dünya üzerindeki en büyük yalanları öğrenmek istermisiniz? 11 eylül gibi terör olaylarının perde arkasındaki sebebleri? irak, afganistan ve vietnam savaşlarının perde arkasını? peki ya amerikanın 1. ve 2. dünya savaşına girmek için ne yaptığını? yeni dünya düzenine yani tek bir dünya devletine nasıl geçileceğini öğrenmek istermisiniz? o zaman bu belgesel serisini mutlaka ama mutlaka izlemelisiniz.
yalnız uyarımı yapayım belgeselin ilk filminde. hristiyanlık üzerinden dinlere çok sağlam girdiriyorlar ve ortaya sundukları belgeler karşında " harbi lan, hiç böyle düşünmeştim, vaaaay be" diyorsunuz.
İnsanların tüm bakış açılarını değiştirebilecek derecede bir inandırıcılıkla ve bol ispatlarla çekilmiş olan rahatsız edici belgesel filmi. Rahatsız ediciliği, şimdiye kadarki öğrendiğiniz değer yargılarının birçoğunu bir çırpıda çöpe atmasından ileri gelmektedir.
Doların 11.20 'leri gördüğü şu günlerde aklıma gelen belgesel filmdir.
2007 yılında Peter Joseph tarafından çekilmiş, yazılmış, yapılmıştır.
Dünyadaki en büyük yalan (ne acaba?) ile başlayan belgesel, özellikle merkez bankası nedir, nasıl çalışır ve has amacı nedir gibi tam da dönemimize ışık tutan 3. bölümüyle de epey dikkat çekicidir.
fiiler tepişir çimenler ezilir'in de çok ötesinde olduğumuzu, yani bir çimen bile olamadığımızı aktarmasıyla rahatsız eder.
her söylediğine de içtenlikle katılırsınız.
ha üç beş kişi ayılsak ne ayılmasak ne... orası burası değil de kitlesel uyanış lazım bak cidden.
10 numara isim buldum, kitlesel uyanış partisi.
hadi lan. hep beraber. olur mu olur. global de olur, teknoloji var artık.
görüntü çok iyi değil ama takmazsanız burdan izlenebilir;
www.youtube.com/...
“maneviyat özel bir terimdir ve sezgisel yaklaşım anlamına gelir. teist gelenekte, bir kelimeye bağlı kalma eğilimi vardır. bazı eylemleri ilahi ilkelere göre nahoş olarak, bazı eylemleri ise hoş olarak değerlendirir. ateist gelenekte ise, bu çok doğrudandır, olayların geçmişi bir önem taşımaz. asıl önemli olan “burası ve şimdi”dir. “şimdi” kesin olarak şimdidir. “şimdi”de mevcut durumları deneyimlemeye çalışırız. tam orada, o anda. bir geçmiş var olduğu için, “şimdi”ye sahip olduğumuzu düşünmenin bir anlamı yoktur. “şimdi”, tam şu an demektir. gizemli bir yanı yoktur, sadece şimdi, çok basit, dosdoğru. ve bu “şimdi”den bir şekilde her zaman bir aklın anlama yetisi doğar. şöyle ki, gerçeklikle sürekli etkileşimdesinizdir. teker teker, adım adım, sürekli. aslında bu her zaman deneyimlediğimiz muhteşem bir duyarlılıktır. ama “şimdi” tarafından tehdit ediliriz, bu yüzden geçmişe veya geleceğe atlarız. hayatlarımızda var olan şeylere dikkatimizi yönelttiğimizde, öyle zengin bir hayat sürüyoruz ki, bütün o seçimler her zaman vardırlar, ama hiçbiri kendi başlarına kötü veya iyi değildirler. bizim yaşadığımız koşulsuz deneyimlerdir. onlar üzerlerinde şöyle etiketlerle gelmezler: “bu kötü olarak değerlendirilir” veya “bu iyidir”. biz onları deneyimleriz ama aslında onlara doğru dürüst önem vermeyiz. aslında bir yerlere varacakmışız gibi düşünmeyiz. bir mücadele gibi düşünürüz. ölmeyi bekleriz. işte sorun da bu. bu “şimdi”ye hakkıyla güvenmemektir. aslında şimdide deneyimlediğimiz şey pek çok kuvvetli şey içerir. o kadar güçlüdür ki onunla yüzleşemeyiz. bu sebeple her zaman geçmişten ödünç alır ve geleceği davet ederiz. belki de bu yüzden dini ararız. belki de bu yüzden sokaklarda uygun adım yürürüz. belki de bu yüzden toplumdan şikâyet ederiz. belki de bu yüzden başkanlara oy veririz. bu bayağı ironik, hatta çok tuhaf.”