sayın başbakan,
17 nisan 2010 cumartesi günü saat 10.00'daki kahvaltılı toplantı için gönderdiğiniz incelikli çağrınıza sağ olun diyor, yaşımdan doğan sağlık engellerinden ötürü katılamayacağımı özür dileyerek bildiriyorum.
geçerli, egemen politik söylemin, sol kanadı kırık kuşa benzetildiği bir ülkede var olan değişim potansiyelini değerlendirerek sorunları çözmek, kolay başarılabilecek iş değildir. "tam demokratik bir anayasa", türkiye'nin temel gereksinimidir. bugünkü ortamda böyle bir anayasanın yapılabilmesi de güç görünür. ancak, bin bir kirli oyunla türkiye'ye giydirilmiş, "82 anayasası" adlı deli gömleğinden bir biçimde kurtulmamızın kuşkusuz ki önceliği var. bu yolda atılacak her adımın, elimden geldiğince arkasında olmayı yurttaşlık borcu sayarım.
yıllardan beri söyleyip yazdığım bir temel düşüncemi yineleyerek izninizle bir iki noktaya değinmeye çalışacağım. "kürt sorunu" çözülmeden demokrasi sorunu çözülmez; "demokrasi sorunu" çözülmeden de "kürt sorunu" çözülmez.
sayın başbakan,
sizden, ülkemiz için yaşamsal önemde olduğuna inandığım bu konuda, en acil iş olarak ülkede akan kanın, "hemen, şu anda!" durdurulmasını beklediğimi söylememe izin veriniz! insanlarımızın birbirlerine kırdırıldığı, ormanlarımızın yakılıp kül edildiği bu uygulama, emperyalist silah tekellerine trilyonlarca dolar kazandıran bu kanlı yol, yoksul ülkemizi gırtlağına kadar borç batağına sürüklemiş kurnaz bir emperyalist oyunun kanlı parçasıdır; iç-dış odaklardan kaynaklanır.
medyada bu günlerde, mağaraların içindekileri de yakan tankların ordu için satın alındığı duyuruluyor. yakılacak o gençler bizim çocuklarımız. böyle bir insanlık dışı atılımın sizi tarihe karşı ne duruma düşüreceğini lütfen düşünmenizi dilerim. tarihimizdeki "dersim faciası"na, benzerinin eklenmesine seyirci kalmanın bir devlet yöneticisine nasıl ağır sorumluluk yükleyeceğini söylememize gerek var mı?
geçmişteki bir devlet başkanımızın, bu temel sorunumuzu çözme uğraşı vereceğine, yirmi sekiz kez başkaldırdıklarını, yenildiklerini, nerdeyse övünerek açıkladığı, bin yıldır birlikte yaşadığımız kardeş bir halkın çocukları olarak dağa çıkmak zorunda bırakılmış gençlere, "terörist" damgası vurmakla neyi çözebildik? tarihi yanlış okuyarak üstlerine kanla gittik; üstümüze kanla geldiler. işin özü, özeti bu.
barışçıl yolun tutulması gerekliğine, olayların açık baskısıyla siz de inanmış olmalısınız ki, sessiz politika yoluyla denemeye de kalktınız. bu yol herkese umutlar verdi. ülkemizin talihsizliği şu ki, yukarda da değindiğim gibi sağlıklı bir sol muhalefetle değil, "karaçalı" bir muhalefetle çalışmak zorundasınız. kimi densizlikler abartılarak hemen üstünüze vardılar. yazık ki ürktünüz; devlet güvencesiyle ülkeye gelenleri, ağır suçlamalarla yargılama yolu açıldı. bölge halklarının, yüzyıllar boyu kafasındaki "kaypak osmanlı" devlet anlayışı yeniden canlandı. oyuna getirildiniz sayın başbakan. bu yalnız sizin değil tüm türkiye'nin kaybıdır. ezilen bir halkın gerçek temsilcilerini dışlayarak, tutuklayarak, saldırarak, dağa çıkmak zorunda bırakılmış gençlerini yakarak bu temel, yaşamsal sorunumuzu kimse çözemez; ülkeye demokrasi getiremez.
bugün mafya yapısındaki emperyalist ülkeler, teröre karşı, sözde barış-demokrasi için kutsal savaş yürütüyorlar! ırak, afganistan, çevremizdeki en yakın kanlı örnekleri. bu, barışsever kurtarıcı (!) ülkeler ekonomisinin yüzde onunu silah sanayileri oluşturur. dünyada "barış" demek bu ekonomilerin çöküşü demektir.
yeryüzünde nerede savaş varsa, iki yanın silahlarını da, herkes bilir ki, bunlar satar. açık ya da sinsice iki yanlı kışkırtmalara dayalı ölüm ticareti biçimindeki 3. dünya savaşı böyle yürütülüyor. yunanistan'la ülkemizin pahalı silahlanma yarışıyla nasıl çıkmaza sokulduğunu, bu gün görmeyen kişi kalmadı. ülkemiz sorunsalı içinde çözümsüzlüğe sürüklenmiş kürt sorununun yoksul halklarımıza nasıl kanlı faturalar ödettiğinin bilincine varmış, kürt-türk, çok sayıda kişi var bugün ülkemizde. özellikle kürtler arasında en doğru çözüm peşinde olanların dışlanması için küçük oyunlar oynanıyor; söz gelimi, apaçık "antidemokratik "yüzde 10" seçim barajı, dar parti çıkarları için sımsıkı korunmaya çalışılıyor. bu yolla nereye varılabilir?
bu konuda en doğru, en yerinde söylenmiş bir sözü, yıllarını halkların kardeşliği yolunda çileler çekmeye adamış leyla zanakızımızın bir sözünü yineleyeceğim: "bu sorunu, amerikan, ingiliz, alman... değil, biz kürtlerle türkler kendi aramızda çözeceğiz." tarih sizin önünüze böyle bir çözüm olanağı koymuştur sayın başbakan. onurlu çözüm, ortadoğu'daki amerikan oyunlarına düşmeden, oyuncularından da sakınılarak, ülkemizde, kendi halklarımızın öz temsilcileriyle birlikte sağlanabilir. bu tarihsel fırsatı doğru değerlendirmemek ülkemize çok şey kaybettirecektir.
dünya bankası başındaki mc namara'nın, yaptığı tüyler ürpertici açıklamasını unutmamışsınızdır: vietnam'da amerikan savaş uçaklarının düşmesiyle (yani gençlerin ölmesiyle) amerikan ekonomisinin kurtulduğunu "timsah!" gözyaşlarıyla açıklamıştı! vietnam'lı, amerikalı anaların döktüğü gözyaşlarını düşünmeyenler bizim analarımızın acısını düşünür mü? bugün yeryüzüne egemen "tek dişi kalmış canavar"ın haçlı-haçsız- eşkıyaları, o duruma düşecek bir türkiye'ye, yunanistan'a gösterdikleri duyarlığın acaba ne kadarını göstereceklerdir? bu haçlı-haçsız eşkıyaların "velev ki" el uzatacaklarını var sayalım. bu girişimin ülkemiz için hayırlı olabileceğine, bizim "şeriatçı", "laikçi" eşkıyalarımızla işbirliği yapmaktan öte, hayırlı adım atacaklarına inanıyor musunuz?
böyle bir soruyu sormam, siyonist canavarlığa karşı saygıdeğer tutumunuza mutlulukla tanık olmamdan kaynaklanıyor. islam'a uygun davranış budur; dolar kölesi durumuna düşmüş kimi islam yönetimlerinin, mal mülk sevdalısı ebu süfyan müslümanlığı değil. kendini çıkmazlardan kurtarmak için umutsuzca çırpınıp duran finans oligarşisinin pençesindeki "globalist" dünya düzeni, bizi ancak soymaya gelir. bir günler bizim yaşadığımız "laikçi devrimci!" "kara oğlan" efsanesi hangi temel sorunumuzu çözebildi? bu gün türkiye'de "on milyon işsiz var. obama'yla, bir başka biçimde o efsaneyi, "elli milyon aç" bulunduğu medyaca duyurulan amerika yaşıyor bu gün. onun da sonu görülecektir.
ben 91 yaşında, marksist-leninist bir roman yazarıyım; yılların yazı-sinema emekçisiyim. türkiye'nin en eski proleter devrimci partisinin, türkiye komünist partisi'nin bugüne kalan birkaç üyesinden biriyim. siz de, bildiğime göre, eski bir "komünizmle mücadele" örgütü militanısınız. o tutumunuzun yanlışlığını, ülkemizin yoksul emekçi halklarına değil, iç-dış soygunculara yarar sağladığını bilirim. o oyunlarda kullanılan kişilerin de bugün bu gerçeği gördüklerini, bu bilince vardıklarını ummak isterim.
bu pro-faşist tutumun komünist olmamakla hiçbir ilgisi yoktur. bu gün siz "şeriatçı"lıkla suçlanıyorsunuz; attığınız adımlara kuşkuyla bakılıyor. yukarıda da değindiğim gibi, islam'ın temel ilkesinin, bu gün yeryüzüne egemen soygun düzeniyle bağdaşmayacağına inanırım. inanç dünyanıza, özünde saygılıyım. son romanımda da bu konuyu işlemeye çalıştım. "şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde." attığınızı gördüğüm her olumlu adıma, ön yargıya kapılmadan, gücüm yettiğince destek olmak isterim. inandığım doğru yol budur. bir ülkede demokrasi ortamı oluşturulmasının en ilkel koşulu da budur. bu temel ilkenin bir başbakanca özenle, titizlikle korunması gerekir. eğer demokrasiye inanıyorsak, bir başbakanın, bir günler t.k.p.'de yer aldığını sandığı kişiye, geçmişine ilişkin gözdağı vermeğe kalkması, inandırıcılığını tehlikeye sokar. ne "sosyal", ne de "demokrat" olmayan uyanıklara, eski bir komünisti kolluyormuş havasında ucuzundan solcu yiğitlenme olanağı kazandırır. (kemal anadol, deniz baykal'la aranızda geçmiş tartışmayı umarım anımsarsınız.) bunun da ülkemize hayrı olmaz.
görüyorsunuz ki, kimse için ön yargım yok sayın başbakan.
sizi, geçmişinizdeki olaylar, ya da kutsal inançlarınız için suçlamak değil, yapacaklarınızdan ötürü kutlamak isterim. düşüncelerimi açıklamak fırsatı verdiğiniz için iyi dileklerimle sağ olun diyorum. saygıyla.
16.04.2010/cihangir
--
spoiler --
sayın başbakan,
bugünkü gazetelerde yitirdiğiniz anneniz için gözü yaşlı resimlerinizi görünce size ikinci bir mektup yazma isteği duydum. birinci mektubumun elinize varıp varmadığını bilmiyorum. 91 yaşındaki bir yazarın, o günlerdeki çağrınıza yanıt olarak gönderdiği mektupla ilgili, başbakanlığınızın herhangi bir bürosundan, alındığını bildiren bir işlem bile duyurulmadı. şimdi 93 yaşındayım, ikinci mektubumu yazıyorum. çünkü ülkemizin acıları sürüyor; siz bugün o acıları en keskin biçimde önleyecek yetkiye, yeteneğe sahip konumdasınız. karayılan'ın mektubuna ne diyeceksiniz. önce size başsağlığı dilerim sayın başbakan! evet, "küllü nefsin zaikatül mevt". anneniz doğal sonuca vardı; sizin bugün yaşadığınız acı da doğal. ancak güçlü bir yetkiyle yönetimini üstelendiğiniz bu ülke, bu gün hiç de doğal olmayan acılarla kıvranıyor. tıpkı iki yıl öncesi gibi. dağlarda, kırsalda kentlerde öldürülen nice gençlerimiz, insanlarımız özellikle yoksul yığınlarımızın umarsız acılara batmasına neden oluyor. ne denli örtbas edilse de en sonunda herkes görecektir ki, bu işin çözümsüz kalmasının baş sorumlusu siz sayılacaksınız sayın başbakan. nasıl ki ülkenin bu tarihsel temel sorununun sizin çabanızla çözülmesi durumunda, en büyük onur payının size düşeceğini kimse yadsıyamayacak, örtbas edemeyecekse. bunun da ne denli tarihsel, yüce bir onur olacağını size belirtmeyi gereksiz sayarım. önemli bir "celadet" göstererek mit sorumlularını pkk'yla, onun kurucusu, önderi heval öcalan'la görüşmek için sizin görevlendirdiğinizi açıkladınız. yapılan iş de doğruydu, olayı üstlenmeniz de. ancak o attığınız önemli adımda diretemediniz; sonraki davranışlarınızla çok gerilere düştünüz. politik kötü niyetle suçlanmanız doğaldır.
taraf'ta iki tam sayfa çıkan gerilla önderi sayın karayılan'ın mektubunda net biçimde açıkladığı gerçek olgulara karşı ne diyebileceğinizi, bir türkiye vatandaşı, yazarı olarak gerçekten merak ediyorum. görüşmelerde fırsat kaçırıldı. ben kaçırdığınıza inandığım önemli bir fırsattan söz edeceğim sayın başbakan. o gizli görüşmelerde uygun anlaşmalara varıldığına inandırılan heval öcalan, sizden kamuoyu önünde çok basit birkaç açık sözle bu varılan noktayı açıklamanız durumunda, kandil'deki kürt gerillalarını beş gün içinde ülkeden çıkarıp bu kanlı savaşı bitireceğini söyledi. yani size yukarıda sözünü ettiğimiz benzersiz bir tarihsel onur fırsatı sundu. heval öcalan'ın bunu yapabilecek durumda bir önder olduğunu muhalif güçleri de içinde, tüm kürdistan biliyor. size uzatılan bu eşine az rastlanır "iyilik" önerisini, yalnız reddetmekle kalmadınız, elinize ip geçerse onu asacağınızı muştuladınız. bu inanılmaz tutumunuz islam peygamberi'nin ünlü sözünü akla getiriyor: "itteki şerri men apsente ileyhi." biliyorsunuzdur, hadistir, bu. islam peygamberi'nin sözü "iyilik ettiklerinizin kötülüğünden sakınınız" diyor. lütfen söyler misiniz bu anlaşılmaz tutumunuz size ne kazandırdı? bırakalım sizin kişisel kaybınızı, türkiye bugün eskisini aratacak kan batağına düştü. anti demokratik tutumlar, işlemler, karşılıklı saldırılar, öldürüşmelerle ülkemiz karanlık bir boşluğa çekiliyor. ne derseniz deyin sayın başbakan, tarih bunu sizin döneminize yazacaktır. siz de bilirsiniz ki, devlet yönetmek en azından insancıl bir sorumluluğun bilincinde olmayı gerektirir.bu iş kandil'e bayrak asmakla olmazjean paul sartre'ın sokaklarda gençlerin yasadışı yürüyüşlere katılmasının polisçe düzenlenen yasal dosyasını de gaulle'in önüne koyarlar. imzalarsa tutuklayacaklardır. de gaulle, ben "mösyö sartre, dr. gaulle döneminde tutuklandı" dedirtemem deyip imzayı reddetmiştir. sizse en azından kanlı bir dönemin yeniden başlamasına duyarsız kalmakla suçlanacaksınız sayın başbakan. yazık etmediniz mi? lütfen inanınız ki, ben size, sizinle ilgili politik olaylara ön yargı ile bakmıyorum. ben politikacı değil yazarım. giderek bir empati yaklaşımı içinde olma çabasındayım. sizi akıl almaz ters davranışa iten temel neden karşınızdaki muhalif kimi güçlerin kullandığı politik araçları ellerinden alma derdine düşmenizdir. zeka mahzunu bakışlı bir politik önderin halka dağıtmaya kalkıştığı iki metrelik idam sehpası urganına özenmekle çok şey yitirdiniz. aynı muhterem size bugün de kandil'e bayrak asmayı önerdi. ne güzel değindiniz; iş bayrakla olsaydı ülkenin her yanına bayrak asılı. ama biliyor musunuz, hazretin bu önerisi bende istekler uyandırdı! keşke bu yaşta sağlık engellerim olmasaydı, hazretin bu uyarısına koşarak uyar, kandil'e çıkardım. doğal ki savaş değil türkiyeli yazar olarak bayrak dikmeye giderdim kandil'e. elimde silah değil yazı makinem olurdu, oradaki çocuklarımızı yakından tanımaya çalışırdım. doğru politik çizgi, apaçık gerici bir siyasal örgütlenmeye onların savundukları çirkinlikleri yineleyerek değil, halka gerçek doğruları açıklayarak karşı çıkmakla çizilir. "fikr-i kavmiyeti tel'in ediyor peygamber" der akif. lütfen o sözü anlayalım. bir toprakta bir kavme işkence ediliyor, varlığı yadsınıyor, yok edilmeye çalışılıyorsa, oradaki yöneticiler islam peygamberi'nin lanetini üstüne çekiyor demektir. siz de şu anda bağışlayın beni, tüm islamcı savlarınıza karşın bu konumda bulunuyorsunuz sayın başbakan. iki yıldır kürtlerle ilgili yayınları okuyorum. serinkanlılıkla değerlendirmeye çalışıyorum. cezaevlerinde yapılanlara yürekler dayanmaz. yüz yılı aşkın zamandır bu politikayı yürütüyor bu devlet. bugün de boşu boşuna, salt, kimi fanilerin devlette emredici olma tutkuları için kan revan durumda halklar birbirine kırdırılıyor. sayın karayılan'ın mektubunda çok ibret verici bir kürtçe uyarı vardı! "dewlet bi ker be ji xwe le meke!" "devlet eşek de olsa binme!" demekmiş. yazık ki bizim politikacılarımızın temel tutkusu devlete binmek! bizim çevrelerde de yaygın bir söz vardır: "attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür!"
siz at üstünde değilsiniz. düşmenizi değil sizden sadece, kanlı kardeş savaşını durdurmanızı diliyorum, bu sizin elinizde sayın başbakan.
saygıyla,
başarı dileklerimle...
(2012)
--
spoiler --