bu başlık kişiye özel bir başlıktır
-
şaşı bir kaptan ve iki yüzlü gerzek ayağına yatan bir mürettebatla hiçbir seyre çıkılmaz ve hiçbir yöne varılmaz. saf şekilde bunları hep beraber düzelteceğiz ve olması gerektiği gibi dosdoğru bir yola çıkacağız derseniz sonunuz hüsrandan başka bir şey olmayacaktır.
çünkü bir süre sonra bakarsınız ki siz gerzekleşmeye başlamış ve gemi öyle veya böyle ite kaka giderken sizin botlarınıza galon galon su dolmuştur. o mürettebat bir süre sonra kendi arasında gemiyi sizin batırmaya başladığınızı iddia edecek ve sizi oybirliği ile gemiden atacaktır.
siz okyanusun soğuk ve derin sularını boylarken kaptan ve mürettebat zafer şarkıları söyleyerek gemiyi kör-topal ilerletmeye devam edecektir. -
yarın benim doğum günüm 25 yaşına gireceğim. artık hayatımda orta gençlik diye bileceğim bir eşikteyim geriye dönüp bakınca ne mi görüyorum koca bir hiç "0" hiçbir şey yok.
kötü bir çocukluk, kötü bir erinlik, kötü bir ergenlik, felaket bir ilk gençlik. hüzün ve umut ölüleri başka bir şey yok.
özellikle üniversiteden mezun olduktan sonraki şu 3 senem çok çok daha berbattı. ondan sonra şu zor askerlik evresi suriye sınırı ve ölümle burun buruna geçen 5 ay. ben ve 100 metre ilerimdeki htş militanları 5 saatlik uykuyla 12-20 saat arası nöbetler, sessizliği delen mermiler ve havanlar ve karşımda 4 metrelik telli beton blokların ayırdığı 2 farklı medeniyet.
toprak aynı, iklimler aynı fakat insanlar farklı ve karşıdakiler burdan 1000 kat daha kötü durumdalar her açıdan emin olun yakalayıp geri gönderdiğimiz adamların yolda yanından geçmek istemezsiniz.
buralardaki uzun nöbetlerde çok çok daha fazla farkındalık ve düşünmeye zaman...
ne bok olacağıma bir türlü karar verememem insanlarla uğraşmaktan nefret eden fakat insanla uğraşmanın en etkin olduğu mesleklerden birini seçmem fakat sonra bana en uygun olan mesleğin araştırma ve eğitim olduğunu fark etmem.
parasızlık, umutsuzluk, yalnızlık, isyan, kızgınlık, aşırı duygusallık ve 3 koca yıl boyunca geriye kalan 24 yılın çetelesi +'da sadece " siktir et -'de burdan çin'e varacak bir liste. -fakat o "-" yıkıntılar şimdiki yeni binayı da adım adım inşa etti bu gerçeği de göz ardı edemem.
düşün düşün düşün ve boğul boğul boğul gittikçe dibe bat ama artık buraya kadar.
aslında fenni bilimlerle uğraşanların sabırsızlığı var bende fakat ilgili olduğum alan sosyal bilimlere giriyor . fen bilimleriyle sosyal bilimler aynı şeyler değil; fende bir şey buldu mu düzeltti mi o hemen uygulamaya geçiyor, sosyal bilimci bir şey söyledi mi beklemek zorunda. bazen on yıl bazen bir milenyum fark etmiyor onun kaderi beklemek. bu da ben de oblomov etkisi yaratıyor onun gibi oldum hareket edemiyorum, bunalıyorum.
ama daha yapmayacağım bundan sonra benim de umrumda değil artık. şurada yaşarsam doğru düzgün yaşayacağım 20 senem daha kaldı. bundan sonra ben de kendimle ve işlerimle ilgileneceğim gerisi beni alakadar etmez. çünkü bıktım, işimi yaparım, şu kısa hayatımı yaşarım, yapmam gerekenleri yapar ve vaktim gelince ben de göçer giderim.
gerçekten 0'dan başlayacağım ve geçmişin tüm defolarını atacağım bir hayat.
hiçbir işe yaramayan fildişi kulelerden konuşan süslü analistler, akademisyenler, sanatçılar, yüksek bürokratlar, yüksek memurlar, akrabalar, karşı komşu, arkadaşlar vs vs. ve bunların hiçbir işe yaramayan içi boş havaları ve boş tezleri bunlar gibi hiçbir şey olmayacak yaşamımın hiçbir metrekaresinde.
Özellikle entelektüel kesimde olanlar özellikle.
var ya hani üniversitede vasatoğlu vasatlar kadın-erkek fark etmezler, kasıla kasıla, süslü püslü derse girerler dünden ezberledikleri konuları anlatırlar, öğrenci kayırırlar, dünyada saygı gören 1 tane yazıları yoktur, yüksek lisansa da torpille sevdiği öğrencileri sokarlar sonra garibim anadolulu mehmet'e bir güzel tepeden bakmayı da ihmal etmezler.
kendi çaplarında kendi vasatlıklarında ufak bir akademik grupla takılırlar sonra bir de saygı beklerler. buradaki garibim anadolulu mehmetlerin de büyük bölümü isyan edeceğine çareyi yalakalıkta arar, gram bir eleştiri katkı sunmaz daha doğrusu sunamaz ne öyle bir aile geleneği vardır ne de kurumsal yerlerle haşır neşir olduğundan beri öyle bir kültür görmüştür, kendi farkındalığını da geliştirememiştir o da bu kayıkçı kavgasını andıran boktan sistemde kendine göre bir şeyler yapmaya çalışır durur.
ilerleme işinde ne o ne de görevli akademisyen türevleri bir halta yarar ve onlar gibilerin verdikleri mehmet gibi ürünler hiçbir halta yaramaz. ve bu fildişi tayfası edirne'yi geçince demoktratik kongo cumhuriyeti'ndeki köleler belçika krallığından ne kadar değer gördülerse onlar da o kadar bir değer görürler.
gelişmiş yerler bunlar gibilere götüyle güler bunlarda oralarda bir halt yapamayıp vasatlıklarını ülkeye yayar bu boktan kısır döngü böyle böyle devam eder.
diğer süslü televizyon "anelist"lerine bunlar da ekseriyetle ya akademisyenlerdir ya da herbokolog araştırmacılardır. bunlar da aynı şekilde süs ve kasıntıları dışında başka bir şeyleri yoktur. bunlarda bu toplumdan çıktığı için görgü, bilgi ve refah fakiri ülkeye; bir ton boş akıl verirler toplumdaki yolsuzluk ne kadar yaygınsa bunlar arasındaki yolsuzluk da o kadar yaygındır. aradaki fark biraz zeka biraz da yalakalık farkıdır. biri 5 götürür bir 5 bin. biri işi bitince villasına veya lüks sitesine gider, lüks arabasına biner diğeri artık ne kadar durumu kurtarıyorsa o kadarını yapar işte.
buram buram vasatlık buram buram tiksinçlik başka da bir şey değil; körler sağırlar birbirini ağırlar.
solcusunu okuyorum ayrı mal, milliyetçisini okuyorum ayrı salak, liberalini okuyorum ayrı bir cahil, atatürkçü-kemalist artık neyse onu okuyorum ayrı bir aptal. benim bunlardan alabileceğim hiçbir şey yok ona karar verdim her ne kadar çıktı odaklı başarıyı hayatıma koymamaya çalışsam da bu tiplemelerin başarıları ve ülkeye verdiği katkılar ortada ülkenin şimdiki hali de ortada. ülkenin geçmişi de ortada şimdisi de ortada eğer doğru düzgün düşünürsek yakın geleceği de ortada.
bu adamları ben şimdi nasıl ciddiye alabilirim ki ? o yüzden gerçekten kopuk ve kuru hamasi eleştiri uzmanlarına, akademi-aydın kesimine, üretici kesimine, memur kesimine bunların çok büyük kısmına benden koca bir siktir.
buraya kadar ki kısım az çok bir şeylere çare arayan ve az çok yazıp çizmeye meraklı şahsımın hayatta karşılaştığı çarpıklık ve vasatlığın, başka kaynak olmadığı için bunların yazıkları ve çizdikleri şeylerden çıkarım yapma zorunluluğu ve öğrenim sağlamaya çalışma mecburiyetimden dolayı kaybettiğim zamana karşı içimdeki küçük bir isyanın yansımasıdır.
bundan sonra yapacağım şey çözüm odaklı ve kendi kısa hayatımı da gereksiz yıpratmadan, hayatımın hiçbir döneminde yapmadığım yalakalık ve omurgasızlık tiplemesine geçmeden tamamen ayakları yere basan ve üretken ve tam bağımsız bir kişi olmak ve bir şeye aldırmadan daima ileri gitmektir.
psikolojimi ve ruh sağlığımı bozmadan hayata üçüncü kişinin gözünden yazılmış metinler gibi ve liberal soğukkanlılığıyla - türkiye'deki liberalleri bilirsiniz, gerçeklikle hiçbirinin alakası olmadığı için böyle hayali ütopik bir türkiye'ye akıl verirler ve yazıları çapsız akademisyenlerin yazılarından farklı değildir; ruhsuzlardır, bunun için yazıları benim gözümde bir seri katil soğukkanlılığında yazılmış gibidir- ben de kalemimin veya yaptığım işin namlusu doğruları gösterecek şekilde; bir seri katil soğukkanlılığıyla çalışmalar yapmak istiyorum. fakat bunu elimden gelen en iyi şekilde yapacağım. şimdiki vasatlık seviyesindekiler gibi yapmak istemiyorum ve yapmam da. bunların dahil olduğu kısır cenahlara ve tartışmalara da girmek istemiyorum, yanlarına dahi uğramam bu kesimin hayatın her alanı ve her noktası için geçerlidir bu.
sorunu öteleyen veya üreten değil çözen kısımda olmalıyım.
şimdi bu kadar beter yıldan beri geriye baktığım zaman; vebalı toplumun üzerimde bıraktığı ve atmam gereken nükleer atom parçacıkları, daima yanımda hissettiğim ve hiçbir şekilde onu hak etmediğimi düşündüğüm ve yüzünü güldüremediğim annem, daima gözbebeklerimin içine bakan kız kardeşim, 2 hafta önceye kadar ölse gram üzülmeyeceğim fakat sakin bir kafayla düşününce anladığım babam; gençlikleri çalışmaktan harap olmuş şimdi bin bir çeşit rahatsızlıkla boğuşan babaannem dedem, oblomovluklarım yüzünden oldukça üzdüğüm yakın arkadaşlarım var.
ailemde bu ulusal kara vebanın izlerini görüyorum. dedem, köy ağası çocuğu fakat babası ilk eşini boşayıp ikinci eşini alınca ölsün diye falakalara yatırılmış, horlanmış doğru düzgün bir eğitim almamış kendi kendine büyümüş yarı sinirli yarı ton ton fakat cahil bir adam.
babaannem eşkiya kızı; çok zeki bir kadın, ben de 2 gram zeka varsa eminim ki o da babaannemden gelmiştir. kız çocukları okumaz dendiği için 3. sınıfa kadar okuyabilmiş fakat hayatı boyunca her zaman çalışmış kimseye minnet etmemiş bir kadın. fakat bunun yanında her şeyi kendi yaptığı için öyle ton ton nene modunda değildir, serttir ve pek de sevildiği söylenemez çevre tarafından onu sadece ailesi ve akrabaları sever çünkü naif konuşmayı bilmez, kabadır.
ben, eminim ki karadeniz kırsalında değil de döneminde bir memur çocuğu veya esnaf çocuğu olarak doğsa şöyle bursa, izmir, istanbul tarzı bir yerde doğsa şu an türkiye'ye damga vuracak bir kadın olacağına inanırım ama olmamış işte.
bu asabi ve maalesef cahil kalmış insanlar da evlenip çocuk yapınca doğal olarak üst kuşaklarından daha iyi ebeveyn olsalar da şimdiki süslü akademisyenlerin ve sınıfsal temelleri oldukça zayıf bilimin verdiği öğütlere göre çocuk yetiştiremiyorlar tabii.
oradan sinir hastası ve oldukça kaba babam doğuyor o da beni mahvediyor sonra tabii fakat ben böyle bir şey eğer çocuk sahibi olursam yapmayacağım tabii.
anneme gelelim o da kırsal doğumlu bu siyasal islam denen geleneğin içinde büyümüş biri fakat kendisinin gerek çok fazla dinci olmayan gelin geldiği ev gerekse bizim gibi çocuklarının bizim gibi olması sonucu ve gerek kendisinin de oldukça sevecen ve naif bir karaktere sahip olması onu vahhabi olmaktan kurtarmış. gerçi anne tarafım anneannem ve dedem olarak düşünürsek anne tarafımının iki temel direğini; tutucudur ama şu son zamanlardaki dinci gericilik türevi değillerdir. onlarda anadolu'nun çok da iyi olmayan fakat yine de çekilebilecek derecede kırsal dindarlığı vardır fakat oldukça cahiller maalesef onlar da.
fakat bu onların suçu pek tabii değil koşullar insanı büyük oranda oluşturur neyse. işte annemin de hikayesi fakirlikten okuyamama ve erkenden gelin gelmeye dayanıyor hayatımda. 19 yaşında beni doğurur ve beraber büyümeye başlarız ben de zaten annemi anneden çok arkadaşım gibi görürüm kendi adıma çok şanslıyım annem konusunda ama annem de bu anadolu'daki nice insanlar gibi çok şanssız. eğitim hayatına devam etseydi eğer ışıkevlerinde okuyacak, beyni yıkanacak, şimdiki haliyle hiç alakası olmayan birine dönecek ve fetö terör örgütüne üye olmaktan mesleğinden ihraç edilecekti büyük ihtimalle. işte o da bu ülkenin başka insanlarının öyküsü.
ben de böyle köklerden gelen bir ailenin çocuğuyum bu durumun bana da kötü etkileri oldu, benim de vasat bir ilçede doğmam, vasat başka yerlerde eğitim görmem, zorunluluktan yanından geçmeyeceğim yerlerde kalmamdan dolayı ben de kötü etkilendim. fakat ben artık bilmiyorum sebebi kendinden meçhul bir şekilde bu vasatlığı kırdım ya da en azından ben öyle düşünüyorum ama bunu yaparken de hayatımdan verdim, bir ton vakit kaybettim neyse artık sağlık olsun o kısmı için ne diyeyim.
bu kötü sürecin de ben de son bulması lazım artık benden sonra olacak olursa daha vasat bir evreye maruz kalmamalı ya da daha iyi şartlarda ve daha dolu bir birikimle hayatına devam etmeli.
ailemde türkiye'yi görüyorum.
bu sadece milyonlarca benzeri olan bir hikayenin olduğu bir ülkenin daha farkındalığı gelişmiş ve daha çok merakı olan bir çocuğunun kısacık çıkarımıdır.
işte ülkedeki çoğu şeyin sıkıntısı da budur geç gelişmişlik ve hala gelişememişlik ve bunun getirdiği travmalar, zorluklardır. ülkede çoğu kişinin 2 nesil öncesine bakalım hiçbir şey yoktur bu durum da günümüze herhangi bir birikim yaratılmasını olanaksız kılmıştır.
şimdi kumbaraya birikim yapar gibi geçmiş yılların birikimini yapıyoruz ve bu da sancılı olacaktır. gerisini de zamana bırakıyorum o kısmına bakıp göreceğim artık işler ileride ne hale gelecek.
bundan sonra tam bağımsız hayatım, çok sevdiğim mesleğim ve çalışmalarım ve bebek gibi emekletip yürütülmesi gereken bir ailem var aklımda.
ben de artık huzurlu bir hayat için çabalayabilir ve şu vasatlıklar ülkesinden akıl sağlığımı koruyarak; vasatlaşmadan hayatıma devam edebilirim.
artık bu yaş günüm hayatımda yeni bir milat olacaktır bundan sonra kendi çizdiğim yoldan kendi şeklime göre kendi yoğurt yiyişime göre devam edeceğim.
bu uzun "yön" bitmiştir şimdi başka yönler ve başka bir hayat uzanıyor önümde gönül rahatlığıyla başka yönlere kulaçlayacağım.
en çıplak ve sert şekilde kendi gözümle gördüğüm ve düşündüğüm şeylerden bir bölümü bunlardı.
bundan sonra ihmal ettiğim eğitimciliğim, asıl sevdiğim alan olan tarih ve sosyoloji, merak ettiğim ve hevesli olduğum iktisat, kaybettiğim sosyal hayatım, göz bebeklerimin içine bakan ailem, sürekli ertelediğim amaçlarım-planlarım kısacası hayatım hepsini geri kazanma vakti. belki de başka bir ülkede devam ederim kalan hayatıma kim bilir...
kabadayı filminin bir sahnesi var ya onun oradaki bir repliği gibi "racon bitmiştir" artık huzurla ölebilirim.
-
“İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez”
- Yaşar Kemal. -
not 1# Bundan sonra olması gereken bir iki yer dışında, hayatımda popülizme yer yok. -
not#2
eski girdilerime bakıyorum çoğundan utanıyorum, silmek de istemiyorum çünkü z raporumu ancak bu sayede çıkarıyorum.
düşünsel altyapımın tamamen yıkılıp yerine yenisinin kurulum sürecinde kavramlara yüklediğim manalar bunları algılama biçimlerimde ciddi farklılaşmalar var bu sevindirici haber fakat yeterli değil magmadan başladığım için zemin kata yaklaşmışım çıkamamışım bile.
kuru bilgiler üzerinden değerlendirme yapıp kısır döngüler üzerinde dönüp durmuşum.
radikal dönemlerim çok olmuş genellikle siyasi içerikli girdilerim ağırlıkta bazılarında ucuz bir jön türkçülük, ağır romantizm havası var fakat ben namık kemal veya ziya paşa ya da enver paşa değilim zaten yaşadığım dönem de buna uygun veya öyle toy bir dönem değil hata yapmışım.
sosyalizme kaydığım bir zaman var bazı olaylara toplumsal ajitasyon yapmışım. sosyalist olamadım hiçbir zaman tam manasıyla götümü yırttım diyebilirim belki sosyalist olmak için ama yok olmuyor ekonomi-politiği kötü ve marx'la engels'ten sonra doğru düzgün bir kuramcısı yok. 21.yy'ı 19.yy'a açıklayamayız zaten sınıfsal eşitlikte özgür olmanın yegane yolu değil eşitlik her zaman iyi bir şey de değil ama diyalektik yöntem ve materyalist değerlendirmeye katkısı muazzam hayatı çözümleme yeteneği fevkalade marx'tan ve engels'ten iyi şeyler öğrendim; minettarım. o zamanlarda daha mdd-ulusalcı karışımı bir kafa yapısına sahip olmuşum ve romantizmle elimden geldiği kadar duygu yoğunluklu yazmışım.
bazı girdilerim de milliyetçi damardan ötürü sağ-kemalist çizgide olmuş bayağı bir savrulmuşum oradan orayı. liberalizmi öcü gibi görmüşüm bunun bir sebebi siyasi kavramları ulusalcılığa yakın bir damardan öğrenip tanımam. türkiye'deki liberalizm yae'den fazlası değil bunda o kadar suçum yok; türkiye'nin ahlaklı liberallere ihtiyacı var ve liberalizmin türkiye'de sağlam bir entelektüel liberal gelenek oluşmalı, hak ettiği yeri ve anlaşılma oranını yakalayamıyor bu düşünce stili.
gazi paşa'ya çokça özlem ve vurgu yapmışım ve kemalizmin değişik fraksiyonlarında dönüp durmuşum ve kemalizmi hiç anlamamışım. aslında izm mizim falan felan biraz bela en mantıklı ve olması gereken şey şu:
"Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar."
bundan gerisi yalan bu cümlenin sağladığı geniş ekseni hiçbir şey sağlamıyor gerçekten. velhasıl radikal politize bir dönem, hayata ilahi bir bakış açısı, düşünsel sarsıntılar ve kaybettiğim birkaç yıl. kötünün yanında iyi şeylerde var en azından daha sağlam bir düşünce yapısına sahibim en azından eskiye göre.
daha çok araştırmalı, sorgulamalı, kafa patlatmalı ve olmayacak şeylerde ısrar edilmemeli, hayatın diğer alanları ihmal edilmemeli, politize yargı kısır döngüsünden kurtulunmalı bu en önemli deneyimimdir.
bunların yanında felsefeye dair derin bir birikim yok, sanatla alakam tamamen kopmuş, hayatta keyif alınabilecek şeylerle ilgili her şeyle alaka düzeyim en alta inmiş.; eski yaratıcılığımı da neredeyse tamamen kaybetmişim, bunlar acil düzeltilmeli ve bu kuruluktan da kurtulunmalı.
3 hafta önce yazdığım girdide, değindiğim birkaç konu üzerine bu girdiyi de eklemek gerekliydi.
ve son olarak son girdilerimde vasatlıktan bahsetmişim ama ben de vasatlıktan hiç kurtulamamışım, belli başlı iyi gelişmeler var ama yeterli değil.
sürekli ertelediğim ve üzerine düşmeyi geciktirdiğim işlerimi ve planlarıma acil başlamalıyım, zaman durmuyor akıyor.
şimdilik son.
-
Çarşamba dedikleri... -
şimdilik, iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler; umarım iyi haberlerle döneceğiz. -
Yıllardır çektiğim varoluşsal sancıların düşün şablonlarını nihayetinde bir temele oturttuğumu düşünüyorum ve bunun mutluluğu içindeyim.
Bundan sonraki aşama Kervanı yolda düzme aşamasıdır. bütün bu ıztırabın ilk meyvesini bu sene alacağım ve oradan daima ileri adımlayacağım.
Bunu en son dediğimde başıma gelmeyen kalmamıştı ama bu sefer böyle bir şey olmayacak, o sene bu sene bundan sonra da her sene, diyorum.
İlk olacak olanın olduğu gün, olanı burada sizinle paylaşırım.
Hepinize -bir iki gün geç de olsa- sevgiyle ve saygıyla iyi seneler diliyorum.
Umarım her şey gönlünüzce olur, kendinize şimdilik iyi bakın.
-
" Zihin fukara olunca, akıl ukala olur. " -
"evet, kimsesizdik ama umudumuz vardı; üç ev görsek bir şehir sanıyorduk." -
Yaşlılık. Bugünkü kavramım bu; sene boyudur bizim ihtiyarla beraber yaşıyorum. Tek kaldığından beri belki dikkatimi çekmeyen yönlerini görece bilimsel bir yöntemle incelemeye başladım.
Ses kayıt cihazını açıyorum, hayatını nasıl geçirdiği, ne zorluklar yaşadığı, ailemizin hayat serüvenine başladığı uzak ufukları, dünya görüşünü, çalışma ahlakını her şeyini daha detaylı inceleme fırsatı buluyorum.
ben de eğer ihtiyarlayabilirsem ileride karşılaştırabilir, bir değerlendirmede bulunabilirim.
Torunlarım falan olursa 1938 doğumlu büyük dedeleriyle 1997 doğumlu dedelerinin arasındaki görüş farkını göstermek, yaa şükredin gardaşım, demek de ayrı bir keyif olur belki.
Ya da iyice tüketim insanı olurlar hiç umurlarına bile gelmez, ben de mors olabilirim belli mi olur.
Ya da torunum falan olmaz bilemiyorum.
Ama günümüzdeki yaşlılığa bakışla dedemin kendi dönemindeki yaşlılığa bakışın arasında büyük fark var.
Bugün yaşlılara, at çöpe gitsin-ne işe yarıyorlar, kafasında bakılırken; kendi döneminde, danışılacak- başvurulacak büyük, kafasında bakıyorlarmış. Bunun için küçüklerinden yana dertli, beğenmiyor vaziyeti pek.
En iyisi biz de entelektüel keyif alma yolları arayalım 80 senede bu hale geldiyse bu işler, bizimkiler bizim Adımızı hatırlamaz; kendi kendimize keyifli vakit geçirmeyi şimdiden öğrenmek lazım.* -
dönüştürmek istenciyle öğrenim sağlanır, radikal olunursa kökten kavranır; tüm çabanın dayandığı kök ise tutkudur. tutkusuz insan yarı yolda kalmaya mahkumdur. -
Bugün Erdoğan iktidarını bir 5 yıl daha uzattı, Arnavut kaldırımlı çocukluğumun Fatsa'sında daha Ecevit'in posterlerinin rengi tam solmadan, Ecevit'in posterleri tamamen duvarlardan kazınmadan tanışmıştım kendisiyle ve ampulüyle.
Bisiklet sürerken dikkatimi siyasi afişler çok fazla çekiyordu hepsine de dikkatle bakıyordum. Ecevit, mesut yılmaz, haydar baş, Cem Uzan kimleri görmedi ki o küçük koyu kahve rengi gözlerim.
Bunların bazıları gerçekten bazıları siyasi olarak meFTA oldu ama bu tayyip ve ampulü hiç gitmedi.
Sonra O çocuk büyüdü, 25 yaşına geldi ve hâlâ o ampulün söndüğü günü göremedi, öbür seçimler de 31 yaşına geldiği zaman olacak eğer yaşarsa.
Sinirden kudurmam gerekirdi ama Adnan Menderes'in ipe giderken söylediği cümlelerin ölülüğündeyim.
Hiç kırgınlık ve kızgınlığım yok niyeyse, hatta fazla nötrüm daha bir şeyden de çekinmiyorum daha kaybedecek bir şeyim kalmadığı için de olabilir bilemiyorum ama uzay boşluğunda gibiyim gerçekten ne ses var ne hava.
AKP'lilerin Mohaç meydan muharebesi'ni kazanmışçasına abarttıkları zafer konvoyları dahi beni kızdırmıyor sadece gürültülü müzik açılınca ağrıyan baş gibi başımı ağrıtıyor.
Vay be adam bana çeyrek asrımı kapattırdı ne diyeyim.
Bu sonuca meydan vermiş herkes kıçına kına yakabilir çünkü istedikleri şey gerçekleşti.
Bilmiyorum Altan, bu işler ve ben ne olacam neye varacağım bilmiyorum.
Benim akıl ve mantığımın sınırları şu an için bitti, daha üzerine düşünmeyecek, ertesi gün elimi yüzümü yıkayacak hayatıma tekrar başlayacağım.
Sisifos gibi her gün yeniden başlamalı ve bıkmamalı; dediğim gibi kaybedecek ne kaldı ?
Ekleme, artık aklı başındaki insanların bireysel takılmak yerine örgütlenip birbirlerini kollaması da çok önemli bir raddeye geldi.
Onu da geçmeyeyim, unutulmamalı ki birlikten kuvvet doğar. -
"Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından, Aydınlık bir kıyamet günü gelecek; buna imanla inandım."
-Tevfik Fikret -
Bu saatten sonra tek çare Prusya ekolü, aşağısı kurtarmaz.
Kafayı yememek için başka çare yok gibi zaten. -
" Körü körüne yaşatılan gelenekler, ölülerin yaşatıldığı anlamına gelmez; yaşayanların ölü olduğu anlamına gelir. "
-İbn-i Haldun -
Yine başaramadım... yine ekseriyetle mutsuzum, üstelik çok daha fazla yarımım.
"Mutlu insanın hikayesi olmaz." Diyor, Umberto eco. şimdi bu güzel alıntıyla mutlu mu olayım, mutsuz mu olayım; yine araftayım. bu kötü bir şey.
Yarım kalmak; bir ömür boyu seve seve yarım kalmaya razıyım, hiçbir zaman tam olmayım, tamamlanmaktan korkarım. Bana göre insan olmak her zaman yarım kalmaktır. İnsan kendini doldurmaya çalıştıkça insan kalır. Hikayem hayatımın sonuna dek bitmesin.
son bir söz hakkım daha var. -
Son defa, tövbe. -
2020-2024 arasını, belleğimin izin verdiği ölçüdeki tüm sorularla beraber müthiş varoluşsal sancılarla, çok ağır yaşadım.
2020'ye kadar düşünüyorum da hiç şöyle kafamı toplayacak, uzun uzun düşünecek bir vakit aralığı bulamamıştım. İlkokul sonra yatılı lise, ondan sonra hemen peşinden üniversite hızlı hızlı çıktım fakat, dar düşünce ufkumun sınırlarını eylemsel çekingenliğimle sürekli genişletmeye uğraşmam, iflah olmaz kusursuzcu-mükemmelliyetçiliğim, dört başı Mamur bir hayat istencim hiç peşimi bırakmadı.
Hayatta hep bir şeyler yapmayı istedim fakat kafamın içinde hep bir "yoksa" düşüncesi, memnuniyetsizlik, elimde olandan yetersizlik düşüncesi vardı, doğruyu bulacağım diye, en mükemmel yerden başlamalı diye de pek bir şey yapamadım, beceremedim de. yoksulluğumun da büyük payı vardır bunda ama el'in bişeyleri neler neler yapıyor bıdı bıdısına girmek istemiyorum bir daha, evet yoksulluk bir bahane değil biliyorum.
mükemmelliyetçi olduğumu söylemiştim, sıkı bir doğrucu Davut olmam, yedinci sınıftan beri tepetaklak aşağı giden aile hayatım, suç atmak istemiyorum ama babamın bütün hayatımın anasını sikmesi, düşüncede iddialı ama pratik hayatta beş para etmeyen, işe yaramaz bir adam olmamla birleşince hayatımın büyük kısmını eylemsel olarak heba ettim.
başlangıçtan sonuna kadar kötü bir okul hayatı, pasif-agresif bir gençlik, yetersiz ve iğrenç bir çevre, yaşımla beraber artan sefalet derEcem, dik kafalı dar beyinliliğim, sonu bitmez araştırmalarım, okumalarım, sabah akşam zihin dünyamı yıkıp yaparken çektiğim acı, bunları yaparken beynimi rahatlatmak için elime geçen tüm parayı sigaraya yatırmam(bundan dolayı en son aldığım herhangi bir giyecek şeyi muhtemelen üç sene önce almışımdır.), iflas etme noktasına gelmiş ciğerlerim vs vs.
Burdan sonrasını devam ettiremiyorum çünkü beynime kramp giriyor.
Tüm hayatımı telafi etmek için, yeni bir hayat paradigması, daha toptan bir kurtuluş yolu aradım ama öyle de bir şey yokmuş. Dört senedir kilitli bir mahzendeyim, doğruluk payı da olan düşüncelerimin esiri oldum sanki bu dönemde. Mahzenimden çıkıp dışarı baktığımda kendimi mağara devrinde kalmış gibi buluyorum. Hayat akıyor, yine de dönüyor.
Mayıs ayından beri bu süreci tamamen bitirdiğimi düşünüyorum, hayatın bir kuralı, bir yerden alırken bir yerden kaybedersin; çok şey aldım çok şeyimi de kaybettim.
En sevdiklerimden üç kişiyi toprağa verdim, öğretmen olduğumu görmeyi de o kadar istiyorlardı ki, kıçı kırık bi memurluk be, dünyanın öbür ucu da değil ki. Ama diyemezdim ki benim daha önemli işlerim var, varoluşsal sancılar çekiyorum, bu benim için daha önemli. Ders çalışıyorum diye odaya giriyorum, iki sayfa dersle alakalı bir şeyler ya okuyorum ya okumuyorum, onu bırakıyorum kafamı meşgul eden şeylere göre okumalar ve felsefe yapıyorum ondan sonra sınavlardan çakıyorum tabii. AileM artık beni mal olarak Damgaladı gibi bir şey, çalışıp çalışıp beceremediğimi zannediyorlar, yakın arkadaşlarım da aynısını düşünüyor. Neyse, düşünsünler ben gerçeği biliyorum ya.
Dedem, geçen sene Beyin kanaması geçirdi, adam bilinci yerinde olduğu son gün, şu çocuğun da kendi kurtardığını göremedim ya ona yanıyorum, dedi. 2 hafta sonra da vefat etti, adam gözü açık gitti amk. Ve onu mutlu edecek, beni yukardan izleyeceği bir yer de yok.
Üzerimde De emeği çoktur, Özür dilerim, dede. Çok özür dilerim.
Günün sonunda anlıyorum ki her şey yalanmış, ben de baştan beri yanlışmışım; ne büyük talih.
Bundan sonra o istediğim büyük hedefler yok, sürekli bir zihni sancı yok, doğruyu-Erdemi aramak yok. Sadece ve sadece sınırlı sürede yaşayacağım kalan bir hayatım var.
Albert Camus haklı tamamen "absürd" başka da bir şey değil. O çok istediğim radikal kopuşu kafamda tasarladığım gibi yapamaSam da artık yapıyorum. Sigarayı beynim rahatlasın diye içiyordum ama daha ihtiyacım kalmadı onu da 4-5 günden beri içmiyorum o gitti, mayıs ayından beri uyuşuk değilim o uyuşukluk da gitti, bundan sonra eve tıkılmak işe yaramazlık da yok sınavdan sonra o da gidecek, direkt bir iş bulacak sermaye biriktireceğim çok eksiğim var ve yakın çevreme de mahcubum ve geçmişe ait her şeyimi de kaybettim.
Nitel birikim nicel değişim yaratır, diye bi laf vardır. bi parça haklılık payı da var. Bundan sonra istesem de istemesem de 0'dan başlamak zorundayım.
Memnun olmadığım mesleğimden artık memnunum, iyi ki türkçe öğretmeni olmuşum. Sosyal Bilimler işi yapmak istiyordum ama Paradigma değişimi diye bir şey var, araştırıyorsun ediyorsun, bi nesil değişiyor, bi olaylar oluyor, hop senin bütün ömrün, çaban çöp. Bi odada çürüttüğün ömrün de cabası, üstüne de kimseyle kayıkçı kavgası yapacağım bir hayat istemiyorum. Fen Bilimleri İçin çok geç kaldım, ayriyeten sosyal bilimlere ise daha inancım da yok. Akademi falan düşünmüyorum bu konuda artık. Hatta sosyal bilimler akademide vergi düşmanlığından başka bir şey değil bence de neyse.
Yani elimde artık memnun olduğum dil eğitimciliğim kalıyor. Somut düşman somut kurşun. Dünyanın en iyi Türkçe öğretmeni olma ütopik hedefim. İlk önce öğretmen ol> yabancılara türkçe öğretimi yüksek lisans> ingilizce + 1 dil daha yabancı dil öğren ( benim tercihim fransızca )> dil eğitimcisi ol> işinde en iyilerinden ol> Mülklerini değerlendir> elinden geldiğince iyi para kazan, çok çalış> elinden geldiğince iyi yaşa, bırakabiliyorsan bir şeyler bırak, siktir git.
Artık bir şeyler kazanma ve yapma zamanı, bundan sonra hiçbir şey için kafamda bir bagaj yok, bu da bana şu dört seneden kalan en büyük kârdır. üç aşağı beş yukarı her şeyi netleştirdim, gerisi çalışkanlığımıza kalmış. Ağlamak da yok artık.
Ve güzel Kulzos ve onun güzel ahalisi, Kulzos da benim için sigara gibi bir şeydi, gerçekten burada yazmak benim için çok rahatlatıcı bir eylemdi, çok seviyorum burayı fakat Kulzos da sigara gibi hayatımdaki amacını tamamladı.
Tanıdığım gelip geçen tüm yazarlarını da ayrı ayrı çok sevdim, çok değerli insanlarsınız bence hepiniz. Yazar olarak son girdim De budur, zaten ağlamak dışında pek de bir şey yazdığım yoktu.
Gözlerini kanattığım herkesten Özür dilerim :p
Bundan sonra bir okuyucuyum, kendinize iyi bakın. Hepinize Sevgiler benden. -
Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar -
"Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes! Ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es!"
Bu sene, bu temada bir sene olacak. Şu şekil başlayacağız sil baştan her şeye. -
Hele durma yürü sen, daha yolun yarısı var.