atatürk'e ait bir söz. bu sözün ilk defa nerede dillendirdiğine dair birkaç farklı rivayet var. internette aratınca sözün kanuni sultan süleyman'a ait olduğunu yazanlar da mevcut.
cumhuriyetin ilk yıllarında ülke nüfusunun ezici çoğunluğunun -1927'de kent %25, kırsal %75- kırsalda yaşadığını tahmin etmek zor değil. ülke ekonomisinin büyük oranda tarıma bağlı olduğunu düşününce bu sözün önemi ortaya çıkar. tabi zaman içinde gerçekleşen sanayileşme ve paralelinde gelişen endüstri ve ağır sanayi, köylünün fonksiyonunu tamamen devralmaya başlamış, köylüyü nefes almaya şükredecek duruma düşürmüştür.
2000'den sonra tarımın sistematik olarak bitirilip bu alanda kendi kendine yeten ülkelerden biri sıfatını da hızlıca bıraktığımızın altını çizelim. yıllar 2020'yi gösterdiğinde şehirleşmenin %80'e %20 oranında ezici bir üstünlüğe geçmesi tarım işgücünü bir hayli azaltmış durumda. normal koşullarda kaçınılmaz son doğal olarak gerçekleşirken kırsaldaki üretimi tamamen göz ardı etmemiz sorunun en büyüğünü teşkil ediyor. makineleşeme, gelişen teknoloji, sulama sistemlerinin geliştirilmesi ve modernize edilmesine yönelik yetersizlikler; hayvancılığa olan bakış konusunda yapılan desteklerin denetlenmemesi gibi başarısız politikaların tarım ve hayvancılığın gözden düşüşünün devamını sağlamaktan başka bir işe yaramıyor.
yukarıdaki sistematik gerilemeye zıt durumlar yaşanmıyor mu peki? tabi ki yaşanıyor. şöyle: nüfus ve kırsal kesim üretim verimliliği birbiriyle oldukça ilgilidir. son dönemlerde nüfusu 500-1000 arası değişen köylerin günümüzde 20-50'ye kadar düştüğü bölgelerdeki kırsal kesim refah düzeyi orta ve orta üst diye adlandırılabilecek bir seviyeye çıktığını köylere gidenimiz varsa az çok görmüştür. evde besleyecek boğaz sayısı azalınca artı bir değer ortaya çıkmış, bu artı değer çiftçiye, köylüye lüks bir yaşam olarak geri dönmüştür. bakın boğaz sayısı diyorum. yani ortaya konan artı değer, beslenmesi gereken boğaz sayısıyla ölçülüyor. bu durumda bahsettiğimiz artı değerin ne kadar düşük olduğunu siz tahmin edin. özetle köyde aç kalma tehlikesiyle karşılaşan boğazlar bu tehlikeyi şehirlerde ömür boyu yaşamaya devam ediyor. sadece geride kalanlar efendi durumuna yükselmiş oluyor.
özetle köylü hiçbir zaman milletin efendisi olamadı. hep aç ve açıkta kaldı. sadece toprağın büyük bir çoğunluğunu elinde bulunduran küçük derebeyleri sefahati yaşadı. toprağını bırakıp şehre yerleşenler de şehrin ağaları burjuvanın insafına kaldı.