1. tolstoy'un "ivan ilyiç'in ölümü" kitabının orijinal ismi. okuyanı sağlam etkileyen cinstendir.


    -- spoiler --


    ivan ilyiç hasta yatağındayken insanlardan çektiği acılara dair sempati ve üzüntü görmeyi arzuluyor, ailesi ise durumun ciddiyetini hiçe sayan yapmacık tavırlarla ona en nefret edilesi türden bir acıma fırlatıyor. çok yaygın rastlanan ama bir o kadar huzur kaçıran bir kopukluk bu. insan genelde kendinden daha kırılgan/daha talihsiz bir konumda gördüklerine karşı ekstra hassasiyetle yaklaşır ve yaşadığı zorlukların ağırlığını kasıtlı şekilde görmezden gelip hafife alarak karşısındakini iyi hissettirdiğine inanmak ister. örneğin engelli insanlara hadsizce bir sempati ve hayranlıkla yaklaşmak fakat sakatlıklarının açıkça dile getirilmesi hususunda rahatsızlık hissetmek de böyledir. içten içe biliriz de üstelik onların yerinde olmadığımız için ister istemez kendimizi şanslı gördüğümüzü. halbuki bir acıyı samimi şekilde paylaşabilmek için önce kendimiz de deneyimlemek zorunda değilizdir, ölümle yüzleşen birinin yanında olabilmek için hayattan kopmaya da gerek yoktur. birinin yaşadığı zorluğu anlamadan da olsa içtenlikle tanımak bile bazen yetebilir. fakat muhakkak ki ilyiç'in çevresindekiler daha kendi fanilikleriyle uzlaşamamış oldukları için ona ihtiyacı olanı verecek konumda değillerdir -gerasim istisna- zira onda gördükleri şey kendi kaçınılmaz sonlarıdır.

    asıl korkutucu olansa başkalarından bağımsız olarak bütün bu yüzleşmeleri insanın doğası gereği yalnızca kendisinin yapabilecek olması. her yeni gün aynı ızdırap dolu sürece uyandığında tekrar bilinçsizliğe düşene kadar geçen her saniye yalnızca kişinin kendisi tarafından deneyimlenecektir ve bundan hiçbir kaçış da yoktur. vücut organik bir hapishaneye dönüştüğünde zihnin işkencesi başlar ve artık geriye kalan tek sığınak olan çocukluk anıları bile yalnızca yitirilmiş ve bir daha geri dönülemeyecek bir hayale dönüşür. insan yaşamın anlamsızlığını ve kendi önemsizliğini idrak ve kabul edebilir fakat bunu içselleştirmek çoğu kez mümkün değildir. ilyiç de bilir hayatını nasıl yaşadığının aslında hiç mi hiç önemli olmadığını, şimdi tek gerçek bunun sona eriyor olmasıdır gerisi de boştur. neden böyle acı çekmeyi hak ettiğini inanmadığı bir tanrıya sorarken "öyle işte"den başka cevap olmadığını bilmesine rağmen bunu sindirmek kolay değildir ve kaybettiği zamanın yasını tutmaktan geri duramaz; kendi hayatına dair aydınlanmalar ölümünü de güçleştirmektedir. ironiktir ki hayatı olduğu gibi görmeyi başarması için ölmesi gerekmiştir.

    bir de kitabın girişinde çevirmenin tolstoy'un ölümüne dair yazdıklarını not düşeyim, bana ilgi uyandırıcı gelmişti:

    "ölümle yüzleşmek ve kendisini sona hazırlamak için harcadığı zaman ve efor göz önüne alınınca, tolstoy'un ölümü talihsiz bir rezalet idi. sevgi ve merhametin öncüsü, sadık karısından keskin bir nefret içinde kaçtıktan sonra bir tren istasyonunda hastalandı. birkaç gün sonra, temsil ettikleri bütün kurumları reddetmesine rağmen altı doktor, bir polis amiri, devlet memurları ve civardaki bir manastırdan bir yaşlı tarafından çevrelenmiş şekilde bu istasyonda öldü. bilincini yitirdiği en son ana kadar karısı bu grubun içine alınmadı. bir ya da iki müridi de mevcuttu fakat tolstoy'un yaklaşan ölümünü öngörerek kurgulamış olduğu deneyi gerçekleştiremediler. tolstoy, on yıl önce günlüğüne şunları yazmıştı: "ben ölüm döşeğindeyken, hayatı hala tanrı'ya doğru bir ilerleme ve sevginin çoğalması olarak görüp görmediğimin sorulmasını istiyorum. konuşacak mecalim yoksa fakat cevap evet ise, gözlerimi kapatacağım. cevap hayır ise yukarı bakacağım." müritleri bundan haberdardı fakat kimse ona soru sormadı.

    üzücü gerçek şu ki, tolstoy hayatı boyunca bize nasıl yaşamamız, başkalarını sevmeyi öncelik haline getirmemiz ve iyi ölmeyi öğrenmemiz gerektiğini anlatmak istedi. ancak bunun tek yolu kendi hayat hikayesini de -anlattığı eğitici hikayelerden biri gibi- nasıl sevmemek ve ölüme nasıl hazırlanmamak gerektiğine dair bir ders olarak görmektir. sevgi konusunda, dostoyevsky'nin bütün insanlığı kolayca sevebilen ancak yan komşusunu sevmekte güçlük çeken rasyonel kuramcısı ivan karamazov gibi davranmıştır. tolstoy'un yıllar boyu karısına ve birkaç sadık müridi haricindeki yakınlarına karşı şefkatsiz muamelesi, itibarında bir leke olarak durmaktadır. ölüm konusunda kasıtsız şekilde verdiği ders ise, ölmek ve ölümü onun yaptığı gibi takıntı haline getirmemek gerektiği ve ölüme karşı savaşmanın anlamsızlığıdır.

    öte yandan sanatı o kadar kuvvetlidir ki, çoğu zaman didaktik mesajını dikkat çelen keyifli bir karışıma yedirerek iletmeyi başarır. sıradan yaşamlar sürüyor bile olsak, tolstoy'un yazıları hayatta olma bilincimizi keskinleştirir. bu durum, tolstoy'a göre sanatın ilk amacının sözkonusu ölüm olduğunda bile insanların yaşamı her yönüyle sevmesini sağlamak oluşu ile uyum içindedir."


    -- spoiler --

    #17121 nox | 8 yıl önce
    1roman 
  2. (bkz: )

    (bkz: )
    #25120 fly | 8 yıl önce
    0roman 
  3. Rus düşünürü ve edebiyatçısı Tolstoy’un son döneminin başyapıtı olan İvan İlyiç’in Ölümü adlı eserinde sözü edildiği üzere ölüme ilişkin varoluşsal bir bakış açısını görebilmek mümkündür. Tolstoy’un kişisel tecrübelerinin onun ölüm olgusuna yaklaşımında ya da onun varoluşsal bir problem olarak ölüme yönelişinde etkili olduğu söylenebilir. Beş yaşında iken annesini kaybeden ve onun cansız bedeni ile yüz yüze gelen Tolstoy, seksen yıl boyunca bu görünüşü hiç unutmamıştır. İlerleyen yıllarda Paris’te bir mahkûmun giyotinle idam edilmesine
    tanık olması ve kardeşinin ölümü ise onun, ölümü, “insanın kanını donduran bir korku” olarak nitelendirmesine neden olmuştur. Ölüm önsezisi ile erken yıllardaki tanışıklıktan kaynaklanan ‘bir çeşit bulantıyla karışık sıkıntıları’ artarak yoğunlaşan Tolstoy, ölüm korkusu ile otuz yıl savaştıktan sonra ilerleyen yıllarda onunla birlikte yaşamayı öğrenmiş “ölümü, hayatın manevi bir unsuru” haline getirebilmiştir.
    #150226 ethicaysa spinoza | 6 yıl önce
    0roman