psike'yi oluşturan ögeleden bilinçıdşı'nın bilinç ile iletişim kurmak için kullandığı yöntemlerden birisidir.
bilinçdışı sadece dışarıdan gelen etkileri kaydeden basit bir depolama alanı değil, aynı zamanda dışarıdan gelen etkilere karşı kişiyi değerlendiren ve öz farkındalık oluşturan elemanlardan birisidir ve süperego ile paralelliği vardır. sürekli gözlem yapmakta ve öz farkındalık yaratmakta olan bilinçdışı, bilincin farkına varamadığı şeyleri o kişinin o güne kadar maruz kaldığı her türlü kavramı ve onların kişideki simgesel anlamını kullanrak rüyada gösterir.
bilinçdışının rüyada gösterdiği şeyler genellikle kişinin kendi hayatında bakmak istemediği ve ne pahasına olursa olsun kaçındığı şeylerle ilintili olur.
lüsid rüya denilen fenomen ise rüya %100 kontrol edilerek yapılırsa bilinçaltını etkilemeye yönelik bir eylem olur ve psikeye etkilerinin uzun vadede iyi mi kötü mü henüz tam olarak bilinmemektedir. lüsid rüyanın tam anlamıyla kontrol edilmesi sinir sistemini ciddi anlamda yormaktadır, uygulayanlar bilirler.
fakat, lüsid rüya halindeyken "şu an bilinçaltıma konuşmak istiyorum" şeklinde karakterler rüyaya çağrılır ve gelen karakterler kim olursa olsun kabul edilip onlara müdahale etmeden sadece konuşulursa(baya rüyadaki karakterle sohbet edilirse) bilinçaltınızı tertemiz anlama gibi bi lükse erişebilirsiniz.
tanzimat dönemi sanatçılarından ziya paşa'nın söyleyeceklerini adeta bir rüyanın sorumsuz rahatlığı içinde dile getirdiği nesir biçimindeki yazısı.
londra'da bir parkta otururken -sözde- uyuyakalan ziya paşa, rüyasında kendini beşiktaş sarayı'nda, sultan abdülaziz'in huzurunda bulur. padişaha söylenmeye başlayan ziya paşa, konuşmaları sırasında, yönetimin bozukluğundan, halkın çektiklerinden söz eder. bu durumdan kurtulmanın tek yolunun, ali paşa'yı sadrazamlıktan uzaklaştırmak olduğunu belirtir. sonunda ali paşa bu görevden alınır ve kıbrıs mutasarrıflığına atanır. vapurla kıbrıs'a doğru hareket etmek üzere bulunan eski sadrazamı uğurlayan ziya paşa, abdülaziz'in yanına gideceği sırada park bekçileri tarafından uyandırılır.
rüya'da ziya paşa kişisel hayatından, siyasal görüşlerinden ve o dönemin siyasal hareketlerinden söz eder. bu esnada rakibi ali paşa'yı aşağılamaktan da geri durmaz.
bilincin sesinin kısıldığı, bilinçaltının konuşmaya başladığı yer denilebilir. 3 ayrı türü olduğu söylenir. ilk türü en yaygın olan çöp rüya ya da gündelik rüya denilen cinsidir. bu tip rüyalar aslında beynin kendini temizleme sistemi gibi düşünülebilir sanırım. yani sizinle çok ilişkili olmayan ama kafa yoran mevzuların zihinden atılmadan önce bi' elden geçirilmesidir. birkaç bölüm art arda dizi izlersiniz ya da gereksiz içselleştirdiğiniz bir olay duyarsınız vs. oradaki mevzuların zuhur etmesidir.
ikincisi bilinçaltı rüyalarıdır. en önemlisi budur. çünkü duyguların oluşum şekli sebebiyle bedenimiz, bazı durumlarda ihtiyaçlarımızı bilincimizden daha hızlı çözümler ve vermesi/verilmesi gereken tepkileri bir biçimde biriktirir. bilinçaltı rüyalarında ise bu tepkiler kendi dillerinde açığa çıkar. bilinçaltı rüyaların dilini çözmek aşırı zor olmasa da emek ve dikkat gerektirir. uyanır uyanmaz gördüğünüz rüyayı yazmanız, düzenli rüya günlüğü tutmanız, hayatınızdaki sosyal, duygusal, fiziksel vb. değişkenlerin farkında olmanız ve onları kodlama çözer gibi bir araya getirmeniz gerekir. farkında olmadığımız ve bazen bizim bile kendimizi anlamadığımız tavırlar sergilememize neden olan korkularımızı anlamlandırmamıza yararlar. bu sayede korkuların yersizliği ya da dönüşebilirliği söz konusu olacaktır.
üçüncü rüya tipi biraz tartışmaya açık. (kısmen de olsa itimat ettiğim bi' kavram olacak ki es geçmeye gönlüm el vermedi.) mesajcı rüya denilir. oldukça nadir görülürler. bir biçimde bağlantılı olduğumuz insanlarla ya da direkt kendimizle ilgili farkında olunmayan bir şimdi'nin ya da öngörülemeyen bir geleceğin habercisidir. mesela aylardır konuşmadığınız arkadaşınızı hüngür hüngür ağlarken görüp, ardından iletişime geçersiniz ve cidden kötü bir dönemden geçtiğini öğrenirsiniz. üçüncü tip rüyaların örnekleri çok olsa da kişinin kendi mantığını bile suistimal etmesine sebep olabileceği için pek de sırt yaslamamak gerektiğine inanıyorum.
dip not: hala internetten rüya tabirlerine bakıyorsanız uzak durmanızı tavsiye ederim. o metinlerin neredeyse hepsini bizler gibi insan evlatları yazıyor. niyetleri para kazanmak. o yüzden pek de kulak asmazsak iyi olur.
"yeni doğmuş bir bebek, ister kedi yavrusu olsun, ister insan, uzun süreler boyunca rem uykusu halindedir, dolayısıyla çok rüya görse gerektir. bebekler uyanıkken ilk kez gülümsemelerinden birkaç gün önce rüyada gülümserler. hatta önemli araştırmacılar, hiç değilse bazı türlerde fetüsün doğmadan önce, rahimde de rüya gördüğünü saptamışlardır. belki de bu fetüs rüyalar, doğar doğmaz gerekli olacak hareketlerin alıştırması, öğrenilmesi olarak düşünülebilir" jean bernard
ebed müddet umduğum bir başka var olma sahnesi vardı hep hayallerimde: bodrumlardan ötelere açılan dehliz kapakları, evimizin tabanındaki tahta boşluklardan düşerek sürüklenip en sonunda varacağım yeraltı şehirleri, her biri serçe parmağımdan büyük olmayan dostlarım...
bu yüzdendir ki, aklım ermeye başladığı çağlarda fantastik edebiyat hayatımda yer edinmeye başladı.çocukluğumda başlayıp halen süren "kaçış çabamlarımın" bir aracıydı, tolkien, ursula k. le guin, babannemin anlattığı köyümüzde yaşanan metafizik olaylar ve niceleri.
dağların zirvelerini, insanlar arası hiyerarşiyi ve hayatın gündeliklerini hep aklımda yer eden fantastik evrenlerle bağdaştırıyordum, fantastik evrenlerimse sabah uyandığımda hatırımda kalanlarla oluşuyordu ağırlık olarak.hep bir periye aşık olmak hissi yankılanırdı çocuk havsalamda.
yukarıda anlattıklarımı sadece insanlığın bir kısmı, şanslılar yani gördükleri rüyaları anımsayanlar anlayacaktır.rüyalar: atlaslar, pusulalar ve anahtarlar.kullanabiliyorsak ne iyi.
hatır, hatıra gerektirir. hatıra ise hatırlamak eyleminin eline bakar hep. hatırlamak için yazmalıyız; anları, anıları ve hatıraları. ve elbet rüyaları da.
Seni barda görmüştüm, yanına oturdum Vücuduna bakarken birden yok oldun Dun gece severken bu sabah çok korktum Aman anlat tatlım bana bu gece ne oldu? Çok yorulmuştum uyuyakaldım Rüya gibi geldin ama birden yok oldun
Gözümü açtım gördüğüme inanmadım Gözümü açtım gördüğüme inanmadım Sanki bir kötü rüya korkarım aman allah Sanki bir kötü rüya korkarım aman allah
Seni barda görmüştüm, yanına oturdum Vücuduna bakarken birden yok oldun Pesine düştüm manyak gibi Rüya gibi geldin ama birden yok oldun
Gözümü açtım gördüğüme inanmadım Gözümü açtım gördüğüme inanmadım Sanki bir kötü rüya korkarım aman allah Sanki bir kötü rüya korkarım aman allah
Gözümü açtım gördüğüme inanmadım Gözümü açtım gördüğüme inanmadım Sanki bir kötü rüya korkarım aman allah Sanki bir kötü rüya korkarım aman allah
Boşlukta düşme rüyası genelde en yaygın rüya deneyimidir. Hemen hemen herkes tarafından tecrübe edilmiştir.
Peki bir rüya nasıl olur da farklı insanlar tarafından, aynı şekilde görülebilmektedir?
Bu Evrim ve psikoloji ile açıklanmaktadır. (jack london)
Ağaçlarda yaşayan uzak atalarımızdan miras olduğu düşünülmektedir.
Ağaçlardan düşme olasılığı hep var olan bir tehlikeydi, hemen hemen hepsi kötü bir düşme deneyimi yaşayarak son anda, bir şekilde kendilerini kurtarmışlardı.
bu şekilde hayatını kaybedenler de oldukça çoktu.
Bu feci düşüş bir şok yaratıyordu ve bu da beyinde moleküler değişikliklere neden oluyordu. Yani sonraki kuşakların beyin hücrelerine aktarılıyordu, atalarımızdan hatıralardı bunlar.
Yani bizler uyurken veya tam uykuya dalmak üzereyken boşlukta düşüyor, ya da tam yere çarpmak üzereyken hopluyorsak ağaçlardaki abilerimizin ablalarımızın mirası bunlar.
Bu deneyimde dikkat ederseniz asla yere çarpmayız.
zira çarpanlar ölmüş gitmiş efenim, hangi beyinle ne aktaracak allasen.
kısa süreli anıların çarpık, kargacık burgacık ve çokça yanlış tezahürü olan saçmalık. insanın hayatını gene kısa süreli de olsa fena etkiliyor.
dün gece gördüm bunu: hatunla güzel bi' restorana gitmişiz. binası kentsel dönüşüme girdikten sonra uğramadığım, yerinde yeller estiğini görürsem fena halde üzüleceğim eşrefpaşa'daki eski akif baba'nın yeri gibi bi' mekan: salaş, '90'ların meyhanelerini andıran görünüşte, duvarlarında boy boy atatürk fotoğrafı olan, içinde bulunduğu apartmanın giriş katında yer alan, basık ama içinde rahat muhabbet edilebildiği için ferah hissettiren bi' mekan. içerisi kalabalık. işletmecisi olan upuzun azmi abiyi arıyor gözlerim ama yok. kapıda bizi karşılayan garson "buy'run, ben size yerinizi göstereyim" diyor, geçiyoruz içeriye. bu sırada ve rüya bitene kadar üzerimize ne giydiğimize hiç dikkat etmediğimizi hatırladım sonra. duvara bakan, biraz kuytuda kalmış, ışığın da pek uğramadığı küçük bi' masaya oturtuyor bizi. ben duvara bakıyorum, hatun çalgı çengicilere yüzü dönük oturuyor. huzur hissettiğimi ve fısır fısır bi' şeyler hakkında konuşup kıs kıs gülüştüğümüzü hatırlıyorum. bir süre sonra (saat de geceye dönmüş) kafamı kaldırıp mekanın giriş kapısına doğru bakıyorum: 3 tane garip tip var, bizi karşılayan garson onlarla birlikte bizim masaya doğru geliyor, hepsi tek sıra olmuş halde. "kusura bakmayın, bugün çok yoğunuz. sizi birlikte misafir etmek zorundayım" diyor çocuk ve uzaklaşıyor. bu 3 tip bizimle aynı masayı paylaşmaya başlıyor ama garip bi' şekilde: hatun ve ben karşı karşıya oturuyor gibi kalıyoruz, bi' lavuk sağıma, diğeri soluma, sonuncusu da hatunun yanına (yani benim karşıma) oturuyor.
muhabbet falan bitiyor bizde tabii, lavuklarla göz gözeyiz paso. hepsinin yüzünde pişkinlik ve "kavga etmeden önceki rehavet" duygusunu seçiyorum. kısa bir süre, gergin bi'kaç konuşma yapıyoruz "nasılsınız?", keyfiniz yerinde mi?" minvalli. sağımdaki lavuk ağzımın içine girip konuşuyor benimle, hatunla göz göze geliyorum; onun yanındaki da ona çok yakın duruyor. vücudumun her yerinden adrenalin salgılıyorum. sağımdaki lavuğun bana "baksana bi" dediğini duyuyorum, kulağımı ona daha da yaklaştırıyorum. uyandığımda ne söylediğini hatırlıyordum ama şimdi ı ıh. ama hatunla ilgili ve beni deliye döndürecek bi' şey olduğundan eminim. gözlerim kıpkırmızı oluyor (hissediyorum), hatun bana kaş göz işaretleriyle "dalaşma" diyor ("duyuyorum"). bundan sonraki bir süre karanlık, nerede olduğumu bile bilmiyorum. gözlerimi açtığımda gördüğüm manzara şu:
masanın üzerindeki tabağımın yanında duran, yoğurtlu semizotu parçaları ucundan sarkan sağ elimdeki bıçakla sağımdaki lavuğun bileklerini bedeninden ayırmışım, yerler kan gölü, ayaktayım, lavuğun yanında duruyorum. sol elim lavuğun ensesinden tutmuş, geriye doğru çekmiş, sağ elimdeki bıçakla boğazını kesiyorum yavaş yavaş (sıla şentürk haberlerini çok az izledim ama gene de etkilenmişim sanırım). deriyi aşıp gırtlak ve ses tellerine geldiğimde içim rahatlıyor çünkü keman sesi duyuyorum kulaklarımda (kesin dünkü yayında çaldığım borknagar'ın the wonder'ındaki keman ritimleri aklımda kalmış). yüzümde jokervari bi' gülümseme olduğunu hissediyorum (bu ara batman: the animated series izliyorum hemen hemen her gün akşam saatlerinde. 2-3 bölümde bir joker görünüyor, bununla alakalı bu da). hatuna bakıyorum: yanındaki lavuk bi' şekilde bayılmış, o da bana hem korku ve delirme eşiğindeki rahatlıkla bakıyor hem de gülümsüyor. bu sırada, mekandaki herkesin bize sadece baktığını, kimsenin hareket etmediğini ama polisin de gelmek üzere olduğunu anlıyorum (gene batman etkisi olabilir. james gordon'sız herhangi bi' bölüm yok gibi çünkü). 3. lavuğu gözlerim arıyor, tuvalete doğru kaçmaya çalıştığını görüyorum, sürünüyor yerde. boğazını kestiğim lağım ağızlı lavuğun bedeninden ayırdığım kellesini mekana doğru fırlatıyorum ve tuvalet firarisi lavuğu peşlemeye başlıyorum. tuvalete doğru koşarken çevremdeki her şeyin önümden garip bi' hız ve geometriyle kaçıştığını görüyorum (gene batman etkisi çünkü çizimler genellikle sürrealist ve renk paleti de rüya izliyormuşsunuz gibi). tuvaletin kapısının yakınında hedefimi yakalıyorum, yerden başını kaldırıp bakıyor ve tek bir cümle söylüyor bana: "neden bizi seçtin?"
bu rüyayı bölük pörçük gördüm ve gece 3-4 kere uyandım. tekrar uykuya daldığımda kaldığı yerden başladı ve sonunda titreyerek uyandığımda tuvaletteki lavuğun yüzünü hatırlıyordum halâ. şimdiyse unuttum. fena etkiledi. rüya da olsa, adrenalini bu kadar yoğun bi' şekilde hissetmemin üzerinden çok zaman geçmişti. bende bloodlust gibi bi' durumun olduğunu hiç düşünmemiştim. rüyada da kan yoksunluğu ya da kana karşı bi' istek hissettiğimi hatırlamıyorum. ses tellerini meyve bıçağına benzer bi' bıçakla parçalarken doğru bi' şey yaptığım kaldı aklımda sadece. neyin adaletsizliğini kendi hukuk perspektifimde gene oldukça çarpık bi' biçimde sağlıyordum, bilmiyorum.
edgar allan poe doğru dememiş. gerçeklik sadece rüyalar olsaydı, tüm insanlık çoktan kafayı yemiş, sokaklar birbirlerinin ses tellerini avuçlarında sıkarak parçalayan huşu içindeki insanlarla dolmuş olurdu. yanılmışsın poe'cuğum. böyle gerçeklik olmaz olsun.
Beni bu sözlüğe getirendir. rüyamda tsevenı görmemle ekşide meta sözlük başlığına bakmak aklıma geldi. sözlüğü gördüm ve geldim. Metayı özlemiştim iyi oldu ^^
sözleri çiğdem talu'ya, bestesi melih kibar'a ait, erol evgin şarkısı, şarkı erol evgin'in gülşen bubikoğlu'yla birlikte başrolünü oynadığı müzikal filmde, "renkli dünya" filminde de kullanılmıştır, filmde gülşen bubikoğlu'nun söylediği şarkıları "yeliz" seslendirmiştir.
"Bir kere rüyamda kelebek olduğumu gördüm. Şimdi artık rüyasında kelebek olduğunu gören Chuangtze miyim, yoksa rüyasında Chuangtze olduğunu gören bir kelebek miyim bilmiyorum."
Chuangtze
..........
"Düşümde bir kelebektim. Artık bilmiyorum ne olduğumu. Kelebek düşü görmüş olan bir insan mıyım yoksa insan olduğunu düşleyen bir kelebek mi?"
"Bir gün büyük bir uyanış olacak ve bütün bunların koca bir rüyadan ibaret olduğunu anlayacağız. Ama aptallar uyanık olduklarını, olan biteni anladıklarını sanıyorlar; şu adama hükümdar, berikine sığırtmaç diyorlar - ne ahmaklık! Konfiçyus de sen de rüya görüyorsunuz! Ve siz rüya görüyorsunuz derken ben de rüya görüyorum"
adamın amına koyan ezginin günlüğü şarkısıdır. bir ara dinlerken ağlayarak öleceğim artık diye korkumdan dinlemeyi kendime men etmiştim. bugünlerde artık yaşamak ölmek çok skmde olmadığı için youtubede denk geldim dinliyorum. herkesin en az bir defa bu şarkıyla yanmasını dilerim. şarkının içinde geçen ''bir tel kopar, ahenk edebiyen kesilir'' muhteşem dizesi ve saptaması yahya kemal beyatlı'ya aittir.
bir kuş uçar, gökyüzünde süzülür bir çocuk bütün oyunlara yazılır bir gül kokar, tüm çiçekler ezilir "bir tel kopar, âhenk ebediyyen kesilir"
yüzünü görmem, yerini sormam elini tutmam, seni hiç unutmam. tenine değmem, sesini duymam adını koymam, sana hiç doymam.
Dün geçe çok güzel bir tane gördüm. Uzun süredir öyle bir şey görmüyordum. Aşkı hatırladım, sevgiyi hatırladım, mutlu olmak neymiş onu hatırladım.
Çok güzeldi, çok tatlıydı, çocukken gördüğüm rüyalara yakındı, onları anımsattı. Ama bir sıkıntı vardı işte Maalesef rüyaydı ;( Şimdi Radiohead nice dream dinleyip bu gece de oraya gitmek için konsantre olmam gerek sanırm
Bir kuş uçar, gökyüzünde süzülür
Bir çocuk bütün oyunlara yazılır
Bir gül kokar, tüm çiçekler ezilir
“Bir tel kopar, âhenk ebediyyen kesilir” (*)
Yüzünü görmem, yerini sormam
Elini tutmam, seni hiç unutmam.
Tenine değmem, sesini duymam
Adını koymam, sana hiç doymam.
* Yahya Kemal
Söz müziği (bkz: nadir göktürk)'e ait (bkz: ezginin günlüğü) şarkısı. Şu sıralar çokça dinlediğim şarkılardan biri. "adını koymam oy oy, sana hiç doymam" dediği noktadayım.
uyandım. 03:50. o kadar berbat, o kadar kötü, o kadar uygunsuz, o kadar rezil, o kadar gerçek hissettiren bir rüyaydı ki; şimdiye kadarkiler içinde zirveye yerleşeceği kesin. o kadar perişan hissederek uyandım ki girdi olarak paylaşmak istedim. sahneler kafamda net. taze. detaylar gidecek sanırım. hissiyatı kalacak ama. olmaz olsun.