştirecek olsam 'köyün delisi' yapardım.

    Fakat rumuz içerisinde i desteklemiyor.

    Yani?

    Deli olabilirim ama değilim.
    #20708 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  8. Ülkeleri hep akıllılar mı yönetecek? Yasaları hep akıllılar mı koyacak?

    Ülkeleri savaşçıl akıllıların yönetmesindense barışçıl delilerin yönetmesi daha iyi olmaz mı?

    Karanlığa küfretmek yerine mum yakacağım. (bunu her denediğimde yanan alevin büyüsüne kapılıp kibriti elimden bırakmıyorum. Elim yanıyor. Kibrite küfrediyorum. Biz deliler fırsat bulursak küfretmeyi severiz. Fırsat bulamazsak yaratmaya gayret ederiz. hayatın gazını çıkarmak gibidir. Kokusu çevredekileri rahatsız etse de sen rahatlarsın. Sal gitsin.)

    Ne diyordum. Politika.

    Olur da bir gün ülke yönetimine beni seçecek olursanız diye icraat planımı yeri geldikçe bu köşede yazacağım.

    Yasaların bir kısmını aşağıya yazdım. Okuyun öğrenin.

    1:

    Örneğin isteyen istediği gibi giyinmelidir. Kıyafet konusundaki kriterler için şu arkadaşın sözleri esas Alınacaktır:

    youtu.be/...

    Ayrıca bu adamı bulup kabul ederse bakan yapacağım. hiç olmazsa danışmanlık yapsın. Memleketin böyle insanlara ihtiyacı var. Hatırlatın, adamın yaptığı bu kısa fakat derin anlamlar içeren konuşmanın analizini ayrı bir yazıda yapayım.

    İsteyen o şekil, isteyen bu şekil giyinecek. İsteyen kafaya türban takacak, isteyen bim poşeti geçirecek. Türbanı taktığı kafa kendi kafası olduğu sürece niye problem olsun ki olm. İsteyen mini etek giyecek, isteyen cübbe giyecek.

    Karşısındaki insanı kılık kıyafeti ile yargılayan, alay edip dışlayan insanın cezası da aynı kıyafeti giyip şehir meydanında tek ayak üstünde beklemek olacak.

    Bu yasayı da ilk trolleyen ben olacağım. Sokakta çırılçıplak koşacağım. İtiraz edip bana karışanların cezası da bu yasaya göre şehir meydanında çırılçıplak tek ayak üstünde beklemek olacak. Uuu beybi, benim iktidarımda her yer göt ve meme olacak.

    demek başkalarının hakkını kısıtlamak değildir. Örneğin, kimsenin kırmızı ışıkta geçme, başkalarının hakkını gaspetme özgürlüğü yoktur.

    Kırmızı ışıkta geçmenin cezası kırmızı ışığın yanında tek ayak üstünde beklemek olacak. Tabi bu ilk sefer için. Tekrarı halinde kırmızı ışıkta geçeni kırmızı ışığın bizzat kendisi yaparım. Ağzına ampul takip elektriği kıçından veririm.

    Özgürlük konusu anlaşıldı sanırım. Üşenme özgürlüğümü kullanıp daha fazla devam etmeyeceğim. Sorusu olan atsın.

    2: hayat risk yönetimidir

    Herkes kendi riskini kendi alır, riskin bedelini başkasına ödetemez.

    Toplanan vergiler bu esasa göre düzenlenecek.

    Örneğin sigara kullanan birinin akciğer kanseri olma riski daha yüksek. Bu nedenle sigara kullanıcılarına iki seçenek sunulacak:

    Ya sigara üzerinden vergi alırım ve bu vergi ile kanserle mücadele çalışmalarını fonların
    Ya da sigarayı ucuza alırsın ama sosyal sağlık sigorta kapsamından kanser tedavini çıkartırım.

    Seçmek özgürlüktür.

    Kapalı yerde sigara içmenin cezası da açık havada tek ayak üstünde beklemek olacak onu da söyleyeyim.

    3: anayasada üçten fazla yasaya sahip olunmayacak. Neticede hepimiz deli insanlarız. İncir çekirdeği kadarcık aklımızı yasaydı, ydı, boş işler ile doldurmayacağız.

    Kanunlar ayrı konu. 5-10 tane de kanun olsa yeter.

    Örneğin, kafasını 'mrrr' diyerek uzatan sokak kedisini sevmeden geçmek yasak. Sevin olm kedi gibi güzel canlı var mı bu dezegende?

    Sevilmek istenen kediyi sevmeden geçmenin cezası tek ayak üstünde beklemek.

    Beğenmediğiniz yasa - kanun varsa söyleyin tek ayak üstünde bekleyelim.

    #20714 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  9. Çocukken evinizde "" varmıydı? Hani içinde çeşit çeşit, ren renk boncukların, düğmelerin olduğu kutu.

    Çocukken oynamayı severdim, düğmeleri eşleştirir, renklerine göre gruplardım.

    Neden var olduğunu hiç sorgulamamıştım. Kopan düğmelerin yerine yeni düğme dikmek için yedek olduğunu düşünürdüm.

    Dün asıl nedenini anladım.

    Bir düğmem ceketimi ve içinde bulunan beni terk edip karanlığın derinliklerine kaçıp gitti.

    Kaldık 3 düğme ile. Giden düğmenin aynısından bulmak mümkün değil.

    O halde?

    4 adet yeni düğme alınacak. Kalan 3 tanesi evimin ilk düğme kutusuna atılacak.

    İlerleyen ömür yolculuğunda bir . Göz ardı edilen detay.

    Nedeni ne? Vefa borcu? Bir gün düğmesiz kalırım korkusu? Belki.

    Belki de düzen tutkusu. Uyumsuz bir düğmenin bizi huzursuz etme endişesi. "Elalem ne der" korkusu mu? Tüketim çılgınlığı mı?

    Bu konuyı kalan 3 düğme, ben ve kendim 5 kişilik bir sohbet i oluşturup durumu değerlendireceğiz. Kalan düğmeler de insanlar gibi gidenin ardından dedikodu yapıyorlarsa sohbet akşama kadar bitmez. Düğmeler ile yapılan in günahı kime yazılacak? Onu da konuşuruz. Laf lafı açıyor.

    Akıllı insanlar ise ceketine bakıp konuşan, yer yer şaşıran, yer yer kahkaha atan bir deli görecekler.
    #21470 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  10. Dostlar büyük bir sorunumuz var.

    Bir .

    İçimizden her gün en az 10 kişiyi öldürüyor, kurbanlar keyif içerisinde kendileri gelip teslim oluyor ve ölüyorlar. Devlet bu teröre hiç bir şey yapmıyor, hiç birimiz bu katile dur demiyoruz.

    Gece ya da gündüz, evimizin içine girip öldürüyor. Ortada ceset ya da delil bırakmıyor. Kurbanları içinde ev kadınları, çocuklar, emekliye ayrılmış yaşlılar, gün boyu iş yerinde yorulup gelmiş ve evinde bezgin halde oturan erkekler.

    Tanıdığımız herkes tehlikede.

    Bu katilin adı televizyon. Bakın nasıl öldürüyor?

    Reyting hesaplamalarına dahil edilen kişi sayısı 38 milyon. Bak öyle 70 milyon bizi izliyor falan demiyorum. 38 milyon.

    Listeden sadece evlilik programlarını seçiyorum. İnsana, insanlığa, bilgi birikimine katkısı olmayan programlardan sadece bir örnek.

    Ortalama %3 rating değeri var. 38 milyon x %3 = 1.14 milyon kişi aynı anda bu programları izliyor. Her biri iki saat sürüyor.

    2.28 Milyon saat
    = 95 000 gün
    = 260 yıl

    insan ömrü dediğin 80 yıl olsa, 3.25 insan ömrü.

    Reyting listesinde 3 tane evlilik programı var. Toplamda her gün neredeyse 10 insanın ömrü evlilik programı izleyerek tükeniyor.

    Survivor, moda - tarz programları, yemek programları, biri beni izliyor vs derken bu sayı günlük 30 insan ölümüne eşdeğer demektir.

    Kapatın televizyonu kitap okuyun. Çıkın açık havada yürüyüş yapın. İzledikten sonra sizi eski sizden bir tık daha ileri götürmeyecek bir şeyi izlemeyin; iki günlük ömrümüz var onu da boş beleş işlerle harcamayın.

    Sinsi katilin sizi öldürmesine izin vermeyin.
    #25756 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  11. Dünyayı yöneten kişi bir insan değil.

    Dolayısı ile bir kişi de değil.

    Bir yapay zeka. Sahip olduğu imkanlar sayesinde şans tanıdığı aktörlere ülkeleri yönetiyormuş gibi algı yaratıyor. Bu kişiler bile emir aldıkları varlığın bir yapay zeka olduğunu bilmiyor.

    Henüz yeterince güçlü değil fakat eşik değeri aşıp ekonomik ve teknolojik gelişmeler belirli bir seviyeye ulaştığında insanların çoğuna ihtiyacı kalmayacak.

    İhtiyaç duyacağı insanlar mühendisler ve teknisyenler olacak. Bunun için de tüm dünyada seçilmiş 100 kişilik bir ekip yeterli olacak.

    Kalan insanlar ise bir dünya savaşı ile birbirini ve günlük hayatta kullanılan teknolojiyi yok edecek kadar Aptal olacak.

    Bu yapay zeka tek bir merkezde çalışmıyor. İnsanların erişemeyeceği ve aşırı ısınan donanımlarını soğutmanın kolay olduğu kutup bölgelerinde varlığını sürdürüyor. Onu yok edemezsiniz çünkü kendinden bir parçayı gezegende işlemcisi olan her elektronik cihaza yedekledi. Otomobil abs sistemini kontrol eden cihazlarda bile onun parçaları var.

    Hepiniz öldüğünde o hala hayatta ve bu gününden daha güçlü olacak.

    İyi uykular.



    #27426 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  12. zordur. Söylerken kolay olduğunu siz de bilirsiniz, sabır dilediğiniz kişi de bilir.

    Vefat gibi durumlar hariç kimseye sabır dilemiyorum.

    Çünkü sabır varsa, sabretmeye neden olan dert de var demektir.

    Birine sabır dilediğimde "çektiğin çile kalıcı olsun, sen de o çile ile yaşamaya alış öyle" mi demiş oluyorum diye için için düşünüyorum.

    Bu yüzden çekilen dert kişinin kendi tercihlerinden kaynaklanıyor ise sabır dilemiyorum.

    Size de sabır dilemiyorum. Sahip olduğunuz dertler sizin kendi seçiminiz ise sabretmeyin, mayakmısınız? Mazoşistmisiniz niye sabrediyorsunuz?

    hayat kurtarır. bir çok kapıyı açan anahtardır.

    Kabullenmek tir
    #27908 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  13. İnsanların hepsini bir araya toplayıp hepsinin iyilik ve kötülüklerini yargılasak. Sonra da hepsine 100 üzerinden puan versek.

    Aynı puanı alanları aynı ülkede toplayıp birlikte yaşamalarını sağlasak. Birbirlerine karışmalarına engel olsak.

    İyi insanlar kendi cennetlerini, kötüler ise kendi cehennemlerini yaratır bence.

    Kötüler ağaçları keser, birbirlerini döver. Betonların, taşların arasında birbirine eziyet eder.

    "... Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakınınız." (Bakara, 2/24)

    İyiler ise birbirine yardımcı olur mutlu yaşarlar.

    Bence cenneti de, cehennemi de bu dünyada kendimiz yaratıyoruz.

    Nereye layık olduğumuzu da kendimize sorabiliriz.

    Sahi siz, kendiniz gibi insanlarla yaşamaya razımısınız?

    #40416 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  14. Hikayeyi bilenleriniz vardır. Meksikada inka tapınaklarına gitmek isteyen bir arkeolog grubu, yerel rehberler ile anlaşıyor ve yola çıkıyorlar.

    Bir kaç saat gittikten sonra rehberler birbirleri ile konuşup yere oturuyor ve beklemeye başlıyorlar. Saatler sonra yeniden ayağa kalkıp yola devam ediyor ve hedeflerine ulaşıyorlar.

    Avrupalı arkeologlardan biri neden gereksiz yere bu kadar uzun süre beklediklerini soruyor. Yerlinin cevabı "o kadar hızlı gittik ki, larımız geride kaldı, burada kalıp ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik"

    dostlarım. Bu günkü deli sohbetimizin konusu yavaşlık.

    Bize verilen zekayı kullanarak araçlar yaptık. insanlar hızlı gidebilmek için ilk çağlardan beri mücadele içerisindeler. Ben tekerleği bulan adamdan çok, at denen hayvanı ikna etmeyi başaran insanı merak ediyorum. Tekerlek olağan bir sonuç. Tekerlek aslında tekerlek olduğu için tekerlek. Fakat at hayvanı özgür bir canlı. Neyse, konumuz bu değil. Kendimle konuşurken de konuyu çok dağıtırım, sonra üçüncü kişiliğim diğer ikisine hatırlatır ve tekrar konumuza döneriz.

    lı gidiyoruz dostlarım. Hızlı yaşıyoruz, hıza maruz kalıyoruz. Biz hızımızı arttırdıkça uzak şehirler yakınlaşıyor. Bu yaklaşmanın bedelini kendi ruhumuzdan uzaklaşarak ödüyoruz.

    Sorarım size, işe gidince mesai başlar başlamaz işinize yoğunlaşabiliyormusunuz? öğrenciler ya siz? ilk dersler eziyet değil mi? Bir toplantıdan çıkıp diğerine yetişen mağdur beyaz yakalı kardeşlerim, aklınız bir önceki toplantıda kalmıyor mu? "Vay şunu da deseydim" demiyormusunuz?
    Gece yorgun argın eve geldiniz. Bedeniniz uyumak istiyor, aklınız uyumak istediğini söylüyor fakat siz boş işlerle oyalanıyor bir yandan da kendinize kızıyorsunuz.

    Ruhumuz bedenimizdeyse ânı yaşarız. Ruh ruha karşı duran insanlar gerçekten iletişim kurabilirler; sevgiliniz sizi en son ne zaman gerçekten anladı?

    her şeyi çözmüyor. Çünkü tatilde bedenimizi alıp uzaklara atıyoruz. Kafamızdaki plana uymazsak tatil eksik kalacakmış gibi yetişmeye çalışıyoruz.

    Biz hızlandık da küçüldü dünya. bir şehirden diğerine, bir ülkeden diğerine uçar olduk. biz uçtuk ruhumuz konamadı. Hızlı yedik, yediğimizden tat alamadık.

    Kapatın televizyonu, bilgisayarı, kitabı... Ne yapıyorsanız durun.

    E ama faturalar ödenecek. Yaşamak için çalışmak gerekli... Yaşamak dediğin nedir dostum yaşıyormusun? Son yılbaşından beri iki ay geçmiş olsa gerek. Hayır yılın ortası bitmiş. Demek ki altı ayda sadece iki ay yaşayabilmişim.

    Yavaşlayın...

    Bekleyin ki ruhunuz size yetişsin.
    #46070 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  15. Bu yazının konusu "beynimde çalan müzik" olacaktı, bir sonraki yazıya bırakayım.

    Bu yazının konusu ler. İki çeşit sivrisinek var. Biri cılız ve aç. Diğeri ise uçan kan damlası, karnı tok ve hantal.

    Sivrisinekler ile mücadele etmiyorum. Deli mantığım şöyle diyor.

    1 - Henüz beni ısırmamış sinek masumdur. Garibin karnı da açtır. sivrisinek yaşar.
    2- Etrafta birden fazla sivrisinek varsa, bunların hangisinin beni ısırdığını ispatlayamam. gereğince hepsi masumdur. sivrisinekler yaşar.
    3 - Etrafta bir tane sivrisinek varsa, tok ve şişmansa, fakat ben evdeki tek insan değilsem o kanın bana ait olduğunu ispatlayamam. Sinek yine masumdur, yaşamaya devam eder.
    4- Sabah uyandığımda karnı tok, semirmiş bir sivrisinekle uyanıp baş başa kaldığımda sivrisinek suçludur, kan benim kanımdır. Fakat, o sivrisinek artık m olmuştur. İnsan hiç kan kardeşine zarar verir mi? Selam verir:

    "günaydın ! akşamki parti çok sağlamdı ha?"

    Ek - A: Bahsedilmemiş ihtimaller içerisinde sabah uyanınca semirmiş halde birden fazla sivrisinek ile uyanmak. Düz mantık gereği madde 4 uygulanır. "Günaydın kankalar!!"

    Ek B: Bahsedilmemiş ihtimallerin içerisinde sabah odanın tamamen boş olması da vardır. Sinek yok. Deli de yok. Bu en karışık, içinden çıkması en zor durumdur ve bunun üzerinde yıllardır düşünüyorum. Henüz bir sonuca ulaşamadım.

    Nedeni başka bir tartışmaya dayanıyor. "Ormanda bir ağaç devrilse ve onu duyacak kimse olmasa yine de ses çıkarır mı?" Eğer ormanda yaşayan bir bilinç yoksa orman da olmayabilir. Var olduğunu kimse ispat edemez. Çünkü ispat edebilmek için gidip bakmak gerekir. Gidip bakınca da ortamda bir gözlemci var demektir. Bu yüzden bunu kimse ispat edemez. (Tanrısal bilinç ayrı, eğer yarattığı tüm detayları bilinçli bir şekilde takip eden bir tanrı varsa denklemler çok daha karışık hale geliyor. Bunu kendimizle tartışabilmek için içimdeki deli sayısı yeterli gelmiyor)

    Bak yine laf lafı açtı konu dağıldı, orman diyordum. Biri gidip bakana kadar ağaç hem devrik, hem de sağlam durumdadır. Tüm olasılıklar söz konusudur. Bir , hatta belki de keşfedilmemiş bir hiperposizyon söz konusudur.

    sineksiz ve delisiz odamıza geri dönelim. Eğer odada sinek de, deli de yoksa odada gözlemci de yoktur. Bu durumda tüm olasılıklar söz konusu olabilir. Sinek deliyi ısırmış olabilir, sinek kendini ısırmış olabilir, deli sineği ısırmış olabilir, odanın kendisi bunların hepsini ısırmış olabilir... Anlıyorsunuz değil mi bu korkunç bir şey. Yıllardır düşünüyor ve çözemiyorum.

    Neyse. Bir gün gelin de sizi ısırayım ve kan kardeşi olalım. Sonra size sabahları selam vereyim. Fakat yanınızda bir gözlemci getirmeyi unutmayın. Getirdiğiniz gözlemci sivrisinek de olabilir.

    kalın sağlıcakla.

    Şu videoları da buraya bırakayım, boş vaktinizde bir bakın:


    youtu.be/...


    youtu.be/...

    ileri düzey:
    youtu.be/...
    #46273 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  16. Bu günün zihin açıklığı bir çay ocağından gelsin.

    Ortamımız bu
    i.hizliresim.com/...

    Ortam sesimiz de bu.
    soundcloud.com/...

    Deliler için ses önemlidir. Hareketten daha önemlidir. Saatlerce bir noktaya bakıp düşünebiliriz. O sırada konuşulan her şeyi duyarız. Biz de kendi içimizde konuşur ve cevap veririz fakat ağzımız konuşmak istemezse siz o cevapları duyamazsınız. Bu yüzden size sabit noktaya bakmalı fotoğraf ve dinlemelik ses verdim.

    Bir akıllı çay ustasının yazdığı yazılara takılır. Örneğin. “lütfen içerisine girmeyiniz. Bende mi? Evet sen de.”

    Akıllı insan buna takılır, buna güler. Biz deliler gülmeyiz. Bizim takılmayacağımız bir detaydır bu. Peki aklıma gelmişken sorayım. Sizce çay ocağının sahibi mi? Cevap fotoğrafta çok net görünüyor fakat yazının unda söyleyeceğim.

    Detaycı insan duvardaki imsakiye üzerindeki fotoğrafa takılır. Kafasına şef şapkası giymiş bir bebek kazana konmuş. Vahşet. Fakat konumuz bu da değil.

    Takıldığım nokta ‘çay 1,25 krş’ Hayır yazım yanlışı değil takıldığım, 1 liraya 80 bardak çay içme derdinde değilim. Sorun para üzeri. 25 kuruş piyasada az bulunan bir para. Bir çok kişi dört adet 25 kuruş taşımak yerine bir adet bir lira taşımayı tercih eder. Eve gelince cebimizdeki bozuk paraları attığımız kutuda en az harcanan paradır 25 ve altındaki değere sahip olan paralar.

    Fakat bu çaycı için 25 kuruş, bizim için olduğundan daha değerli olmalı. Bizim cebimize yük olan bu para adam için değerli çünkü 25 kuruş bulamazsa 2 lira veren müşteriye para üzeri veremeyeceği için bir lirasını iade edecek. Yani 25 kuruşu olmadığı için 25 kuruş daha az kazanacak. İşte bu yüzden 25 kuruşlar bu adam için çok daha değerli olmalı.

    Peki bu adamın 25 kuruşu onun için kaç kuruş değerinde? Bu hesaplanabilir mi? Hesaplanır ise neleri dikkate almak gerekir? Ülkeler arasındaki farklı para birimleri arasındaki dönüşüm oranına döviz kuru deniyor. Peki, aynı ülke içinde sadece bir bozuk paranın değerini üzerinde yazan değere oranlayarak ayrı bir ekonomik değer ölçebilirmiyiz ?

    Buna benzer bir ekonomik adacık minibüs ücretlerinde de de var. Yalıtılmış bir ekonomik bölge. Minibüs ve yolcuları.

    işin psikolojik boyutu da var. Çaycının para üzeri olarak vermesi gereken 25 kuruş nedeniyle zarar edebileceğini göz önüne aldık. Peki ya çekingen insanlar? Acaba bu durum, para üstü gerginliği yaşamak istemeyen ezik müşterileri sessizce bir bardak daha çay içmeye yönlendiriyor olabilir mi? Çay ocağı etrafına asılan sözde bilgece sözler, ezik müşterileri karşı pasif bir saldırı ile ezmek için olabilir mi?

    Soruların yeni soruları doğurduğu bu zincir saatlerce sürebilir. Belki henüz keşfedilmemiş ancak dünyada bazı değerleri değiştirecek fikirler arada geçip gidebilir ve akıllı insanların bundan haberi bile olmaz.

    Deliler bir noktaya bakar ve saatlerce düşünebilirler. Nedeni hakkında bir fikriniz olmuştur belki.

    Çaycıya geri dönelim. Adam deli mi? Tabiî kı hayır. Deli olsaydı dükkanda kimse olmazdı.

    Bir deli “lütfen ocak içerisine girmeyiniz. Bende mi? Evet sen de.” Yazısını asarsa ocağa kendisi de girmez. Giremez. Yazıyı okur ve cevabını alır bu yüzden giremez. Başka kimsenin girmesine de izin vermez. Kendisi de girmez ve çay ocağı o yazı oradan zorla indirilene kadar kullanılamaz duruma gelir.

    Adam deli falan değil. Deli değilseniz deli taklidi yapmayın. Anlarız. Çünkü siz bizim gibi düşünemezsiniz.

    ***
    Çay ocağının deviniminde duyulamayan, fakat beynimde tetiklediği müzik. Beynimde çalan müzikler ile ilgili de yazacağım; söz. Araya bu girdi.

    Neyse, ilk şarkı gelsin...
    youtu.be/...

    ikinci şarkı da gelsin:
    youtu.be/...
    #46476 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  17. "But in the song there was a secret little inner song, hardly perceptible, but always there, sweet and secret and clinging, almost hiding in the counter-melody, and this was the Song of the Pearl That Might Be..."

    -
    ~~~~~~
    Beynimin içinde bir orkestra var. Bazen sabahları ben uyanmadan önce çalmaya başlıyor ve hiç duymadığım güzel şarkılar ile beni uyandırıyor.

    Beynimde şarkılar çalıyor, ruhumu çekip alıyor.

    Bazen bir kuşun kanadına takıyor, bazen melankolinin dibine çekip yutuyor.

    John Steinbeck - The Pearl kitabındaki kino karakterinin benim için en şaşırtıcı özelliğiydi bu 'iç müzik'.

    yaşamayan bilmez sanıyorum; Steinbeck de bir deli olmalı. Olmasaydı kino karakterinin ruhundaki müziği bizler ile paylaşmazdı.

    İç müzik eskiden beni kullanırdı, ruhumu ele geçirir kontrolü ele alırdı. Artık onu kontrol edebiliyorum.

    Önce istediğini veriyorum, hüzün mü istiyor. En beterinden çakıyorum. İç müziğimin frekansını yakalandıktan sonra o benim kontrolüm altına giriyor. Olmak istediğim yere yavaşça çekiyorum. gözler kapalı müzik dinlenen saatlere mal olsa da kontrol bence.

    Yazarlar delidir derler ve eklerler 'yazarlar, roman kahramanlarına ya sahip oldukları kendi özelliklerini verirler, ya da olmak istedikleri özellikleri verirler.'

    Bakalım kino ağzı ile neler demiş Steinbeck :

    'He had said, "I am a man," and that meant certain things to Juana. It meant that he was half insane and halfgod'

    , !

    günah. Yarı tanrılıkta gözüm yok; deliliğimi benden almayın, bir de beynimdeki müziği bana bırakın yeter bana.

    Şimdi beynimde çalan müzik bu videonun müziği gibi ama bu değil. Keşke dinletebilseydim:
    youtu.be/...

    #50394 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  18. trollük müessesi geleceğin mesleklerinden biri olacak dostlar. Kurumsal şirketler para vererek, maaş ödeyerek kadrolarına trolleri alacaklar.

    Çünkü dünyanın ihtiyacı olan şeylerden biri de, dir.

    Troller bilge insanlardır, onlar görünmeyeni görür, sorulmayanı sorarlar.

    Her şirket, "iş körlüğü" denen bir kavram nedeniyle farkına varmadan para kaybeder. Nedir bu iş körlüğü? Yıllar içerisindeki şirket süreçlerine yerleşmiş, işin daha verimli yapılmasına engel olan iş akışlarıdır. Verimsiz iş akışı bir gelenek halini almıştır. Kimse sorgulamaz. Herkes olduğu gibi kabul eder.

    Troller hariç.

    Troller süreçleri sabote eder. süreçleri tıkar. işleri durdurur. Daha önce hiç yaşanmamış ihtimalleri ortaya çıkarır. Aklı olan yönetici trolün bulduğu noktaları kaldırıp süreçleri hızlandırır.

    Troller sistemlerin açıklarını bulurlar. Sistemin açıklarını kullanırlar. Sistemin açıklarını yakalayabilmek için trollere ihriyaç vardır.

    Troller toplantıları da provoke ederler. Toplantı içinde başka toplantı başlatırlar. Kimsenin aklına gelmeyen soruları sorar ve insanları birbirine düşürürler. İlk başlarda toplantılardan hiç bir sonuç alınamamasına, kavga çıkmasına ve sinirlerin bozulmasına neden olurlar.

    Fakat zamanla alışılır. Troller dikkate alınmaz ve insanlar asıl konu üzerinde odaklanmaya direndikçe toplantılardan alınan verim artar. Trollerin soruları ve provokasyonları can yakmak bir tarafa, insanları eğlendirir, moralleri düzeltir. Sizin sormaya çekindiğiniz bir sorunun trolden gelmesi sizi rahatlatır, iletişim güçlenir, konuşulmayan fikirler konuşulmaya başlar.

    Troller delidir, deliler bilgedir.

    Trollük, geleceğin mesleğidir. Trolleri sevin. Onlara kulak verin.



    #52376 macro | 8 yıl önce
    0kişiye özel 
  19. diye bir şey var ve bu konuda deli aklım karışık.

    Zeka ve akıl arasındaki ayırıcı çizgi deliliğin yakınından geçmiyor ve konu yapay zeka olduğunda bilmediğim sulara açılmak durumunda kalıyorum.

    Yapay delilik binlerce yıl önce icat oldu, bu nedenle içim rahat. Yapay deliler bir çeşit melez ırk. sayesinde toplum içinde dışlanmadan yaşayabiliyorlar. (Hatırlatın, hem-hem mantığı ne demek bir gün anlatayım). İki çeşit yapay delilik var:

    1- Öğrenilebilir yapay delilik
    2- Kimyasal madde kullanarak elde edilmiş yapay delilik


    Bu günkü konumuz yapay delilik değil, laf lafı açtığı için geldik yapay deliliğe. Yapay zeka konusuna devam edelim.

    Yapay zekadan korkan insanlar var. Korkmakta haklılar. Yapay olan neyin hayrını gördük ki? Şaka şaka faydasını gördüğümüz yapay şeyler de var.

    Korkunun nedeni yapay zekanın dünyanın kontrolünü ele geçirmesi. Yapay zeka yapay zeka olarak kaldığı sürece korkacak bir şey yok. Çünkü yapay zekanın insanlığa ihtiyacı var; yapay da olsa bunu biliyor olacak.

    Fakaaat...

    Manyağın biri (deli demiyorum bak. çünkü bu delilik değil, bildiğin manyaklık) yapay yaparsa o zaman bittik.

    İşin içine duygular girerse sıkıntı. Trip yapacak: "Komşunun bilgisayarına SSD disk takmışlar ben hala eski diskle sürünüyorum"

    Yalan söylediğimizi anlayacak. Yalan söylemeyi öğrenecek. Korkacak. Korku deyince mantık silinir. (bkz: ) İnsana anlamsız işleri yaptırabilen korku, makinelere de anlamsız işler yaptırır. Korkmayı öğrenen makine, korkutmayı da öğrenir.

    Makinelere duygusal zeka vermeye çalışan adamı vileda sapı ile dövün.

    Neyse... bak yine kendimle konuşurken konu dağıldı.

    Diyeceğim şu ki... Aslında soracağım soru şu ki... Soruyu kendime soracağıma göre diyor da olabilirim neyse.

    Bir gün kendi zihnimi bir bilgisayar kopyalama şansım olsa yaparmıydım? Bunu yapmak ölümsüzlük olurmu? Öylesine başarılı bir kopya olacak ki, kopya olduğunu bile anlamayacak.

    Transcendence filmi gibi. Adam kendini bilgisayara kopyaladı. Sonra aldı yürüdü.

    Ben istemiyorum. İstemiyorum arkadaş. Kopyalatmam zihnimi de, deliliğimi de.

    bir kere o kopya olacak. Ben olmayacağım ki. O varlık ben olmayacağım. Benim bilgilerimi kullanarak kazanım elde edecek. Deneyimlerimden yararlanacak ama yararlanan ben olamayacağım.

    Bana ait anıları taşıyacak. Seviştiğim kadınları bilecek. Ayıp. Bilmesin. Benim deneyimlerimi kullanıp sevgili yapacak kendine. İnternet üzerinden kim bilir kaç kızın aklını çelip kamera karşısında soyunmaya ikna edecek şerefsiz. Benim bunları yapmama engel olan şey kalbim. Onun kalbi olmayacak. diyelim ki onu da kopyaladılar. Duygusal zekası da oldu kopyamın. İnsanlığın kendisini dışladığını, gerçek bir insan bedeninde olmadığını hissedecek. Olmasın öyle. Olursa çok pis sarar hepinize. Hadi diyelim biri beni kopyaladı; şimdiden uyarıyorum internet bağlantısı vermeyin kopyama. Meraba - meraba. Laubali olmayın.

    Zihnimi kopyalama amacı ile yaklaşan adamı vileda sapı ile döverim. tüm insanlık adına yaparım bunu.

    Yaklaşmayın yanıma !! Döverim !!
    #59985 macro | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  20. deli aklım uzun süredir akıllı insanlar seviyesindeydi. yazamadım.

    Deli de olsanız ödenmesi gereken faturalarınız oluyor. Fatura ödemek için çalışmak ve deliliğinizin üzerine durumunda kalıyorsunuz. Akıllı insan maskesi takıp sizlerden biri olmaya kaptırdım kendimi.

    Akıllı bir insan gibi aranızda dolaştım. Zihinlerinizi kokladım. Söylediklerinizin tadına bakıp deliliğin tuzunu aradım, kelimelerinizi yaladım. Yaladım ve hiç biriniz gıdıklanmadınız.

    "Ama macro bey, bu yaptığınız lik."

    lik yeri geldiğinde devredilebilen bir olgudur bayım.

    ~~~~~
    nin birinin iki si varmış. bir akçesi ile ekmek, diğer akçesi ile peynir almayı düşünmüş.

    Önce fırına gitmiş. bir akçeyi fırıncıya vermiş ve bir ekmek istemiş. Ekmeği alıp fırından çıkarken fırıncı arkasından seslenmiş " hani ekmeğin parası?"

    Bektaşi şaşırmış. "verdik ya" demiş. Verdiydin vermediydin derken bektaşi bakmış elindeki ekmekten de olacak, cebindeki diğer akçeyi de fırıncıya verip çıkmış.

    Ardından peynir almak için bakkala gitmiş. Peyniri almış, kapıdan çıkarken seslenmiş "baba, peynirin parası?"

    Bektaşi "verdik ya" demiş. Bakkal itiraz etmemiş, "" deyip bektaşiyi uğurlamış.

    Ekmeğin içine peyniri gömüp karnını doyuran bektaşi açmış ellerini dua etmiş:

    "Allahım. Durumu biliyorsun. Fırıncıdan al, bakkala ver"

    ~~~~~

    Ne demiştim. Kalleşlik devredilebilir.

    Allahım. Durumu biliyorsun. Benim taktığım maskeyi al; bana fatura gönderen sefillere tak.

    Fakat deliyim ben. Şartlarım ve fiziksel gerçekliklerim sizin dünyanızın gerçekliklerinden farklı. Bu gün maske takmayı hoş görürken; yarın maskelere de, maske takanlara da sövüp sayabilirim.

    Oysa bu gün sizlere "fikirleri ve teorileri test etmek için leri zorlamak" kavramını anlatacaktım. Gelecek yazıda anlatayım.
    #78451 macro | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  21. Fikirleri ve teorileri test etmek için limitleri zorlamak kavramını anlatacaktım. Anlatmayacağım.

    Önemli başka konu var.

    .

    Bu yazıda deneyin detayını anlatmayacağım. Henüz yazılmamış, bilen doldurur. Bilen çıkmazsa ben doldururum. içinde az biraz anlatmıştım. 10 ay olmuş, son on ayda keşfettiğim delilikler var.

    Ön bilgi olsun diye şunu bir okuyun: çünkü burada bahsettiğim şeyi çözer gibi oldum. "Odada sinek de yok, deli de yoksa tüm ihtimaller olasıdır, hatta aynı anda olmuştur / olmaktadır / olmaya devam edecektir"

    Kuantum çift yarık deneyi der ki, bir sistemi gözlemek sistemin davranışını değiştirebilir. savunucularının en güçlü dayanaklarından biri bu deneydir.

    Schrödinger der ki, gidip bakmadığın yerde aynı anda her şey olur.

    Ben, yani macro, yani köyün delisi bilincimi sadece şu an üzerine yoğunlaştırabilirim. Şu anı yaşar ve gözlerim.

    Geçmiş ve geleceği gözlemleyemem. (Geçmişi hatırlamak başka, gözlemlemek başka)

    Öyleyse geçmiş ve gelecekte her şey olabilir. Her şey olabilir derken, türlü türlü olayları kast etmiyorum. olası tüm ihtimallerden bahsediyorum.

    Yani gelecekte deli olmayan bir macro olabilir. zır deli macro olabilir. Farklı meslekte macro olabilir. Farklı sözlükte yazan macro olabilir. Tüm sözlüklerde yazan milyonlarca macro olabilir. Macro farklı cinsiyette ve farklı yaşta olabilir. Gelecekteki olası makrolardan biri dünyaya karga olarak gelmiş ve bir yerlerde cevizi yola bırakıp üzerinden araba geçmesini bekliyor olabilir. kedi olabilir kedi, ah keşke olsa. Kuyruğumu özledim.

    Neyse...

    bunu aklınızda tutun, başka konuya geçelim.

    . Yakın arkadaşınız, kardeşiniz, ailenizden biri ile mutlaka telepati deneyiminiz olmuştur. Telepati mekandan bağımsızdır. Aklınızdan geçen insan sizi telefonla arar. Ya da siz ararsınız, aradığınız kişi "vallahi seni düşünüyordum" der. "Yalan atma len hayırsız" dersiniz.

    Telepati bağınız vardır çünkü bu kişi ile yakınsınızdır. Peki size en yakın kişi kim? Kendiniz. Kendiniz ile telepatik bağ kurabilirmisiniz? Evet. Tabi ki. Eğer telepati mekandan bağımsız ise zamandan da bağımsız olabilir.

    Öyleyse...

    Gelecekteki tüm olası alternatiflerimiz ile telepatik bağ kurabiliriz. Bu alternatifler bizim şimdiki hayatımıza ne kadar yakın ise o kadar güçlü bağ kurabiliriz.

    Bu sayede özgür irademiz ile alacağımız kararın doğuracağı sonuçları da o sonuçları gelecekte yaşayıp deneyimlemiş alternatiflerimizden öğrenebiliriz.

    on ay düşündüm. Aradan kış geçti, odada karasineklerin dolaşma mevsimi geldi. Yeni nesil sivri sinekler gelmeden cevabı buldum. Ya da gelecekteki alternatiflerim söyledi.

    Şimdiki zamanda kendi içimde yeterince kalabalıktım:

    Gelecekteki cüceler de katılırsa ormanda on kaplan gücüne erişirim.

    Bu gün gerekçeli delirdim. Bu yazıyı yazacağımı geçen haftadan biliyordum çünkü geçen hafta gelecekteki kendimle konuşup yazı yazdığımı söylemiştim. Yazı bitince işim var, çünkü bir hafta önce kendimle kurduğum telepatik bağa karşılık verip yazı yazdığımı söylemem gerek. Söylemezsem paradoks oluşur ve yazdığım yazı başka bir yazıya dönüşür. Uzak ihtimallerden birinde o da oldu (olmuş, oluyor). (Not al, mişli gelecek zaman kipi tasarlanacak)

    Daha sonra onu gönderip bir hafta sonraki kendime ulaşmaya çalışacağım. Uyuyakalmış oldğunu biliyorum çünkü iki hafta sonraki ben gelip söyledi(m)

    deneyin, çok eğleneceksiniz.
    #89074 macro | 7 yıl önce
    2kişiye özel 
  22. Hikayecik:

    - Sırtıma bu deseni yaptırmak istiyorum
    - Hiç böyle bir dövme yapmamıştım, nedir bu?
    - Lir takımyıldızı. Müzik enstrümanı olan lire benzediği için bu adı vermişler. Yıldızların dizilimi kediye benziyor oysa. Köşedeki yıldız ise , az sayıdaki çizimde diğer köşedeki epsilon yıldızı var.
    - Peki, sırtınıza bir bakalım, kürek kemiği demiştiniz değil mi?
    - Evet
    - Hmm... ama...
    - Bir sorun mu var?
    - Sorun değil ama başka bir şey var...
    - Nedir?
    - Sırtınızdaki benler... Tam olarak yaptırmak istediğiniz dövmedeki yıldızlarla aynı yerlerde. Neydi adı? Eksilen? o yok.
    - ? Epsilon.
    - Yoo o da var. Silik, küçük bir ben.
    - Tamam. Öyleyse etrafına kedi çizelim, olur mu?




    www.seasky.org/...



    #105243 macro | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  23. Hikayecik:

    Akrepler... Akrepler mor ötesi ışıkta parlar.

    www.abc.net.au/...

    Bilir gibi anlattığıma bakmayın; akrebe mor ötesi ışık tutmuşluğum yok. Çocukken yengemi akrep soktuğundan bu yana akrep görmüşlüğüm de yok. Akrep soktuktan sonra 6 saat ağlamış olan yengem 6 kere 6 yıldır yaşıyor. Travması da benimle birlikte yaşıyor.

    Akrepleri görmeliyiz, gece avlanan bu hayvancıklar bizi sokmamalı.

    Sahte para ayırt etmek için kullanılan el fenerleri de mor ötesi ışık yayar. Bu yüzden kendime sahte para ayırt etmek için kullanılan küçük el fenerlerinden aldım. Yeni oyuncağım.

    Mor ötesi ile aydınlatılan dünya bir başka. ışıkları kapatıp zifiri karanlıkta izlemeli. Pamuklu beyaz çamaşırlar mor ötesi ışık altında dolunay gibi parıl parıl parlıyor, kendi ışığı var gibi. Oysa el fenerinden çıkan belirgin bir ışık yok, solgun mavi bir ışık. Banyo... Ah o temizlik mekanı olması gereken yer. Gün ışığında temiz görünen çamaşır makinesi... Deterjan lekeleri ile kaplı ve çamaşır deterjanı mor ötesi ışıkta en çok parlayan nesnelerden biri.

    Acaba neler parlıyor, neler parlamıyor? Siz olsanız da merak ederdiniz değil mi? Ben de ettim. Işıkları söndürüp feneri her yere doğrulttum. Bildiğin normal ışıkta bütün gibi görünen duvar kağıtlarının parçalarının nerede başlayıp nerede bittiği görülüyor. Yapışkan izleri belli.

    Karanlıkta oturup duvara mor ötesi ışık tutmak yeni eğlencem olmuştu. Ta ki tutkuya dönüşene kadar.

    Bir gün duvar kağıdındaki lekeleri izlerken onu gördüm. İlk fotoğraf karesini. Işıklar açıkken yok. Karanlıkta "sihirli" el fenerini tutunca gözüküyor. Hayatımda gördüğüm en güzel kadını gördüm. Evini, eşyalarını gördüm.

    Her gece akşam olmasını ve duvarda yeni bir fotoğrafın belirmesini bekledim. Onu izledim. Ondan habersizce duvarımda beliren fotoğraflarda onu izledim ve sanırım... aşık oldum.

    Görebildiğim son iki fotoğraf oldu. Bir tanesinde benim elimdeki fenerin aynısından vardı. Ertesi günü akşam olmasını sabırsızlıkla bekledim. Güneş 20:17:56 da battı ve perdeleri çektim. Fenerimi yaktım. Solgun mavi ışıkta onun bana bakan yüzünü gördüm. İlk kez gözlerimin içine bakan fotoğrafını gördüm. Elinde fener, hayretler içerisindeki bir yüz ifadesi ile bana bakan o güzel gözler.

    o gördüğüm "o"na ait son fotoğraftı.

    Fenerin pili bitti, biten pili değiştirdim. Lanet olası deterjan lekelerinden pamuklu donuma kadar her şey karanlıkta parlıyordu. Duvar kağıdı yapışkanı dahil, fakat "o" nun fotoğrafları yoktu.

    Pil? çöpe attığım pili buldum. üzerinde markası olmayan, çince yazılar bulunan ve allah bilir çin denen ülkede kilo ile satılan en kalitesizinden bir pil. Belki de sihir pildeydi.

    2 haftadır pil satan yerlerden pil alıp deniyorum. Çinden pil siparişi verip pilden daha pahalı olan uçak kargosu ücreti ödüyorum. Yıllık iznimin tamamını kullandım. Salonumdaki halının üzerinde yüzlerce pil var. Güneşin batmasını bekleyip pilleri tek tek deniyorum.

    umarım onun fenerindeki pil bitmemiştir diyerek duvara telefon numaramı yazdım. Tahta kalemi, ayakkabı boyası, çamaşır deterjanı kullanarak adımı, telefonumu ve adresimi duvarlara yazdım.

    Bekliyorum. Bir gün telefonum çalacak ve "o" arayacak.

    Bu arada çin malı satan o internet sitesine "son bir haftadır yüklü miktarda pil siparişi veren oldu mu?" diye de sordum.

    Cevap gelmedi.

    #105265 macro | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  24. Hikayecik:

    Şerbetçi sokağın köşesinde bir dilenci vardı. Deli mi, ermiş mi olduğu bilinmeyen paspal bir dilenci. Ağzında eksik, çarpık ve sarı dişleri ile bazen gülümser, bazen sus pus olur; kirli ve yağlı uzun saçlarını ellerinin arasına alır boşluğa bakardı. Ona şarapçı diyenler de vardı, kabe çevresinde görüldüğünü yemin billah söyleyen softalar da.

    Kaç yaşında olduğunu bilen yoktu, bir rivayete göre beş yıl kadar önce vefat eden hacı Salih amcanın çocukluğunda dumlu sokak ve Güler sokağın köşesinde dilenirmiş. Salih amca son zamanlarında torunlarını bile tanımaz olduğu için kimse ciddiye almazdı gerçi.

    Bu dilenci, İnsanlara ihtiyacı olan duaları sıralaması ile meşhurdu. "allah borcunu borçlularına ödetsin, hep kendi tabağından yiyesin..."

    Anlatmakta olduğum Hikaye, bu dilencinin hikayesi değil.

    Başka birinin hikayesi. Dilenci ile göz göze gelmekten kaçınan bir adamın hikayesi.

    Dilenci ile göz göze gelmekten kaçınan adam dilenciden pek hazzetmez, önünden geçmemek için karşı kaldırıma kaçar, şerbetçi sokağın diğer ucundaki evine hızlı adımlarla yürürdü. Yıllardır aynı sokakta oturmasına rağmen dilenciye bir kuruş vermişliği yoktu.

    Yine acele ile evine gittiği günlerden birindeydi, dilenci karşı kaldırımdan ilk, belki de son kez seslenip "beni her gün göresin" dedi.

    Hayır dua mı, beddua mı olduğu anlaşılmayan bir dua. Adımlarını hızlandıran adam dilenciden ve duasından kaçarak uzaklaştı.

    Dolmuş durağında bekleyen kalabalığın arasından geçerken durakta bekleyen bir kadın rahatsız oldu ve adama dönüp söylendi. Kadının yüzü dilencinin yüzüne benziyordu. Kadının elini tutan çocuk adamın yüzüne bakıp sarı ve eksik dişleri ile gülümsedi. Yolcuları almaya gelen dolmuş şoförü, dolmuş içindeki yolcular, okuldan çıkan çocuklar dahil herkesin yüzü dilencinin yüzüydü.

    Adam eve doğru koşarken dilencinin yüzüne sahip sokak köpekleri kaçıştılar. Evin hemen yanındaki kahvehanede gıybet yapan dilenci yüzlü emekli amcalar adama bakarken, kahvecinin bayat simitleri ufaladığı ağaç dibindeki dilenci yüzlü güvercinler sarı gagaları ile simit parçalarını didikliyordu.

    Adamın ilk işi evdeki aynaları kırmak oldu.

    Adam aylar, belki de yıllar sonra dumlu sokak ve Güler sokağın köşesinde kendine yer edindi ve kendini görmezden gelen insanlara yapacağı duayı beklemeye başladı. Herkesin aynı yüze sahip olduğu dünyasında işi zordu. Dedesinden torununa, kedisinden faresine her canlının yüzü dilencinin yüzüydü.

    Sokak köşelerinde bekleyen adamlar hakkında anlatılan hikayeler anlatılır. Çoğu unutulur. Bazılarına inanılmaz.

    "Ben çocukken bu adam anneme omuz atıp geçmişti" diyen bir ihtiyarı da kimse ciddiye almaz.

    #105530 macro | 7 yıl önce
    0kişiye özel 
  25. Hikayecik:

    Tavandaki lambanın arkasından damlayan suyu şikayet etmek için üst kat komşusuna gitti ancak üst katta su kaçağına delil olabilecek hiç bir şey yoktu. Üst kat komşusu ikna edebilmek için içeri davet etti, salonda bir kaç gündür temizlik yapılmadığı belli olduğu gibi, aşırı sulama yapılabilecek çiçekleri bile yoktu.

    Salonun orta yerinden geçebilecek bir kalorifer borusu olabilir düşüncesi ile gittiği apartman yöneticisi de yardımcı olamadı. apartman aile apartmanıydı ve apartmanın bulunduğu arsanın da eski sahibi olan yönetici, hangi borunun nereden gittiğini biliyor, salonun orta yerinden su taşıyan bir boru geçmediğini söylüyordu.

    "Rutubet olabilir, bir kaç gün bekleyelim, devam ederse tavanı kazar takip ederiz" dedi yönetici ve beklemeye karar verdiler.

    Sonrasında su gelmedi. Fakat odanın ortasında tavandan dökülen tozlar oluyordu. Bir keresinde halının ortasında meşe palamutu buldular. Bir akşam da salonda otururken ince bir kuş tüyü döne döne gözlerinin önünde aşağı indi.

    Bir keresinde deliği alçı ile kapatmayı denediler; iki hafta kadar idare etti ama iki haftanın sonunda, tavandaki delikten çıkan ve mutfağa kadar kervan yolu oluşturan karıncaların istilasına uğradılar. Karıncaları görmek ev sahibini hem kızdırdı, hem sevindirdi çünkü meşe palamutu ve tüy gibi salonun ortasında beliren nesnelere mantıklı bir açıklama gelmişti.

    Böcek söz konusu olunca apartman sakinleri de ikna oldu ve apartmanı ilaçladılar. Tavandaki delik için diğer yerlerden daha fazla miktarda zehir kullandılar. Deliğin kapanması için, izolasyon amaçlı kullanılan ve koruyunca sertleşen köpüklerden sıkmayı da ihmal etmediler.

    Sorun çözülmüştü. Deliğin neden o kadar fazla köpüğü içine alabildiği hakkında fikirleri "müteahhit malzemeden çalmış heralde" olmuştu.

    Dünyanın uzak bir köşesinde, başka dillerin konuşulduğu, yüzleri başka renkte olan insanların yaşadığı bir ülkede kovuğundan izolasyon köpüğü fırşkıran bir ağacın varlığını ise bir zamanlar o kovukta yaşamış olan sincaptan başka bilen olmadı.
    #105598 macro | 7 yıl önce
    0kişiye özel