adam öldürmenin; insanoğlunun yaşadığı her dönemde ve her yerde "vatan, onur, erkeklik, nam, yiğitlik, din, özgürlük vb" gibi gazlarla topluca yapıldığı olay.
bu gözle bakmaya başladıktan sonra bilgisayar oyunu bile oynayamamaya başlamıştım bir zaman. neyse sonra geçti.
"...her somut olayda niteliğini bir ölçüde değiştiren sahici bir bukelamun olmakla kalmayıp, aynı zamanda, bir bütün olarak bakıldığında, belirgin eğilimleri bakımından üç yanlı şaşırtıcı bir olaydır; bir yanda, niteliğinin özünü teşkil eden şiddet, doğal ve kör bir içgüdü sayılması gereken kin ve nefret; öte yanda; savaşı ruhun özgür bir faaliyeti haline getiren ihtimal hesapları ve tesadüfler; son olarak da, savaşı salt akla bağlayan bağımlı bir politik araç kimliği.
bu üç cephenin birincisi daha çok milleti, ikincisi daha çok komutanı ve ordusunu, üçüncüsü daha çok hükümeti ilgilendirir. savaş içinde gemi azıya alan ihtiraslar, halkların sinesinde önceden yer etmiş olmalıdır; ihtimaller ve tesadüfler aleminde cesaret ve istidadın oynayacağı rolün önemi, komutanın ve ordusunun özelliklerine bağlıdır, politik amaçlarla ilgili karara gelince, onu ancak hükümet alır.
komutanın bir yerde devlet adamı olması gerekirse de, yine komutan olarak kalmalıdır. bir yandan, bir bakışta bütün fizik şartları kavramalı, öte yandan emrindeki araçlarla nereye kadar gidebileceğini kestirebilmelidir.
savaşta, bütün ilişkilerin çeşitliliği, belirsizliği bir çok faktörlerin işe karışmasına yol açar. bu faktörlerin çoğu ancak ihtimal kanunlarına göre değerlendirilebilir. komutan, gerçeği bütünlüğü içinde görebilme sezgisinden yoksunsa, içinden çıkılamaz bir görüş ve düşünce keşmekeşinin içine düşer. bu durumda, yolunu tayin etmesine yardım edecek bir fikir edinmesi imkansız hale gelir. bonapart bu konuda haklı olarak, bir komutanın savaşta almak zorunda kalacağı bir çok kararların bir newton veya euler'e dehasına layık matematik problemleri teşkil edebileceğini söylemiştir."
Savaşların insanın kendi ülkesine ya da kendi sınıfına bir haksızlık yapıldığı inancından çıktığını sanmıyorum. Aslında, savaşın nedenlerini insan tabiatının derinliklerinde aramak gerekir. Savaşın ilkel insanların doğal bir görevi olduğunu söylemekle gerçeği abartmış olmayız... Savaşları haklı göstermek için ileri sürülen nedenler sadece saldırgan olmayan insanların döğüşme itkilerini kışkırtmak içindir. Irmakların zaman zaman yataklarından taşmaları nasıl doğaya aykırı değilse, savaş eğilimi de insan tabiatına aykırı olmayan bir niteliktir; ve selleri önlemek için insan nasıl araya girip bir şeyler yapıyorsa, savaşları önlemek için de öyle davranmalıdır. Saldırganlıkları önlemenin tek yolu uluslarüstü yasalarla yönetilen uluslarüstü bir örgüt ortaya koymaktır. Bu çözüm yolu duygulu bir insanın «doğruluk» anlayışı ile bağdaşmayabilir. Sanırım, insanlar ancak uzun süren dönemler sonucunda gelişen gelenekleri göstererek kendileri ile ilgili yasalara uyarlar. Ne var ki, kabul edilebilecek yasalar zamanla bir değişime uğramak zorundadır. Örneğin, eski Yunan uygarlığında en soylu kişiler bile köleliği doğru sayarken, biz bugün köleliğin çok yanlış birşey olduğuna inanıyoruz. Sanırım her çağın insanı kendisi için «doğru» olanı bulmaya çalışmak zorundadır...
bütün savaşlar vergi toplayıcı erkin gözünü ve cebini doyurmak için yapılır. her zaman bahane vardır. bu bahane önceleri din idi. yetmeyince vatan diye bir kavram eklediler üstüne. insanları toplu halde ölüme gitmeye, başka insanları öldürmeye ikna etmek için. sonra bir de üstüne etnisite çıktı. bahane ne olursa olsun özünde savaşlar hükmedecek daha geniş bir alan ve buranın getirisiyle doymazları doyurmak içindir. doymazlar. savaşın kazananı yoktur derler. halbuki onlar hiç kaybetmez.
"harp zaruri ve hayati olmalıdır. hayat-ı memleket tehlikeye ma'ruz kalmadıkça harp bir cinayettir." Demişti mustafa Kemal Atatürk. Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe, durmadan ilerleyeceğime and içerim...
ferhan şensoy'un da dediği gibi yüksek oktavlı ve gayet boktan bir şeydir.
boktanlığı keşke adam öldürmekle kalsa. ama ne yazık ki savaşlarda verilen çoğu can belki 100-200 sene sonra boşa gidiyor. verilen canlar, basiretsiz ve vizyonsuz bir yönetici gelince masalarda heba oluyor. ölen öldüğüyle, öldüren öldürdüğüyle kalıyor.
işin tuhaf yanı ise; bazı ülkeler savaşlarda kaybetmediği sürece "ganimet benim hakkım" diye ortalarda gezerken, bu sefer kaybeden konumuna düşünce "ama bu haksızlık! siz bizi sömürüyorsunuz!" moduna geçiyor. ama sen de ona aynısını yapmıştın daha önce ve o zaman hoşuna gitmişti?
ne yazık ki savaşlar hiç bitmeyecek işte... dünyada sınırlar kalksa ve uzayda koloniler kurmaya başlasak bile yine birbirlerimizle savaşacağız. bu sefer de dünya birliği ile koloniler federasyonu savaşacak. yine ölen öldüğüyle kalacak.
c. v. clausewitz'e göre savaşta üç karşılıklı etki / karşılıklı aşırılık vardır.
ilk karşılıklı etki / karşılıklı aşırılık; tarafların kuvvet kullanmadaki sınırsızlığında ortaya çıkar. savaşta, her iki taraf da birbirini silahsızlandırmaya ve mağlup etmeye çalışırken kuvvet kullanır ve bu kuvvet hiçbir şekilde sınırlandırılamaz. clausewitz'e göre savaşı kazanan taraf; fiziksel kuvveti acıma duygusuna kapılmadan kullanan, kan dökmekten çekinmeyen taraftır. bu gerçeklik, iki tarafı da en yüksek, en tahrip edici gücü kullanmaya iter. bu yükselen düzeyde seyreden, taraflardan biri mahvolana kadar sürdürülen ilk karşılıklı etki ve aşırılıktır.
ikinci karşılıklı etki / karşılıklı aşırılık; tarafların birbirini mağlup etme amacında ortaya çıkar. savaşan kişinin amacı, karşı tarafı irademize uymaya zorlamaksa eğer, bunun için onu silahlarından arındırmak zorundayız. bunu sadece biz değil, karşı taraf da düşünür. yani iki taraf da, aynı niyete, aynı husumete sahip olduğu için; artık tarafların kaderi kendi ellerinde olmaz. düşman mağlup edilmediği sürece, her iki taraf da kendi yaşamının efendisi değildir, nasıl davranacağına kendi karar veremez; onu şöyle veya böyle davranmaya iten şey, savaşın doğasından kaynaklanan zorunluluklardır, düşmanlıktır. bu da ikinci karşılıklı etki ve aşırılıktır.
üçüncü karşılıklı etki / karşılıklı aşırılık; kuvvetlerin aşırı gayretiyle ilgilidir. yani düşmanı mağlup etmek için, birlikleri, silahları, gayretleri; düşmanın gücüne uydurmak gerekliliği vardır. düşmanın saldırı veya savunma gücünü bilmek, kendi saldırı ve savunma gücümüzü de ayarlamamızı sağlar. amaç, düşmanın birliklerinden ve iradesinden daha üstün olabilmektir; fakat düşman da aynı şekilde hareket ederek bize göre gücünü ayarlamaya, ve bizim bir adım önümüze geçmeye çalışır. bu karşılıklı tahminler, üçüncü karşılıklı etki ve aşırılıktır.
kaynak: c. v. clausewitz, savaş üzerine (özne yayınları)
c. v. clausewitz'e göre düşmanı yenmenin temelde üç unsuru vardır:
- düşmanın silahlı kuvvetleri imha edilmelidir,
- ülke zapt edilmelidir,
- yukarıdaki iki unsur gerçekleşse bile, zaferin zorunlu kıldığı son bir şart daha vardır: düşmanın iradesi kırılmalıdır. ''yani düşman hükümeti ve müttefikleri barış anlaşmasını imzalamaya ya da halk boyun eğmeye razı edilmedikçe harp, yani düşmanca gerginlik (muhasemat) ve düşman kuvvetlerinin etkisi sona ermez.''
indirgemeciliğe ve yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için clausewitz, silahlı kuvvetleri salt fiziki kuvvetler olarak kabul etmemek gerektiğini; aksine, silahlı kuvvetler kavramından esas olarak moral kuvvetleri anlamak gerektiğini belirtiyor. demek ki clausewitz'e göre, asıl silah, moral gücüdür ve iradedir. ''savaş, körü körüne bir ihtiras eylemi olmadığından, aksine politik amaç ağır bastığından, bu amacın değerini, onu elde etmek için göze almaya hazır olduğumuz fedakarlıkların büyüklüğü belirler.''
kaynak: c. v. clausewitz, savaş üzerine (özne yayınları)