mimarlığın, gotik sanatın temel çıkış noktalarından olduğu gözetilerek, karakteristik özeliklerini ve gelişimini detaylandırmak gerekecek olursa, ilk mimari örneklerini çalışılması kolay ve dayanıklı bir çeşit kireçtaşı rezervinin bulunduğu, fransa'nın kuzeyinde yer alan ile de france adında ki bir bölgede vermiştir. paris yakınlarında bulunan st. denis manastırı ( basilica of st. denis ) kilisesi koro kısmının yapımı, gotik üslubun çıkışı olarak kabul edilebilir, ki bu uygulama sonrası fransanın büyük kentleri aynı üslubu devam ettirebilmek adına birbirleriyle yarışmaya başlamış; almanya ve almanca konuşlan bazı ülkeler ile, iskandinavya ve doğu avrupada da bu üslubun bir uyarlaması geliştirilmiş, italya ve ispanya gibi önemli ülkelerde belirli özelliklerini kaybetse dahi yerel mimari geleneklerle kaynaşarak bütün avrupada benimsenmiştir. yerel mimaride ki bu fark, aynı ülkede dahi uygulamalarda farkını göstermiş, örneği britanyada bazı bölgelerde kilise kuleleri yüksek ince külahlarla son bulurken, bir diğer bölgede külah yerine, dar dikdörtgen kulelerle yetinilmiştir. ingilterede kilise mimarisinde erken ve orta ingiliz tipinden sonra dekoratif ve düşey üsluba geçilmesi gibi, mimaride nesiller arasında da farklar belirmiş, ancak gotik sanatın tüm dallarında (resim, heykel, renkli cam yapımı, mimarlık vb.) bu üslubun belirgin karakteristik ve birbiriyle yakından ilişkili şekilleri, tam manasıyla uluslararası kalmayı başarmıştır. mimari, bölgede kolay elde edilebilen malzemeye göre de değişiklik göstermiş, çakmaktaşının kolaylıkla elde edilebilir olduğu ingilterenin doğu bölgelerinde, fransada ki kireçtaşı kullanımı yerini çakmaktaşına bırakmış, cepheler flushwork denilen süslemeye uyacak şekilde düzenlenmiştir.
tanrıya, karışık ama temiz, katı bir şekilde biçimsel, fakat ince bir düşünce çabası ile varılabileceğine inanılan ortaçağ felsefesi, katedrallerin mimari şekillerinin de karışık ancak saf, usulen sert ama ayrıntılar bakımından çok zengin görünümde şekillenmesini sağlamış, tanrıyı yüceltmek ve inancını yaymak için duyulan samimi inanç ve arzu kadar, kuvvetli şehirlerin din adamlarının ve zenginlerinin tüm diğer yapıların üzerinde yükselen ve uzak mesafelerden dahi görülebilen katedralleri ile dünyayı büyülemekten duydukları haklı gurur gibi dünyevi kaygılar da, dikey hatları ile tanrıya yükselmenin yeryüzünde cismen bir şekil alması olarak kabul edebileceğimiz gotik katedrallerin ihtişamının yaratıldığı ortamın kaynağıdır. katedrallerin yapımında karşılaşılan zorlukların aşılması için, gönüllü olarak yapım işlerinde çalışılması, para yardımları gibi halkın yaptığı fedakarlıklar da dikkate alınacak olursa söz konusu yapıların ihtişamı ve mucizevi görünüşleri daha da anlam kazanmakta.
katedrallerin bu kadar ihtişamlı görünmesini sağlayan ve tümünde rastlayabileceğimiz yukarı doğru yükselme etkisi, sivri çapraz tonoz, yuvarlak yerine sivri kemer ve destek kemerlerinin kullanılması gibi dönemin bir takım teknik yenilikleri ile sağlanmakla birlikte, kemerlerin, sütunların ve kaburgaların yukarı doğru yükselişi, incelikleri ile de birleşince yerçekimine meydan okurmuşçasına bir görüntü meydana çıkarmakta, yerçekimine bu meydan okuma, içinde bulunanların uygulanan mimari detayları görmelerini engelleyerek doruğuna çıkmakta, tonozu taşıyan destek kemerlerinin ve öteki payandaların olağanüstü yerleştirilişi, ancak binanın dışında dolaşınca fakedilebilirdi. göğe yükseliyormuşçasına bir hafiflik elde edebilmek ve bu dikeylik duygusunu belirginleştirmek için dış duvarların yoğunluğu; taçkapı, pencere, kemer ve heykel sıraları ile boş alanların üstünlük kazanacağı şekilde parçalanmış ve yatay çizgilerle şekiller, dikey oranlarla dengelenmiştir. üslubun anavatanı fransa ?da ki bütün katedrallerde rastlanabileceği gibi batı cephesinin her iki yanında bulunan kuleler ile bu göğe yükselme etkisi daha da arttırılmış, ve bu etki kulelerde kullanılan koni veya piramit şekilli külahların zarif çizgileri ile son bulmuştur.
dini mimaride uygulanan bu teknikler, aynı devirde farklı yapı tiplerinde de örneklerini göstermeye devam etmiştir. kale, ev, belediye binaları, hastanelerde göze çarpan ilk özellik yüksek bir kulenin bulunmasıdır.
gotik katedrallerin tipik özelliklerinden birisi, iç mekanda doğu ? batı ekseninde olacak şekilde bir haç planı (transept) uygulanmasıdır. bu plan tipinde iç mekan, daha yüksek ve geniş olacak şekilde, diğerlerinden bir sıra ince sütun ve yarım sütunların üstünde yükselen sivri kemer dizileriyle ayrılan orta nef ve (sayısı bazen dörde çıkabilen) yan neflerle birlikte 3 bölüme ayrılmıştır. bu planda sunak masası genellikle doğu uçta kudüs ?e bakacak çekile konumlandırılmıştır. kateral içinde, bu orta nefe aşağıdan bakıldığında nefes kesici bir yükseklik duygusu uyanır. bu yerçekimine meydan okuyan yükseliş etkisi kısmen orta nefin gerçek yüksekliğine (bir örnek olarak 13. yüzyılda başlayan en ihtişamlı katedrali yapma yarışı, beauvais katedrali'nde son haddine ulaşmış, tamamlanmasından 12 yıl sonra, 1284 senesinde 47,5 metre gibi rekor bir yükseklikte yapılan tonozlar tahminen rüzgarların yol açtığı rezonans etkisiyle yıkılmıştır), kısmende yükseklik ve genişlik arasında ki, aşırı dar orantıya bağlıdır (paris, notre dame ?da 1:2,75, köln katedrali 1:3,8 (ki kölndeki en dar orandır)).
gotik bir yapının duvarları olduğu gibi çıkarılsa bile, kilise ağırlığını sütunlar ve payandalarla dışarıdan zemine verdiğinden dolayı esas taşıyıcı elemanlar olan payanda, sütun ve tonoz kaburgaları oldukları yerde durabilir ve bu yapım tekniği, destek görevi olmadığından duvar yüzeylerinin kemer ve büyük pencerelerle doldurulmasına imkan verir. bu nedenledir ki katedrallerde, duvarların varlığı hissedilemeyecek kadar azdır.
gotik katedrallerin en karakteristik özelliklerinden birisi, iki yanında kulelerin bulunduğu, taç kapı batı kapısı veya ön kapı olabilen büyük ve süslü kapıları ile, iki yanındakilerden daha yüksek olan batı cephesinde ki taç kapının, ikisinin üst kısmına yakın bir yerde konumlandırılmış gülpencere ?sidir (rose window). genelde neflerle bölünmüş transeptlerin kuzey ve güneye bakan kütlevi cepheleri de büyük taçkapılar, kemerler, heykeller ve bir veya birden fazla gülpencereler ile süslenirdi. gül pencerenin batı cephesinde konumlandırıldığı bazı pencerelerde tanrının cennet ve dünya üzerinde ki egemenliği anlatılırken, bazen ışığında merkezine isa 'yı alıp, etrafında onu sarmalayan, aydınlattığı, ışıklar içinde ki havari, peygamber, aziz ve melek figürleriyle kıyamet günü işlenmektedir. transept sonlarında ki gül pencerelerde de meryem ana'ya danmış figürler bulunmaktadır ki, zarif taş kaburgalarla bölünmüş bu pencereler hem isa 'nın sembolü olan ışığın kaynağı güneşi, hemde meryem 'i simgeleyen gülü (our lady of the most rosary) ima ederdi.
kilisenin koro bölümü genelde trizli, yani küçük zarif sütunların üstünde iki veya üç gözlü kemerlerle bölünmüş ve gülpencerelerde olduğu gibi; yakut kırmızısı, mor, zümrüt yeşili ve mavi renklerin ağırlıklı kullanıldığı ve çeşitli figürlerin resmedildiği büyük pencerelerden giren ışığın esrarlı ve huşu telkin eder şekilde kiliseye içine yayılması amaçlanırdı ki, ışık tüm yapıya hakim nefes kesici düzenle birlikte, ibadete gelenlerde uhrevi bir duygu uyandırırdı. (ışığın bu uhrevi gücünü, cam kullanımı ile olmasa dahi bugün church of light (tadao ando) gibi yapılarda görebiliriz) bütün bu camlarda kullanılan figürler vasıtasıyla anlatılan hikayelere, okuma yazması olmayan, inanması gereken kutsal kitaptan habersiz halka, dini hikayeleri de resimli roman gibi anlatarak eğitici bir misyon yüklenmiş, incil tanıtılmış oluyordu. büyük pencerelerde renkli cam kullanımı, camın saydam bir madde olmasından dolayı, doğanın tüm bağışları gibi ışığın da tanrıdan geldiğine inanan hristiyan inancınına uygun biçimde anlatılmak istenen hikayenin gücünü arttırırken tanrının ihtişamını yansıtacak bir vasıta olarak kabul edilirdi.