1. (bkz: )'un Durgun don diye de bilinen romanı. Bu roman Sovyetlerde zamanın en çok okunan yapıtlarından biri olur. Yazması 14 yılını alır yazarın.
    Kitaba başladığınızda kuzey rüzgârı hafifçe yüzünüzü okşuyor. Kendinizi Don kıyısında tatarski köyünde buluyorsunuz. yazar doğasını, coğrafyasını uzun uzun anlatırken Yaşar Kemal romanlarındaymış gibi bir his kaplıyor içinizi. Melehov ailesiyle tanışıyorsunuz. aile içi ilişkiler, komşuluk ilişkileri, kadın-erkek ilişkileri konu ediniyor Şolohov Melehov ailesi üzerinden. Bunlarla birlikte de don kazaklarının yaşayış biçimlerini, geleneklerini gösteriyor yazar. Don kazakları ile kendinizi benzetmeye başlıyorsunuz. Karakterlerin ruh hallerini çok iyi şekilde sunuyor. Kazak ailesi ekseninde Don bölgesini ve savaşın, devrimin ve iç savaşın bölgeye yansıyışını çok yönlü, derinlemesine ama sade bir dille anlatmayı başarıyor yazar. Don kazaklarının sınıfsal olarak nerede durduklarını, çoğunlukla köylülükten kalma küçük burjuvazinin geri geri yalpalamalarını şolohov yine çok iyi bir şekilde ortaya koyuyor.
    Şöyle kitaptan alıntılarımı paylaşmak isterim ;


    -- spoiler --


    "Zaten Kazaklar, canlı, neşeli, şakacı insanlardır. Üçü beşi bir araya gelince hemen şarkıya, dansa başlarlar. Islıkları kahkahalar, kahkahaları çığlıklar kovalar. Bozkır şarkıları hem neşeli hem içlidir. Yüreklerde hem sevinç hem sızı uyandırır. Bu yüzden bu şarkılarda her zaman bir aşırılık sezilir. Bir dinleyen bir daha unutamaz onları."

    "Yüzyıllar önce işgüzar bir el Kazak topraklarına sınıfsal nefretin tohumlarını ekmiş, bu tohumları gözü gibi yetiştirmiş ve tohumlar bol meyve vermişti. Kazaklar'la Ukrayna ve Rusya'dan yeni gelenler arasında çıkan bu gibi arbedelerde sel gibi kan dökülüyordu."

    "Stokman, grubun ruhuydu ve dosdoğru, sadece kendisinin iyice anlayabildiği bir amaca ulaşmaya çalışıyordu. Anlayışı kıt, kavrayışı zayıf, basit kafaların içine bir ağaç kurdu gibi işliyor, bu kafaların içine, var olan sisteme karşı öfke ve nefret tohumları ekiyordu. Başlangıçta hançer gibi soğuk bir güvensizlikle karşılaştı, ama o yılacak takımından değildi. Nasıl olsa bu da zamanla giderilirdi."

    "Stokman o canlı, özlü üslubuyla, kapitalist devletler arasındaki pazar ve sömürge mücadelesini anlattı. Sözlerini bitirdiği zaman İvan Alekseyeviç öfkeyle sordu :
    "peki ama biz necilik oluyoruz?"
    Stokman gülümseyerek, "Başkaları kafayı çekecek, ama sizin başlarınız ağrıyacak," dedi."

    "Albay, ulusal gururu okşayacak kelimeler seçmeye çalışarak daha bir sürü laf etti. Ne var ki, Kazakların gözleri önünde canlanan tablo, ayaklarının dibine devrilen hışır hışır, ipek düşman sancakları değil, karmakarışık olan kendi hayatları, karıları, çocukları, sevgilileri, toplanmamış ürünleri ve başı dertli bıraktıkları yetim köyleriyle ilgili bir tabloydu."

    "Aslında olanlar neydi? Henüz hemcinslerini öldürmekte ustalık kazanamamış insanlar, ölüm meydanlarına itilmişler ve bu insancıklar, çevrelerini saran ölüm korkusu içinde hücuma kalkmışlar, gözleri dönmüş bir halde ve ne yaptıklarının farkında bile olmaksızın birbirlerine vurmuşlar, birbirlerini kesmişler, biçmişler, atlarıyla birlikte sakatlanmışlar ve içlerinden birinin vurulup ölmesi üzerine de ters yüzü dönüp kaçmışlardı. Maneviyatları kırılmış olarak, ruhen çökmüş olarak kaçmışlardı.
    İşte kahramanlık destanı denilen şey!"

    "Her biri, içinde, savaşın ektiği keder tohumlarını yetiştiriyor, besliyordu."

    "Olgunluk çağındaki bir adam hiç kuşkusuz bir çocuktan güçlüdür, ama yaşlanıp kasları pörsüyünce, delikanlı çarçabuk soluğunu kesebilir onun. İşte şimdi bizim karşımızda sadece yaşlılıktan pörsümüş kaslar değil, felcin gittikçe yayıldığı bütün bir organizma var."

    "Hani, kısrağına yem vermezse, hayvanını açlığa alıştıracağını sanan Çingenenin hikayesini biliyorsunuzdur. İşte, herif dokuz gün açlığa alıştırmaya çalışmış hayvanı, onuncu gün bir de bakmış ki at nalları dikmiş..."

    "Petrograd Parti Yürütme Kurulu'nun askeri bölümünde bulunmuştu. Orada Kurulun çalışmalarını görmüş ve şöyle düşünmüştü: "Hele bu omurgayı bizim işçiler bir etlendirsin, işte hükümet o zaman kurulur! İvan, ölsen bile bırakma bu davayı; çocuk anasının memesine nasıl sarılırsa sen de öylece sarıl buna!"

    "Kazaklarla onların dilinden konuşmak gerektiğini biliyor, bunu başaramamaktan korkuyordu;zira cepheden ayrıldığından beri yalnız işçilerle bir arada bulunmuş ve onların alışkanlıklarıyla konuşma tarzlarını daha çok benimsemişti. Onlarla konuştuğu vakit, bir kelimeyle söylemek istediğini anlatabildiği duygusunu taşırdı hep, oysa burada, Kazak arkadaşlarının yanında bambaşka, yarı unuttuğu bir dil, kara toprağın dili, kertenkele kıvraklığı, büyük bir inandırma gücü gerekiyordu. Sadece ateşi yellemek yetmezdi; burada, yüzyılların verdiği itaatsizlik göstermek korkusunu yıkmak, cehalet duvarlarını çökertmek, Kazaklara kendilerinin haklı oldukları inancını aşılamak ve onları ileriye doğru götürmek için ateşi tutuşturmak gerekiyordu."

    "Hepimiz çiçek bahçesinde yaşamak isteriz. Allah belasını versin! Çiçekleri, ağaçları dikmek için önce pisliğin temizlenmesi gerek. Toprağın gübrelenmesi gerek! İster istemez ellerini kirleteceksin!"

    "Sana nasıl anlatayım, gözüne nasıl sokayım, bilmem ki? İnsanlar bu noktaya kendi kafalarıyla, kendi yürekleriyle varıyorlar. Ben cahil olduğuö, öğrenim görmediğim için bunu kelimelerle anlatamıyorum. Birçok noktalarda ben de yolumu el yordamıyla buldum..."

    "Hem bizim burada çektiklerimiz hiçtir. Cephede işçi sınıfının en mükemmel evlatları ölüyor. Biz onlar için üzüntü duymalıyız, yoksa onları öldürenler veya bizim arkamızdan vurmak üzere fırsat kollayanlar için değil. Ya biz, ya onlar! Bu işin ortası yok. İşte durum böyle benim dostum, İvan!"

    ""Bizim köyden geçtin mi?"
    "Evet. Şimdi Kızıllar orada.."
    "Evimiz?"
    "Evimiz hâlâ ayakta, ama Fedot'unki yandı. Bizim samanlık da ateş aldı, ama Kızıllar kendileri söndürdüler. Fetişka koşup bize haber getirdi :Kızılların subayı, tek bir yoksul Kazağın bile evinin yakılmayacağını, yalnız burjuvalara ait olanların yakılacağını söylemiş. "
    " Ah Tanrı onlardan razı olsun. İsa onları korusun!" diye istavroz çıkardı kadın.
    Sert bakışlı bir ihtiyar öfkeyle lafa karıştı :
    " Sen neler söylüyorsun, kadın? 'Allah razı olsun!' diye bağırıyorsun. "
    Kadın acele acele," Komşunun canı cehenneme!" diye cevap verdi." Benim komşum kolaycacık bir başka ev yapabilir kendine, ama ya benimki yansaydı ne yapardım ben? Fedot'un bir küp dolusu gömülü altını var, oysa ben bütün ömrümü başkaları hesabına çalışarak tükettim.""

    "Orada eline geçirdiğini tıkınıyorsun, ne var ki, ben hala çalmasını öğrenemedim. Gençler için bu kolay, onlarda vicdan denilen şey yok zaten. Bu lanet olası savaş onları hırsızlığa öyle bir alıştırmış ki, görünce şaşırıp kaldım; ama sonunda meseleyi kavradım. Gördükleri her şeyi el çabukluğuna getirip çalıyorlar... Savaş değil bu; Allahın bir belası! "

    "Üstelik, geceleri karşı kıyıdan gelen köylüler Kızıl Ordu erlerinin kimsenin malına el sürmediklerini, aldıkları yiyeceklerin, hatta karpuzların bile bedelini Sovyet parasıyla cömertçe ödediklerini bildiriyorlardı. Bu durum, Kazaklar arasında büyük bir kafa karışıklığına ve öfkeyle karışık bir şaşkınlığa yol açtı. Ayaklanmadan sonra Kızılların başkaldıran bütün köy ve ilçe merkezlerini yerle bir edeceklerini sanıyorlar, geride kalan ahalinin en azından yarısını oluşturan erkekleri acımasızca öldüreceklerini umuyorlardı. Oysa, edinilen güvenilir bilgilere göre, Kızıllar barışçı halktan kimseye dokunmuyor, her şey tümüyle onların intikam almak niyetinde olmadıklarını gösteriyordu."

    "Aç insan ormandaki kurt gibidir, nereye istersen sürebilirsin onu. Oysa tok insan yemliğin başındaki domuza benzer ; taş çatlasa yerinden kımıldamaz."



    -- spoiler --




    Tolstoy roman için şöyle söylüyor:

    “Durgun Don’, gerek dili, gerek duygu derinliği bakımından tam anlamıyla Rus işi, tam anlamıyla ulusal, dolayısıyla da tam anlamıyla halkın malıdır. Bu eserde duygular – Gregor’un karısı Natalya’nın sevgisiyle kıskançlığı, Gregor’la Aksinya arasındaki aşk – son derece güçlü bir biçimde verilmiştir. Bu tür duyguları işlemekte sanatçılar büyük güçlük çekerler genellikle. Aşkı, yüzyıllardan beri deha sahibi sanatçılar eserlerinde anlatagelmişlerdir; bu romanda yer alan aşk sahnelerini, böylesine güçlü bir biçimde verebildiğine bakılırsa, Şolohov’un yüreğinin de aynı duyguların taze izlerini taşıyor olması gerekir.”
    #283564 katre | 2 yıl önce (  2 yıl önce)
    2roman