Doksanlarda fenerbahçe forması giymiş Bulgar futbolcu. Günün alışkanlıklarına yakışır şekilde gelişi baya şaşalı olmuştu Novak'la beraber.
Onun oynadığı maçları ancak radyodan dinleyebildim. Namına yakışır şekilde zımba gibi de girmişti sezona. Ligin ilk maçında gol atmıştı, dün gibi hatırlarım.
Sonrası sakatlık, geri dönüşü istendiği gibi olmadı. Sezon sonu da gitti. Ege bölgesi takımlarından birinin teknik direktörü şimdilerde. Düzgün ve sevdiğimiz bir abimizdir, çünkü birçok fenerli için frank pingel'le beraber içte kalan uktedir.
kendisinin oldukça büyük çapta ön yargıları, sabit fikirliliği ve teknoloji düşmanlığı olduğunu düşünüyorum. göztepe'nin başına geçtikten sonra takımın oynadığı ilk maçlar olan kocaeli ve bodrum maçları nefis doneler vermişti ama geçen yıl takım o kadar doludizgin gitmişti ki, çoğu tribündaşım ve futbol izlemeyi severek göztepe'yi takip eden kitle bunları görmezden gelmeyi seçmişti bilinçli olarak. 4-3 biten samsun maçı ise "neden bir futbol takımı tamamen kapanarak, hiç hücuma çıkmamayı tercih ederek oynamamalı?" dersi verdi adeta. yeminlen futbol akademilerinde falan gösterilmeli bu maçın tamamı.
- sabit fikirlilik: kendisi kadro düzenini kurduğu gibi ne maç içinde ne maçtan maça ne de farklı maçlar için özel olarak değiştirir. bi' yapılanma kurup onun başarılı olmasını beklemeyi seçiyor, ki bunu kariyerinde şampiyonları ligi grup maçları falan olan bir hoca olarak yapıyor. hele ki maç içinde sakatlık falan olduysa ve oyuncu değişikliğini yapı değişikliği olarak yapmak zorundaysa, aman odin! "sistem değişeceğine, yeni oyuna aldığım oyuncu yerini yadırgasın ve bok gibi oynasın" diye bile düşünüyor olabilir. böyle düşünebilme ihtimalinden korkuyorum.
- ön yargı: bazı oyuncuları kafasında bir yere monte ediyor ve maç maç performanslarını pek önemsemiyor. bok gibi oynasa da 90 dakika oyunda tutabilir, en iyi maçını çıkarsa da 60'da oyundan alabilir. bu çok tehlikeli bir durum çünkü zaten ana takım iskeletini üzerine kurduğu birkaç sevdiği oyuncu var kendisinin, biliyoruz bunu. bunlardan birinin aksaması takımın genel oyun tarzını dinamitliyor. kötü oynamaya başlayan iskeleti görüp hiçbir şey yapmaması ise çileden çıkarıyor beni. rahat galip geldiğimiz maçlarda da, bugünkü samsun maçı gibi berbat oynadığımız maçlarda da bunu görmüştüm. bunun adı net bir şekilde ön yargı çünkü ne yedek kulübesindeki muadil oyuncuya karşı fikrinin değişebileceğini düşünüyor ne de sahada değer verdiği oyuncunun kendisini sorgulamasını sağlamaya çalışıyor. bunların ikisi de olmayınca, sahadaki oyun kötüyse kötü, iyiyse iyi gidiyor; hiçbir şeyi anlık olarak değiştirme gücünü çalışmayı istemiyor. bak, "yapmayı deniyor ve yapamıyor" değil bu; is-te-mi-yor. bu çok korkunç bir şey, tam da ömer üründül'ün dediği gibi.
- teknoloji düşmanlığı: istatistiği önemsemiyor gibi görünüyor. samsun maçı en güncel örnek, ordan gideyim. rakip ilk yarıyı 2 xg, %70 topla oynama ve 11 hücum girişimiyle tamamlamış. hücum hattında oynayan oyuncuları yorulmayı bırak, her geçen dakika kurdukları baskı nedeniyle daha da iştahlı oynuyorlar, bu görülmüş. kendi takımın 0,30 gibi korkunç bir xg üretebilmiş, kaleyi bulan 2 şutun da gol olmuş (biri doğrudan rakip defans hatasıyla, topa bile değmeden attığın gol). bu koşullar altında soyunma odasına girdiğinde, yapacağın ilk şey "neden biz bu kadar baskı yiyoruz?" ve "neden hücumda hiçbir bok üretemiyoruz?" olur, di' mi? yoldaş ise "zaten öndeyiz, istatistiklere falan ihtiyacım yok, gözüm görüyor benim ve skorda öndeyiz. aynen devam" diyerek 2. yarıya çıkartıyor takımı. rakibin maç sonu istatistiklerini de vereyim benzer alanlarda: 3,07 xg, %70 topla oynama, 22 hücum girişimi, kaleyi bulan 11 şut, 6 korner ve 30 küsur taç. korner ve taç önemsiz diye düşünmeyin çünkü bu alanlar rakibinizi ne kadar baskı altına aldığınızı doğrudan gösterir. 20'nin üzeri taç attıysanız maç ortada ya da orta şekerli gidiyor demektir hatta. yoldaş bunları maç sonunda önüne alıp rakibin hücum gelişimlerini, nerelerde kendi takımını boğduğunu, takımın neden hücuma çıkamadığını, savunma kurgusundaki bariz hataların başlangıç noktalarını falan irdelemeyecek çünkü biliyor ki kendi takımı 3 gol attı ve 90+'da yediği golle puan alamadı bu maçta. bu kadar sığ bir bakış açısı olmasından korkuyorum ben. yani, temelde bir teknoloji düşmanlığı varsa, üstte apaçık anlattığım ön yargıları ve sabit fikirliliği ile bu birleşince, ortaya futbol içinde "orta çağ köylüsü cehaleti" falan çıkıyor. üründül'e selam, "korkunç bir şey bu" demeye devam.
ben kendisinden halâ razıyım ama sanki hocalık kariyerinde bir sınıra gelmiş ve burayı aşmayı denemektense eski alışkanlıklarıyla sınıra yakın bir yerde sabit kalmak istiyor gibi göründüğünü hissediyorum. eğer durum korktuğum gibi buysa, o zaman taraftarın gazını almak için "ben 1 sene daha avrupa için bekleyemem" falan diyerek gaz almayı acilen bırakması gerektiğini birisi kulağına fısıldamalı. gürsel aksel spor ve sağlıklı yaşam merkezi'nde bu ligteki bütün rakip yenebilir bu takım; hem de hocasız. ama deplasmanda 90 dakika mahkum oynayarak, hücuma çıkmayarak, rakibin izbandut gibi hücumcularına her 2 dakikada bir topla buluşma şansı vererek, %30 topla oynayarak maç kazanamaz, gol dahi atamaz normal şartlarda. "yoldaş bunları benim kısıtlı futbol bilgimin kat kat üzerinde biliyordur" diye düşünmek isteyerek uykuya yatmak istiyorum bu gece. umarım ben yanlış düşünüyorumdur.
göztepe'deki işinden sonra ya emekli olacak ya da ülkesine dönüp levski sofia'da keyif çatacak olan teknik direktör.
göztepe'ye özellikle geçen yıl oynattığı futbolla gönülleri fethetmişti. ama bu sezon sürekli cepten ya da taraftardan yiyor. deplasman karnesi berbat. bu sezon ligin dibindeki adana demirspor 7 deplasmanda 5 mağlubiyet aldı. biz ise, 8 maçta 4 mağlubiyetteyiz ve tek galibiyetimiz var, onu da beşiktaş'tan almıştık. gerçekten korkunç bir taktisyen olmaya yelken açmış görünüyor bu sezonla birlikte. kendisinin baştan yaratmak istediği oyunculara o kadar körü körüne bağlı kalıyor ki, sahada kalmalarının takıma doğrudan eksi yazdığını bile görmüyor. bugün biraz önce biten hatay deplasmanına çıkardığı 11, ilk yarıda takımın sadece 50 isabetli pas yapabilmesi, %20'lerde kalmış topla oynama, sürekli baskı yemek falan umrunda olmamış, devre arasındaki röportajında da takımdan memnun olduğunu söylemişti. tarihe not düşülsün bu. yeminlen utanç ya.
isaac solet, anthony dennis, malcom bokele, juan silva, novatus miroshi, victor hugo kendisinin baştan yaratmaya direttiği oyuncular. solet performans verdi, dennis geçen sezon zorunluluktan ötürü formayı kapmıştı. diğerleri ise, defolarını saklayabildikleri ölçüde iyiler. alternatifleri olmasına rağmen, sürekli bu oyuncularda diretmesi doğrudan ön yargısına işaret ediyor artık. koray günter kariyerinin en iyi dönemlerindeymişçesine başlamıştı lige, sakatlandıktan sonra onu kesti, attı takımdan. doğan erdoğan geçen seneki çapraz bağ sakatlığından iyi dönmüştü, dennis'in yerine onu düşünmüyor bile. ahmed ıldız sonradan girdiği maçlarda hem skoru hem oyunu değiştiren bir oyuncu olmuştu ama solet sakatlanana kadar çok az süre verdi ona da. miroshi'yi parlatmak için saçma sapan mevkilerde oynatıp oyuncunun da başı kesik horoz gibi koşturmasına neden oluyor. juan benim bu takımın tarihinde gördüğüm en bencil oyunculardan biri. elinde datro fofana gibi pişmeye yatkın bir oyuncu olmasına rağmen, juan'ın saç baş yoldurtmasına göz yumuyor. victor hugo ise hiçbir zaman bu seviyelerde top oynayamayacak kariyeri boyunca ama bizde ilk 11 oynama fırsatı doğduğu gibi formayı sırtından alamıyoruz. bokele'nin zaten 3. yedek stoper olarak kadroya stoliov'un isteğiyle alındığını biliyoruz ama o da sakatlıklar nedeniyle girdiği ilk 11'den bir türlü çıkmıyor. yazdıkça şişiyorum ya.
antrenmanlarda takımı iyi çalıştırmadığını da, henüz yaz kampından sonraki maçlarda heliton'un durumundan görmüştük. dev gibi adam nerede olduğunu bilmez, geçen sene tff 1. lig'in en iyi stoperi değilmiş gibi oynuyor bu sezon. yalçın kayan'ın neden kadro dışı kaldığını bilmiyoruz halâ ama zaten taraftarla da arası iyi olmayan yalçın'la ilgili kendisinin büyük bir suçu olduğunu sanmıyorum. antrenman performanslarına göre futbolcuları maçlara seçmediğini gösteren en iyi örnek ise david tijanic olmalı. adamın ağzı var dili yok. keşke birazcık yalçın karakterinde olsaydı da kulübü ateşe verseydi "hocam ben iyiyken, neden beni kullanmıyorsun" diye. canımız ciğerimiz tsubasamız kuryu matsuki form tutacak diye tijanic'in performansını dalgalandıran da doğrudan stoilov ne yazık ki.
umarım bu sezon avrupa'ya gidebilecek bir yerde ligi bitiririz ve seneye en azından teknolojinin imkanlarından faydalanabilen, ön yargılarını minimumda tutmayı alışkanlık haline getirmiş, saplantılı taktiklerine takım bok gibi oynasa bile devam etmeyen bir hocayla anlaşırız. özellikle deplasman performansı özelinde stoliov'un düşüşünü aylardır görmek canımı çok sıkıyor. taraftarın da hocayı halâ "yoldaş" seviyesinde görmesi ve devasa hatalarına ses çıkarmaması büyük sıkıntı ama bu durum ülkedeki bütün taraftarlarda mevcut. bize özel değil iyi ki. gene de moral bozuyor.
hocam, lütfen ya kendine gel, geçen yılki aklının içine tekrar gir ve böyle devam et sezon sonuna kadar ya da "ben bu kadar bir insanım, aklım bazen çalışmıyor, gözümün önündeki şeyleri göremiyorum" de; sen de kurtul, biz de kurtulalım bu iç sıkıntısından. lütfen ya.