1. bu yazı biraz kişisel olacak. eğer moderasyon silmek ya da taşımak isterse buna tabii ki de saygı duyacağım. ama yıllardır aslında kimseye net olarak tamamiyle anlatamadığım, belki de kendime bile itiraf etmekten çekinmek zorunda kaldığım şeyleri anlatacağım. daha 18 yaşımda iken ülkemi, ailemi terkedip neden gittiğimi anlatacağım. ya da neden terketmek zorunda bırakıldığımı.

    bu kararı 18 yaşında vermeme rağmen, beni bu karara iten olaylar 14 yaşıma henüz girmemişken başladı. henüz orta okulda bir çocukken, etrafımdaki olanlara olan öfkemi hissedebiliyordum içimde. herkes o zaman dahi ülkedeki yolsuzlukların farkındaydı, ama hiçbir şey henüz bu kadar ayyuka çıkmamıştı. ben sinirliydim ama herkese karşı değildim. henüz görmemiştim çünkü ikiyüzlülükleri ve aldatmaları. düşman birdi benim için. ve o zamana kadar bu da çekilebilir bir şeydi.

    14 yaşıma aylar kalmışken, arkadaşlarımla eğlenmem gerekirken, bir gün karşımda o adamı gördüm. şimdi daha aşinayız belki, belki de o kadar sinirlenmiyoruz ama, o zaman tüm o yolların kapatılmasına, hayatın sanki durma noktasına gelmesine çok öfkelenmiştim. o el sallayan adamı gördüğümde, içimden tek bir şey gelmişti. ve ben dönemin başbakanının suratına, gözlerinin içine baka baka "allah belanı versin" dedim. tabii o zamanlar, şimdiki gibi paralı askerler etrafında kuş uçurtmuyor değildi. o sözlerim gitti, tam göz göze geldiğimizde o adamın kulağına girdi. ve galiba, hayatımın gidişatı orada değişti benim için.

    adrenalin seviyeniz yükseldiğinde, beyniniz olağandan daha hızlı çalışıyor. ve onları her şeyden daha iyi yazıyor hafızanıza. "alın bunu" lafını duyduğumda, arkama baktığımı ve kaçmak istediğimi hatırlıyorum. ama ben kaçmamı gerektirecek bir şey yapmamıştım. ailemin bana yıllarca öğrettiği üzere: yalan söylemeyecektim. polisler beni kollarımdan tuttuğunda da aynı şeyleri düşünüyordum. o adamın olduğu otobüsün merdivenine çıkartırlarken de. kısacık bir konuşma belki, "ne dedin?" sorusu. cevabını ise aynı kararlılıkla verdiğimi hatırlıyorum. ama korkumdan saygı göstererek: "allah belanızı versin dedim". "peki neden dedin?", gerçekten o an neden dediğimi düşündüm. yıllardır o anı kafamda tekrardan kurgularken, aklımdan verebileceğim bin tane cevap geçiyor. ama belki de bunların arasından en iyisini o an vermiştim: "sevmiyorum sizi". tüm bunlar olurken, bizzat kendisi tarafından şiddete uğramıştım, daha sonra bütün bu iddialarım savcılıkta "olur mu canım öyle şey? koskoca başbakan yapmaz"larla geçiştirildi. ama her şeyin oradan biteceğini sanmıştım. yanılmışım.

    polisler beni ekip otosuna aldığında, mhpli(!) olmakla suçladıklarında (şimdi düşününce daha ironik oluyor), ve 14 yaşına henüz basmamış bir çocuğu tokatladıklarında da bitmemişti. belki de bir yönü bitmişti, en azından başbakanla alakalı olan kısım. şimdiyse, onun dalkavukları ve tam zıt olduklarını savunan ama hiçbir farkları olmadığını göreceğim insanlarla başlıyordu mücadelem. hastanedeki onur kırıcı muyaneden sonra, karakola götürülüşümü hatırlıyorum. çocuk şubeydi. hayatımda nerede olduğunu bile bilmediğim, ama daha sonra yıllarca küfrederek önünden geçeceğim binaydı. babam beni almaya geldiğinde, gözlerimin önünde şube amiri tarafından nasıl çocuk gibi azarlandığını görünce utandığımı hatırlıyorum. halbuki çocuk olan bendim, öyle değil mi? neden çocukları dolduruyormuşlar? sanki ben 5 yaşında bir çocuktan farksız olarak, hiçbir şeyden haberim olmaması gerekirdi. ya da her şeyi bana aşılandığı şekilde bilebilirdim. aynı imalı yanıtları orada da aldım: "koskoca başbakan öyle şey yapar mı?" bunları söylerken, ensemdeki kanlı izleri görmüyorlar mıydı acaba?

    o günün akabinde, chp tarafından korunma vaadi gelmişti. ilk olarak ilçe başkanı sanki sadece benimle ilgileniyormuş, önemli olan tek şeyin ben olduğumu hissettiriyormuş gibiydi. ama gazetelerde iki gün kaldıktan sonra, ilgileri geçmişti nedense. deniz baykal ile bile görüşmüştüm, kendisinin şu sözlerini hatırlıyorum: "merak etme, seni okutacağız!". ne safmışım. belki yalnız kalmayız diye düşünmüştüm. belki bu kadar güçlünün karşısında, yanımda olacak insanlar olur. tabii ki, o sözler de bir bir unutuldu. kimseden yardım dilenmedik. ama savaşmak için gücümüz de yoktu. bütün bunların yanında, okuldaki o benim kadar küçük çocuklardan bile zorbalık görmek yetmiyordu sanırım, çünkü fotoğrafların ana haberlerde, gazetelerde çıkmıştı. yasak olmasına rağmen kimliğim ifşa edilmişti. hala ekşi sözlük'te başlığım duruyor. ve bütün bunlar olurken, geleceğimi daha ben bilmeden çizmeme sağlayacak olan aptal sınava da çalışmam gerekiyordu.

    benim için işlerin kötü gittiğini düşünüyordum o zamanlar, ama ailemin yaşadıkları yanında benim yaşadıklarım hiçbir şeymiş. aynı dersin 4. sınavından da neden geçemediğini sorduğunda, "soyadına bak" cevabı verilen abimin, ya da patronu tarafından tüm alacaklarına el konulan babamın yaşadıklarının yanında. ne safmışım. bütün yükü kendimin kaldırdığını sanmışım. halbuki hiçbir halt yapamamışım. tek yapmam gereken o kürsüde durup, defalarca anlattığım gibi olan biteni tekrar tekrar anlatmaktı. beni yalnız bırakmayan insanlar oldu. 14 yaşında bir çocuğun, 3 kelime yüzünden hayatının mahvolmasını istemeyen insanlar. bir otobüs dolusu hukuk aşıklarıydı. ve o zaman onlar azınlık değildi. zaten bu yüzden, fiziki ceza almadan kurtulmuştum sanırım. şimdiki çocuklar ne şanssız!

    daha sonra durup durup, bu olayı gündeme taşıma çabasına girenler bile oldu. muhalif olduğunu savunan kişiler 3 cümle facebook mesajını ajite edip röportaja çevirdiler. aradan yıllar geçtikten sonra, farklı bir ülkede dava tekrar açıldığı için arkadaşlarımın gözü önünde gözaltına bile alındım. sanki bir suçluymuşum gibi davranıldım. olay yalnızca, tekrar ifade almakken hem de. hem de yıllar önce aynı şeyleri tekrar tekrar anlatmışken.

    her şeyin bir şovdan ibaret olduğunu, herkes için herkesin kullanılabileceğini ilk defa o yaşlarda sorgulamıştım. her şey daha da kötüye gitmeye başlamıştı ve rahat dönemde bile bu kadar bedel ödememiz gerekiyorsa ileride nasıl olacağı meçhuldü. bu yüzden ilk yapmam gerekeni yaptım ve o aptal sınavı kazandım. ilk adım önümde bitirilmesi gereken bir liseydi. o 4 yılda ben kararımı çoktan vermiştim, eğer kendim için bir şeyler yapmak istiyorsam, bu bu ülkede olmayacaktı.

    ben gitmeyi yalnızca, ileride devlet dairesinde işe giremem diye düşünmedim. ya da ailemin yıllarca çektiği acılardan dolayı da düşünmedim. ben bu ülkedeki ikiyüzlülükleri gördüğüm için gitmeyi kafama koydum. belki de, ülkem dediğim yer çok bir şey kaybetmemiştir benim gitmemle. ama ben onurlu bir hayat kazanmış oldum.
    #242602 writerofadream | 4 yıl önce
    0deneme