-
tanım olarak kendinde varlık, fiziksel şeylerin dünyasını örneğin "masa, kapı, mektup vb." şeylerin özü, yani belirli bir işlevi olduğu sabit dünyayı belirtir.
"sartre, husserl’in fenomenolojik yöntemi ve redüksiyonu doğrultusunda bilinci salt insana ait bir özellik olarak düşünmüştür. bilince burada
‘kendilik’ demekte diğer tüm varlıkları paranteze almış olduğumuz ve geriye kalan tek
algılayan olarak insan kaldığı için bir engel görmüyorum. öyleyse şu soru sorulabilir, benim, kendimin dışında kalan dünya ne tür bir varlıktır?
sartre’ın being and nothingness (varlık ve hiçlik) adlı eserinde evren, yani nesneler dünyası ‘kendinde varlık’, insan ise ‘kendisi için varlık’ olarak
adlandırılmıştır. burada kendinde varlıktan anlamamız gereken, fenomenin varlığıdır.
kendinde varlık, kendisinden başka bir şey olmayan varlıktır. kendinde varlığın kendisinden başka bir şey olamaması, sartre’da o varlığın kendisinden önce hiçbir dayanağı olmaması anlamına gelir. hiçbir şeyden türemeyen ve kendi kendine var olan
nesneler alanı, yani doğal dünya, hiçbir şeyden türemediği gibi kendi kendinin sebebi
de değildir. bu bakış açısıyla, bu nesnelerin nasıl meydana geldiği sorusu da anlamsız ve saçmadır.
epistemolojik olarak kendinde varlıkları bilmeye, onların hakikatine/özüne ulaşmaya çalışmak da anlamsız olacaktır. çünkü kendisi için varlık
olan insan, bu şeylerin içine doğmuş, onlara maruz kalmış ve kendi yaşam deneyimine dayanarak onlara anlamlar atfetmiştir. bunu yapabilmesi, bilinçli olması ve bilincin de her zaman bir şeyin bilinci olmasından kaynaklanmaktadır. bununla birlikte, bilinç
nesneler dünyasına yöneldiği için, nesneler bizim için anlam kazanabilmektedirler.
keza bu nesneler de zaten vardırlar ve bize varlık fenomeni olarak verilidirler. ancak bilincin sonraki aşamada bu varlık fenomenini aşarak varlığın kendisi hakkında anlamlar türetmesi, bu varlıkları etkileyen bir şey olmamakla birlikte, bilincin varlıkla
olan ilişkisinden başka bir şey değildir.
benim dışımda kalan nesneler dünyasını bilinç
ile kavrarım, ancak bilincimin zaten bu nesnelere olan yönelimi bu kavramayı sağlar.
varlıklar, bilinç olmadığında her ne ise o olarak kalırlar. bilinç, varlığa hiçbir şey eklemez. yalnızca kendisiyle ilgili olan bir ilişki ekler. bu bilincin varlıkla
münasebeti, bilinç tarafından ben ve başkası olarak kurulan bir ilişki olmasıyla, kendisi için varlık ile ilişkilidir.
tanım olarak kendinde varlık, fiziksel şeylerin dünyasını örneğin "masa, kapı, mektup vb." şeylerin özü, yani belirli bir işlevi olduğu sabit dünyayı belirtir.
"sartre, husserl’in fenomenolojik yöntemi ve redüksiyonu doğrultusunda bilinci salt insana ait bir özellik olarak düşünmüştür. bilince burada
‘kendilik’ demekte diğer tüm varlıkları paranteze almış olduğumuz ve geriye kalan tek
algılayan olarak insan kaldığı için bir engel görmüyorum. öyleyse şu soru sorulabilir, benim, kendimin dışında kalan dünya ne tür bir varlıktır?
sartre’ın being and nothingness (varlık ve hiçlik) adlı eserinde evren, yani nesneler dünyası ‘kendinde varlık’, insan ise ‘kendisi için varlık’ olarak
adlandırılmıştır. burada kendinde varlıktan anlamamız gereken, fenomenin varlığıdır.
kendinde varlık, kendisinden başka bir şey olmayan varlıktır. kendinde varlığın kendisinden başka bir şey olamaması, sartre’da o varlığın kendisinden önce hiçbir dayanağı olmaması anlamına gelir. hiçbir şeyden türemeyen ve kendi kendine var olan
nesneler alanı, yani doğal dünya, hiçbir şeyden türemediği gibi kendi kendinin sebebi
de değildir. bu bakış açısıyla, bu nesnelerin nasıl meydana geldiği sorusu da anlamsız ve saçmadır.
epistemolojik olarak kendinde varlıkları bilmeye, onların hakikatine/özüne ulaşmaya çalışmak da anlamsız olacaktır. çünkü kendisi için varlık
olan insan, bu şeylerin içine doğmuş, onlara maruz kalmış ve kendi yaşam deneyimine dayanarak onlara anlamlar atfetmiştir. bunu yapabilmesi, bilinçli olması ve bilincin de her zaman bir şeyin bilinci olmasından kaynaklanmaktadır. bununla birlikte, bilinç
nesneler dünyasına yöneldiği için, nesneler bizim için anlam kazanabilmektedirler.
keza bu nesneler de zaten vardırlar ve bize varlık fenomeni olarak verilidirler. ancak bilincin sonraki aşamada bu varlık fenomenini aşarak varlığın kendisi hakkında anlamlar türetmesi, bu varlıkları etkileyen bir şey olmamakla birlikte, bilincin varlıkla
olan ilişkisinden başka bir şey değildir.
benim dışımda kalan nesneler dünyasını bilinç
ile kavrarım, ancak bilincimin zaten bu nesnelere olan yönelimi bu kavramayı sağlar.
varlıklar, bilinç olmadığında her ne ise o olarak kalırlar. bilinç, varlığa hiçbir şey eklemez. yalnızca kendisiyle ilgili olan bir ilişki ekler. bu bilincin varlıkla
münasebeti, bilinç tarafından ben ve başkası olarak kurulan bir ilişki olmasıyla, kendisi için varlık ile ilişkilidir.
kendinde varlığa dönülecek olursa, sartre’a göre kendinde demek, bir şeyin bilinçten bağımsız olarak, başka herhangi bir şeyle bağlantısı olmadan kendisiyle sınırlı olan anlamına gelir. buna dayanarak sartre, kendinde varlığı ne ise o olarak tanımlar.
örneğin bir taş parçası ne ise odur ve başka bir şey olma olasılığı yoktur. onun içeriğinden söz edilemeyeceği gibi dopdolu olduğu için herhangi başka bir şey olabileceği de düşünülemez. bu şekilde kendinde varlık da bir defa var olmuştur ve ona var oluyor yüklemi eklenemez. bu varlık türü sadece vardır, var olmuştur ancak varoluş içerisinde değildir. sadece var olarak nitelenen bu varlığın herhangi bir şeyden türemiş olduğunun söylenemeyeceğini belirten sartre, aslında ateizminin de gereği olarak yaratılış düşüncesine karşı fikir beyan etmektedir. çünkü ona göre böyle bir varlığın yaratılmış olduğunu söylemek, mantıksız bir ifade olacaktır.
bu düşünceyle varlığı görünen ve ardında olan asıl gerçeklik ikiliğinden kurtarmaya çalışır. sartre’a
göre kendinde-varlık yaratılmamıştır ve hiçten yaratılma (une création ex nihilo) düşüncesi varlığın ortaya çıkışını açıklayamaz. bu da varlığın kendisini önceleyen veya var olmasına sebep olan bir ilkesi olmadığı anlamına gelir. keza bu düşünce, bu
zamana dek varlığı kavramamıza engel olmuştur.
“varlık fenomenine ilişkin açık görüşümüz, yaratımcılık [le creationnisme] adını vereceğimiz çok genel bir önyargı tarafından sıklıkla karartıldı. dünyaya varlığını tanrı’nın vermiş olduğu varsayıldığından, varlık hep belli bir
edilginlikle lekelenmiş gibi görünüyordu. ama ex nihilo yaratım varlığın ortaya çıkışını açıklayamaz, çünkü varlık, eğer bir öznellik içinde kavranırsa, bu
tanrısal bir öznellik bile olsa, öznellik-içi [intrasubjectif] bir varlık kipi halinde
kalır. bu öz-nellikte, bir nesnelliğin tasavvuru diye bir şey söz konusu olamaz, dolayısıyla bu öznellik, nesnellik yaratma istencini taşımaz.”
varlığın kendisinden başka kendisini yaratan bir ilke olmadığı gibi, kendinde varlık kendi kendisinin de nedeni olamaz. sartre’ın açıkça ifade ettiği üzere, “varlık kendidir…o, noesis içindeki noema’dır, yani en ufak mesafe bırakmaksızın kendi içindeliktir [inherence â soi]”. bu, varlığın ne etkin ne edilgin, ne yaratılmış ne de bir içeriğe sahip olduğu anlamına gelir. tam anlamıyla özdeşlik ilkesine tabi olan
kendinde varlık, sadece ‘kendi’dir ve “kendini gerçekleştiremeyen bir ıçkinlik, kendini
olumlayamayan bir olumlama, kendi kendisiyle dopdolu olduğu için etkiyemeyen bir
etkinliktir.”
kendinde varlığın yaratılmamış olduğu gösterildikten sonra, onun zorunlu, mümkün veya imkansız olmadığı da belirtilir. kendinde varlık, yalnızca vardır. bu
demek oluyor ki, o ne mümkün olandan türetilebilir, ne de zorunlu olana indirgenebilir. mümkün olandan türetilememesi, kendinde varlığın olumsallığıdır ve
söz konusu imkânlar, yalnızca bilincin alanında bulunurlar. zorunlu olana indirgenememesi ise zorunluluğun yalnızca ideal önermelerle ilgili olmasındandır. bu yüzden o, ne mümkündür ne de imkânsız. yalnızca, vardır. belli bir varlık nedeni
yoktur, yaratılmamıştır, kendinden başka bir varlıkla ise ilişkisi söz konusu değildir. bu yüzden, fazladandır.
ancak asıl mesele, kendinde varlığın anlamı değil, kendisi için varlık olan insanla kendinde varlığın münasebetidir. bu iki varlık türü tek tek ele alınarak değil, birbirlerinin karşısına konumlandırılarak daha net anlaşılabilir. sartre’a göre, ancak
varlığın kendisini, bilince kıyasla tanımlamaya giriştiğimizde kendisinin ne olduğu
ortaya çıkmaktadır: "…o, noesis içindeki noemadır, yani en ufak mesafe bırakmaksızın kendi
içindeliktir [inherence a soi]. bu açıdan bakıldığında, ona içkinlik [immanence] adını vermemek gerekir, çünkü içkinlik her şeye rağmen kendine doğru bağlantıdır, kendinden kendine doğru [de soi a soi] alınabilecek mesafenin en küçüğüdür.
ama varlık kendiyle bağlantı değil, kendidir.”
buradan, varlığın kendini gerçekleştiremeyen bir içkinlik ve kendi kendisiyle dopdolu olması bakımından da etkiyemeyen bir etkinlik olduğu sonucu çıkarılır.
bu bakımdan varlık ‘kendinde’dir. kendinde varlık kendine ait değildir çünkü bu bir içkinliği ve dolayısıyla bir münasebeti gerektirecektir. fakat kendinde varlık bir ilişkiye sahip olamadığı gibi, bizzat kendidir. kendinde varlıkla bir ilişki kurabilecek
olan, kendisi için varlıktır. dolayısıyla kendinde varlık, bilincin aksine kendiyle dolu olduğu için donuk ve ağırdır [massif]. kendinde varlık, kendi kendisi ile bir
münasebette bulunamazken başka şeylerle ilişkide olması elbette mümkün olmayacaktır.
varlık bunun sonucunda zamana ya da oluşmaya bağlı olmaksızın hareketsiz bir konumdadır.
“varlık, yoğun olumluluktur [plein posiuvite]. dolayısıyla başkalık nedir bilmez:
kendini, bir başka varlıktan başka olarak asla ortaya koymaz; başkası ile hiçbir bağ taşıyamaz. varlık, sınırlandırılmamış bir biçimde kendisidir ve kendisi
olmakla kendini tüketir. (...) varlık, vardır ve çöktüğü zaman varolmadığı bile artık söylenemez. ya da en azından şu denebilir: varlığın artık varolmayan olarak
bilincine ancak bir bilinç varabilir, çünkü bilinç tam da zamansaldır. ama kendisi daha önce olduğu yerde bir eksiklik olarak varolmamaktadır: varlığın yoğun
olumluluğu kendi yıkıntısı üzerinde yeniden biçimlenmiştir.
varlık vardı, şimdi ise başka varlıklar var: hepsi bu.”demek ki kendinde varlık sartre’ın ifadesiyle; vardır, kendinde olandır ve ne ise o’dur. bu anlamda kendinde varlık saçmadır, sadece vardır ve fazladandır. o, bütünüyle olgusal, varlığı bir düşünce sistemi veya bilimsel bir çerçeve içinde kavranması mümkün olmayan bir varlık alanıdır.
sartre’ın kendinde varlığın gereksiz ve fazladanlığı olması üzerinde durması, bilinç teorisi ile anlaşılabilir. sartre “yaratılmamış, varlık nedeni bu-lunmayan, bir başka varlıkla hiçbir bağı bulunmayan kendinde-varlığın, ebediyen fazladan” olduğunu ifade eder. varoluşta işaret edilen bu olumsallığın ve rastlantısallığın sonucu olarak, sartre ‘fazladan’ nitelemesini kullanır. varoluş bir zorunluluk değildir.
bilincin, dünyadaki şeylere anlam vermesi, kendini, kendi dışındakileri ve hatta her şeyi kendine göründüğü halini aşarak bu ilişkisellik içinde anlamlandırması işte bu sebeple önemli bir noktadır.
var oluş bu anlamda ilk adımda sebepsiz ve saçma olarak tanımlanır. sartre’ın bu tanımlaması, var oluşun temelsizliği ve insanın var oluşunu biçimlendirecek, anlamlandıracak varlık olarak özünü yaratacağı düşüncesini destekler.
“hiçbir zorunlu varlık varoluşu açıklayamaz. çünkü olumsallık bir sahte görünüş, ortadan kaldırılabilecek bir dış görünüş değildir; mutlak olanın
kendisidir, bu yüzden yetkin bir temelsizliktir. şu bahçe, şu kent, ben kendim, her şey temelsiz ve nedensizdir.” bilinç, kendisine verili dünyayı, olgusal olan kendinde varlık alanını algılar.
bu bağlamda kendinde varlık olan dünya kütlesi dışında, sartre’a göre, sandalye, dağ benzeri belirli kültür nesnelerinden söz edilir. masa denilen nesne, bilincin faaliyetiyle, dünyanın bütününden koparılarak şekillendirilir.
bilinç, dış dünyayı karşılıklı ilişkiler içinde bulunan şeylerden meydana gelen anlamlı bir sistem olarak
kavrayabilir. bilinç olmadan, dünya yalnızca vardır; o, kendinde varlıktır ve bu haliyle anlamdan yoksundur. bu anlamda bilinç, dünyadaki şeylere varlık
kazandırmasa bile anlam verir. buna göre bilinç olmadan dünyadaki şeyler tanımdan ve anlamdan
yoksundur. anlam verme sürecinde bilinç kendisini aşar, yani kendisiyle nesneler arasına bir mesafe koyar ve bu şekilde nesnelere dışsallaşır.
bilinçli özne, dünyadaki şeyler karşısında kendisini
dışsallaştırabildiği için, şeylere farklı ya da alternatif
anlamlar yüklemek, bilincin gücü içindedir. insan, sartre’a göre, bir proje, bir tasarıdır.
insan yapacağı her seçimle yeni bir gelecek oluşturacağı için, etrafındaki tüm varlık
alanı da, insanın bilinçli tercihleri olduğu sürece anlamlıdır.
sartre’ın gereksiz ya da fazladan olarak nitelendirdiği kendinde varlık alanı, bu anlamda gereksizdir. sartre’ın olumsallıkla nitelendirdiği bu varlık kategorisi onun ateist düşüncesine paralel olarak tesadüfen ve beklenmeden ortaya çıkmış, ancak hiç
olmama ihtimali de bulunduran, tanrı tarafından yaratılmadığı gibi, kendi kendisinin sebebi de olmayan, herhangi bir var olma prensibi de bulunmayan, izahsız bir varlıktır.
bu sebepsiz ve köksüz varlık alanı anlam bağlamı olmadan saçmadır, bu sebeple saçmalığı deneyimleyen insan, bulantı romanının kahramanı roquentin gibi, dünyanın bu saçma ve fazladan varlığı karşısında yoğun bir bulantı veya tiksinti
duygusuna kapılır. bu bulantı duygusu, sonraki bölümlerde göreceğimiz üzere, sartre’ın varoluş düşüncesinde anahtar kavramlardan biri olacaktır. bulantı deneyimi ile insan, saçma var oluşunun ve kendine dair birçok şeyin farkındalığını kazanacak,
temelsiz var oluşuna bir anlam katacaktır."(1)
-- spoiler --
Kaynaklar
sartre - varlık ve hiçlik
la-philosophie.com/...
Alıntılar(1)
Mehtap kılıç - JEAN-PAUL SARTRE’DA “BENLİK”İN
KURULUŞU VE ÖZNE OLMANIN OLANAĞI
OLARAK BAŞKALARI PROBLEMİ (yüksek lisans tezi)
-- spoiler --
*giri daha önceden silindiğinden tekrar kurtarırken bir takım yerler kaymış, onlar zamanla düzelecek.