sovyet şiirinin kurucularından biri olan, yaşadığı dönemin en önemli azerbaycan şairi, yazar, çevirmen ve siyasetçi. resul rıza, 19 mayıs 1910 yılında azerbaycan'ın göyçay şehrinde doğdu. babası o beş yaşındayken ölünce resul rıza'nın ailesi, dayısı mehmet hüseyin rızayev tarafından himaye edildi. mehmet hüseyin rızayev, düzenli bir eğitim görmemiş olmasına rağmen, sanata karşı ilgili bir insandı. resul rıza'nın annesi, meryem hüseyin kızı rızayeva'nın ise okuma yazması yoktu ama o da sanatçı ruhlu bir kadındı. dayısını çok seven resul rıza dayısının soyadını almıştır. ilk ve orta öğrenimini göyçay'da tamamladı. 1927-1929 yılları arasında tiflis'te, güney kafkasya komünist üniversitesi'nde okudu. üniversite yıllarında edebiyat ve şiirle daha yakından ilgilenmeye başladı. ilk şiirlerini, makalelerini ve hikâyelerini bu yıllarda yayınladı. moskova'da sinemacılık enstitüsü'nü bitirdi. 1930 yılında bakü'ye geri döndü. genç işçi gazetesi'nde tercüman olarak çalışmaya başladı. kendisi de bir şair olan nigar refibeyli ile tanıştı. 1934 yılında nişanlandılar. yüksek öğrenim görmek için birlikte moskova'ya gittiler, 1937 yılında evlendiler.
ben isterim ki
bulutlar ağlasın
çocuklar ağlamasın.
hiçbiri öksüzlük
yetimlik duymasın.
ben isterim ki
konuşsun her çiçek
kendi dilince
silahların
kesilsin sesi.
ben isterim ki
soğuğa, karanlığa
kapansın kapılar,
gözler kapanmasın,
sözler kapanmasın.
ben isterim ki,
yangınlar sönsün,
umutlar sönmesin.
erişsin her meyve
kendi çağında.
yüreklere
acı söz değmesin.
ben isterim ki,
eğilsin dallar
bereketten.
insanoğlu
başını eğmesin
utançtan ya da güçsüzlükten.
ben isterim ki
gözyaşı gibi
aksın pınarlar
berrak, duru
toprağın üzerinde.
pınar gibi
akmasın gözyaşı
yeryüzünün hiçbir yerinde.
ben isterim ki
her şey eğilsin
insanın önünde
insan insana tutsak olmasın.
ben isterim ki
sevinç, mutluluk
bol olsun.
yürekten yüreğe,
ülkeden ülkeye
açık yol olsun...
çoğu çağdaşı gibi resul rıza da yaşadığı çağın edebi anlayışını benimsedi ve eserlerini sosyalist gerçekçi bir anlayışla üretti. komünistti, ülkesine, diline ve kültürüne derinden bağlıydı. sovyetler birliği bu sırada stalin dönemini yaşıyordu. her alanda olduğu gibi edebiyatta da sansür ve baskı vardı. resul rıza bu dönemde yazdığı eserlerini sansürden kurtarmak için kendince bir çözüm bulmuş "ezop dili" dediği sembolik, mecazi bir şiir dili kullanmaya başlamıştır. yıl 1937'ydi, rejim baskısı yoğunlaşmıştı, aydınlar kurşuna diziliyor, sürgüne gönderiliyordu. bununla da kalınmıyor, ölenlerin ya da sürgüne gönderilenlerin ardından dostlarına onlar hakkında iftira dolu yazılar yazdırıyor ya da onları yazılan bu tür yazılara imza atmaya mecbur ediyorlardı. bu dönem resul rıza'nın şiirinde büyük bir etki yarattı. kurşuna dizilenlerin, sürgüne gönderilenlerin arasında onun dostları da vardı. özellikle de bir arkadaşının mikayil müşfik'in ölümü onu o kadar etkilemiştir ki, resul rıza onun ve zulmedilen diğer arkadaşlarının anısına, sovyetler birliği döneminin ilk muhalif şiiri kabul edilen "kızıl gül olmayaydı" isimli şiiirini yazmıştır.
(...)
yüreği neşeyle dolardı
gözlerinde aydınlık, sevinç
şiirler yazardı
sakin ve dinç,
ne dilinde şikâyet kalırdı
ne gözlerinde keder,
okşardı gönlünü
dilden dile dolaşan
mikayil müşfik imzalı
nağmeler,
inanıyorum bir gün
aydınlık gelecekte
onu okuyan yeni nesiller,
çiçeklerle bezeyecek
müşfik'in heykelini
-ancak
vatanın kederli gelini,
kızıl gül olmayaydı
sararıp solmayaydı.
ikinci dünya savaşı yıllarında kırım'da ordu gazetelerinde görev yaptı. bu yıllarda yazdığı kahramanlık ve savaş konulu şiirleri ile azerbaycan edebiyatının en ünlü isimlerinden biri haline geldi. 1941 yılının kasım ayından itibaren de, kırım cephesi'nde yayımlanan ordu gazetelerindeki görevini tamamlayıp bakü'ye döndü, bakü sinema stüdyosu direktörlüğü'ne atandı. bu görevinin yanı sıra çeşitli konularda şiirler ve yazılar yazmaya da devam etti. 1956 yılında stalin'in işlediği suçlar ve ülkede uygulamış olduğu baskılar hakkındaki gerçekler kruşçev tarafından ortaya çıkarılınca, resul rıza stalin'den nefret etti. çağdaşları gibi o da büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. lenin'e ise hala inanıyor, güveniyordu. sovyet toplumunda yaşanan olumsuzlukların lenin'in ölümüyle başladığını, lenin ölmemiş olsaydı, ülkenin tarihinin başka yönde gelişeceğini ve yaşanan kötülüklerin yaşanmayacağını düşünüyordu.
resul rıza'nın eserlerinde iki belirgin dönem vardır, ilk dönem inançlarıyla doğru orantılı olarak 1960 yılına kadar devam eden eserlerini sosyalist gerçekçi bir anlayışla ortaya koyduğu dönemdir, ikinci dönemse, stalin'in ölümünden sonra başlayıp, kruşçev'in bilinmeyen gerçekleri ortaya çıkarmasıyla devam eden sürecin sonunda, fikirlerinde ve inancında yaşadığı değişimler sonucu, bireysel eserler vermeye başladığı dönemdir. şair, 1960 yılından sonra yazdığı yazılar yüzünden yazarlar tarafından sert eleştiriler almış, şairin sovyet toplumunu doğru bir şekilde anlatmadığı söylenmiştir. resul rıza, komünizmin varettiği yaşamı anlatmayı bırakmış, insanları, yaşamı, ölümü bireysel bir şekilde ele almaya başlamıştı. bu yıllarda, azerbaycan şiirinde yaşanan yenileşme hareketinin öncüsü oldu. azerbaycan'ın bu dönem şiiri, edebiyat tarihçileri tarafından "resul rıza ekolu" olarak tanımlandı.
kim ne derse desin
aydındır şiir dili
ister isen sevinci
ister isen gamı yaz
nâdan yüz yıl okusa
yine bir şey anlamaz
(1958)
resul rıza hayatı boyunca inandığı değerlere ve sanatına her zaman sahip çıktı. azerbaycan edebiyatına sadece şiirleri ile değil türkçeden ve dünya edebiyatından yaptığı tercümelerle de katkıda bulundu. yunus emre'nin, karacaoğlan'ın, kul mustafa'nın, eşrefoğlu'nun, kemalettin kamu'nun, necip fazıl'ın şiirlerini türkiye türkçesi'nden azeri türkçesi'ne ilk kez çeviren resul rıza'dır. bunun dışında dünya edebiyatından puşkin, lermontov, şevçenko, heyne , nâzım hikmet, petöfi, taufer gibi edebiyatçıların eserlerini de azeri türkçesi'ne tercüme etmiştir. nâzım hikmet'in en meşhur şiirlerini azeri türkçesi'yle seslendirmiştir. (nâzım'ın resul rıza hakkında üç makalesi, resul rıza'nın da nâzım hakkında bir makalesi ve bir kaç şiiri vardır.)
şiirlerini yayımlamaya başladığı ilk yıllardan itibaren azerbaycan edebiyatında yenilikçi yönüyle dikkat çeken resul rıza, serbest şiiri azerbaycan edebiyatına kabul ettiren şair olarak tanındı. gençlik yıllarında yazdığı hikâyeler ve özellikle ikinci dünya savaşı esnasında yazdığı tiyatrolarla nesir alanında da önemli çalışmalara imza attı. şair olmasının yanı sıra aynı zamanda "azerbaycan yazarlar birliği başkanı", "azerbaycan sinema bakanı", "asya ve afrika ülkeleriyle dayanışma komitesi başkanı", "azerbaycan ansiklopedisi kurucusu" ve "azerbaycan ansiklopedisi ilk baş redaktörlüğü" gibi görevlerde de bulundu. azerbaycan parlamentosu'na defalarca milletvekili seçildi. 1950'de "azerbaycan devlet mükâfatı ödülü"nü aldı. 1960'da "halk şairi fahri ünvanı"na, 1980'de de "sosyalist emeği kahramanı ünvanı"na layık görüldü. gara garayev, niyazi, tofik guliyev, vasıf adıgözelov, emin sabitoğlu, polat bülbüloğlu, cavanşir guliyev, rauf haciyev ve elekber tagiyev gibi müzisyenler şairin şiirlerine şarkılar besteledi. şiirleri birçok dile çevrilip bir çok ülkede yayımlansa da türkçe'deki ilk kitabını ildeniz kurtulan'ın çevirisi ile 1993 yılında, kültür bakanlığı yayımlamıştır. ikinci kitap "çınar ömrü" ise, sabahattin çağın tarafından orijinal haliyle yayına hazırlanarak 1998 yılında ötüken yayınları arasından çıkmıştır. ve son olarak, şairin doğumunun 100. yılı olan 2010 yılında "gecenin suskun nağmesi" adlı kitabı imdat avşar tarafından dilimize çevrilmiş şiirlerle, bengü yayınları tarafından yayımlanmıştır.
"ben mutlaka 21. asrı karşılayacağım, yeni yüzyılda hiç olmazsa bir gün yaşayıp sonra öleceğim" diyen ve ardında elliden fazla eser bırakan resul rıza, karısı nigar refibeyli ile aynı yılda 1981 yılında, 1 nisan'da vefat etti.
her zaman kalbinde sahla yerimi
gumrudan ayrılmış bir kafes gibi
men de unutmaram dediklerimi
sahlayaram seni son nefes gibi
eserleri:
- çapey (1932)
- pionerin mektubu (1934)
- kanatlar (1935)
- çınar (1939)
- vatan (1942)
- bahtiyar (1942)
- ölmez kahramanlar (1944)
- intikam! intikam! (1943)
- gazap ve muhabbet (1943)
- leytenant bayram'ın günlüğünden (1943)
- lenin (1950-1952-1957-1969)
- si-ay (1951)
- güneşin sorağında (1952)
- gönül sesleri (1954)
- şekil ve çekil (1955)
- terane'nin oyuncakları (1959)
- yıllar ve satırlar (1960)
- pencereme düşen ışık (1962)
- duygular düşünceler (1964)
- dözüm (1965)
- benim fikrimce (1967)
- kızıl gül olmayaydı (1968),
- vakit varken (1970)
- gevrek budak (1970)
- ışıklar üşüyende (1970)
- çalasın günü güne (1970)
- hayat duyumları (1975)
- küller çiçekler (1976)
- güneyler kuzeyler (1977)
- rüzgâra karşı (1978)
- lirika (1978)
- seçilmiş eserleri 1-4. cilt (1967-1969)
- seçilmiş eserleri 1-5. cilt (1980-1982)
saat tik tak diye diye
girer ebediyete
yaşamın geri dönmeyen anları.
zaman alıp götürür insanları, bugüne dek
kimsenin dönmediği uzaklara.
vakit varken dünyaya bak.
bakıp doymasan bile.
bir duvara bir taş koy,
çiçek kokla!
saçlarını, sabahın hoş meltemiyle tara,
bağrını aç, güneşe, bahara.
vakit varken gel, şafakları karşılayalım sabahları.
sevelim, sevilelim.
düşüncelerimiz aydınlatsın karanlıkları.
dudaklarında açılsın gülücükler çiçek çiçek.
vakit varken, ellerinin hararetinden ısınsın bir insan eli.
ne çok iş var görülecek, ne çok söz var söylenecek.
vakit varken, bir dal aşıla.
ne olacaksa olsun, deme.
düşmana amansız ol, dosta sevecen
vakit varken, öyle yaşa öyle çalış ki,
bir gün sen olmayınca,
apaçık duyumlansın, yerinde açılan boşluk.
(...)
çınar ömrü gibi
olsun isterdim, ömrüm,
uzun yaşadığı için mi
hayır,
bir ömür ki
hatıralarda acısı, izi kalsın
başka ömürlerden çok,
bir ömür ki kimseye
zahmet vermemiş olsun,
bir ömür ki
hiç şikâyet etmemiş
kimseye baş eğmemiş olsun
bir ömür ki
hem yokuşu şerefli
hem sabırlı, inişi,
bir insan ömrü
kişi ölümü, kişi
isterim
bulutlar ağlasın
çocuklar ağlamasın
analı ya da anasız
isterim
güller açılsın
gülleler açılmasın
amansız
isterim
kapılar kapansın
soğuk havada
gözler kapanmasın
sözler kapanmasın
isterim
yangınlar sönsün
arzular ümitler sönmesin
çiçekler erişsin mevsimine
yüreklere söz değmesin
meyveli dallar eğilsin,
utançtan ya da zorla
insan başı eğilmesin
aksın pınarlar gözyaşı gibi
toprağın üzerinde,
gözyaşı pınar gibi akmasın
dünyanın hiçbir yerinde
her şey insana baksın
insan
insan eline bakmasın
uyanık olsun geceleyin yıldızlar
insanlar uyusun, dinlensin
hazırlansın yarınki
yapılacak işlere,
açsın gözlerini
geleceğin ümitli seherine
isterim
saadet, sevinç bol olsun
yürekten yüreğe
ülkeden ülkeye
yol olsun.
haritaya baktım.
kanatlarını süzüp
dalgalı hazar'a konmak isteyen
soylu bir kuş gibi göründü
azerbaycan
bir kartal
gagası engin sularda
kanatları gökte,
bu ihtişamlı resmi
çizebilseydim keşke
yeni bir şiirimde,
ahengi deniz dalgalı
adı
şiir kartalı
rüzgârlar nerde uyur
fırtınalar nerde büyür
bulutlar nerden toplar
gözyaşlarını,
donduğunda tüm sular
çaylar nerde dinlenir,
niye böyle tez söner
parlayan yıldırımlar,
uzak yıldızların ötesinde
ne var, kim var
nerde yaşıyor ölüm,
alsam gençliğimi
arayıp bulsam onu
öldürürüm
bazen aç olur gözlerim
sümbüllü toprak
çiçekli dal, yaprak
gölgeli pınar
dumanlı dağ
görmek isterim
bazen aç olur kulaklarım
dalga uğultusu
gök gürültüsü
kuş nağmesi
insan sesi
duymak isterim
ancak bilirim
bir açlık daha var
unutturur tüm bunları
düşündükçe utanırım doğrusu
gözlerimin açlığını
kulaklarımın açlığını
gece yarısı, yıldızlar ak, gök kara
yaslanmışım bir kocaman çınara
bir yanımdan ömür gibi akar, su
kaçmış bu gün tabiatın uykusu
ağaçlarda serin yelin hoş sesi
yaprakların hazin hazin nağmesi
yüreğimse kanatlanmış kuş gibi
durmadan çarpar, tesellisiz, asabi
ulu çınar budak vermiş, kol yetirmiş
bir ömür ki yüzyılları bitirmiş
karlı dağlara eş, onun vakarı
başı bütün ağaçlardan yukarı
tufan olur, yağmur iner, kar yağar
od kırbaçlı yıldırım gökleri yakar
bazen çayda, taşlar taşı kovalar
sele gider, gök ekinli ovalar
vadi, yarar sinesini dağların
sular, oyar gövdesini dağların
kervan olur gökte kara bulutlar
rüzgâr eser, ayaz keser, buz tutar
han çınarım eğmez mağrur başını
kimse bilmez han çınarın yaşını
karanlıkta durup düşündüm biraz
dedim ulu çınar neden yıkılmaz
birden dile geldi çınar, dedi: bak
bu toprağa derinden kök salarak
her tarafa uzatmışım kolumu
evlatlarım sarmış sağımı solumu
böyle mağrur duruyorsam, haklıyım
ben kökümle bu toprağa bağlıyım.
toprak sarı,
toprak çorak
bir yanda yüzüne
çil düşmüş gibi çapar
bir yanda kurumuş, çatlak
bir yanda doksan yaşında
ihtiyar
yüzü gibi hüzünlü, içli
bir yanda anasını gören çocuk gibi
çiçekli, sevinçli
bir yanda susuz
bir yanda sudan bizar
bir yanda savrulur kumu,
yanar
bir yanda örter üstünü kar,
toprak hem ekmek verir bize
hem su
hem son menzilimizde yer verir
nesiller boyu işler yüreğimize
onu kaybetmek korkusu
yıldızlar dökülür denize, bir bir
açılır ufukta seherin gözü
sahildeyim uzun zamandan beri
bekliyorum, gelen yeni gündüzü
denize dökülür yıldız yağmuru
sanki su zambağı, çiçek çiçektir
düşündüm de bu güzel sabahla
ömrün bir günü daha geçecektir
yine de yıldızlar doğacak akşam
bu gün dönmeyecek bir daha geri
eriyip gidecek bir sonsuzluğa
deniz dalgaları, ömür günleri
manasız geçmemiş hayat, ne güzel
nağmeler dinleyip şiir yazmışsam
bir gülüş, bir sevinç, bir teselliye
sebep olur sözüm, belki bir akşam
yıldızlar benimdir, gökler benimdir
benimdir bu deniz, bu yer, bu dağlar
benimdir bahar kokan nağmeler
benimdir gülüşler, nazenin dallar
bir geniş yoldayım dört yanım bahar
her adım güneşe götürür beni
sanki bu nurlu yollar içinde
bağrıma basmışım bütün vatanı
yıldızlar dökülür denize bir bir
açılır gönlümde seherin gözü
uyandım pencerem, yüreğim açık
selamlayım diye yeni gündüzü
ey mavi göklerin yağız atları
bulutlar, bulutlar, kaçak bulutlar
ateşten yılanların, ak kanatları
ipekten örülmüş saçak bulutlar
ey karlı dağların mihribanları
yıldırım kırbaçlı, gür sesli dostlar
korkunç rüzgârların kahramanları
çocukça oyuna hevesli dostlar
ey yakın bilmeyen, uzak bilmeyen
her hücresi kuvvet dolu yolcular
tehlike bilmeyen tuzak bilmeyen
korkusuz yolcular ulu yolcular
benim de hayalim, sizin gibidir
bazen kederlenir, bazen gülümser
onu da bir hafif rüzgâr incitir
o da sizin gibi gezer, derbeder
bir kudret gamıdır, gönlümde elem
odur beni her gün içerden yakan
isterim şiirimi dinlesin âlem
göklerin yıldırım dudaklarından
sığınmışız kalbime
ümit
şüphe
keder
ve ben
vakit hayli ilerlemiş
gece yarısı
yağmur yağıyor durmadan
rüzgâr esiyor
ümit diyor ki
yağmur dinecek
rüzgâr susacak
karanlık eriyip
sabah olacak
güneş doğacak
kızıl saçları saçak saçak
şüphe diyor ki
ne zaman
ne zaman
yağmur kara dönebilir
rüzgâr tufana,
sabah olmayabilir
keder diyor ki
yağmur dinse de
sabah olsa da
rüzgâr sussa da
ne teselli
ne son bulur
içimdeki yetim ses
ümit der
şüphe yer
şüphe der
keder yer
ben dinlerim
ümidi
şüpheyi
kederi
bekliyorum seheri
doğsun güneş
kızıl saçları saçak saçak
sormuyorum
ne zaman
doğacak
konuş ümit
eski dost
anlat
göğü tutmuş sesin yine
ey neşeli, ana bülbül!
bahçelerde yankılanır
hoş nağmeler, suna bülbül!
geldi bahar, boran gitti
kızıl gülün vakti yetti,
muhabbetin her remzini
söyle, anlayana bülbül
ben dostluğa gönül verdim
mihribanım dedim sana
geçir beni imtihandan
çetin günde sına, bülbül
asla dönmem ben sözümden
sanatkâra hürmetim var
eğer sözümde durmazsam
kına beni, kına bülbül
sen nağmeni yurda verdin
ben de yurdun şairiyim
şiir benden, nağme senden
sözün var mı, buna bülbül
gel ki baş başa sürelim
güzel ömrün sefasını
geriden bize bakanlar
kalsın yana, yana bülbül
hiçbir sazın tellerinde
çalınmadı nağmem benim
takmadım yâd sözünden
kulağıma tana bülbül
gel, çoktandır hasret çekip
arzulardı seni rıza
diyor gönül bahçesine
n'olur her gün kona bülbül.
kara gözlüm pencereden çekilme
güller görür, bülbül duyar ah çeker
acı söz söyleme, el içinde gel
zalim düşman görürse "hah hah" çeker
kara gözlüm saçlarını sal yana
kara bulut ay yüzüne yaraşır
kulak verme, sen her gelen nadana
siyah zülfün ay yüzüne yaraşır
dağlar bana geçit verin
tez verin
çaylar bana yol verin
ayağımı yüz verin
çöller bana çığır verin
iz verin
kuşlar bana kanat verin
hız verin
ben yarına koşuyorum
karşımdaki sen misin
hayalin midir
sevdalı gönlümün sultanı dostum
gördüğüm rüya mı
visalin midir
yaralı kalbimin cananı dostum
sen misin saçımı okşayan öyle
saçımda dolaşan
ellerin midir
ılık bir nefes gibi
yüzümde, söyle
dolaşan, dağınık tellerin midir
söyle bu gördüğüm hazin karanlık
akşam mı
yoksa
simsiyah gözlerin midir
hayal midir okşayan beni
bir anlık
senin ümit dolu sözlerin midir
kim duyardı
sessiz güzelliğini
denizin
fırtına olmasa
tufan olmasa
vuslatın tadına varılır mıydı
ayrılık olmasa
hicran olmasa
dünya ne kederli olurdu
denizler olmasaydı
deniz düşündürür beni
deniz inandırır beni
hayatın gücüne,
deniz götürür beni
en uzak
en şaşırtıcı
hayallerin burcuna,
denizden sevinç alırım
keder alırım
baktıkça gururlanırım,
sevinirim insan olduğuma
hem kâinata benzediğime
hem kuma,
ben denizden ne istersem alırım
balıktan
şiir denen mucizeye kadar,
ben denize ne veririm
hiçbir şey
ben denizsiz kalamam
deniz bensiz de yapar,
denizle konuşurken
bir karara varırız
kalbim denizden büyük
deniz kalbimden küçük
çığlık atıp gelir bahar
coşar seller, taşar sular
benden sana bir yadigâr
kalsın şirin sözüm bari
ağyar nedir, adam ona
kafa yormaz adam ona
gözlerinin bademine
kurban olum özüm bari
geçen zamanı kim tutar
yüreğimde bin arzu var
menekşeyi katar katar
yar saçına düzüm bari
gözlerimi diktim yola
baktım acep geldi m'ola
nazın kadar sabrım ola
ki hasreti ezim bari
gül açıldı çemende
layla balam a layla
gönül düşmez kemende
layla balam a layla
sen ömrümün gülü, sen
bahçemin bülbülü sen
gül dudağın gülünce
neylersin sümbülü sen
layla gülüm a layla
şirin dilim a layla
güneşli gündüz senin
dere senin düz senin
ile sevinç getiren
bu hoş günümüz senin
layla kuzum a layla
ala gözlüm a layla
sen doğdun ya bahtiyar
beşiğin gülü, bahar
sen hele büyü, yaşa
nurlu geleceğin var
layla ceylan a layla
sana kurban a layla
bir sevinç var sesinde
yüzünde nefesinde
ne tatlıdır yaşamak
özgürlük ülkesinde
layla beşiğim layla
evim eşiğim layla
ovalar bezensin halılar gibi
kışlar geçsin, yeşil bir bahar gibi
basarak bağrına seni yar gibi
suya hasret çeken çöller sevinsin
bağ bahçe dağıtmış, kendi gönlünce,
her ağaç altında sen dinlenince,
seher vakti şırıl şırıl sesin gelince
menekşeler gülsün, güller sevinsin
kumlu sahraların göğsüne yatmış
taze dallar gibi kol kanat atmış
bin yıllık toprağa, yeni can katmış
aktıkça, bahtiyar eller sevinsin
bakü'nün boynuna dolan kol gibi
anasına hasret bir oğul gibi
baş eğsin kuraklık sana, kul gibi
günler ferahlasın, yıllar sevinsin
sana emek vermiş her can her insan
doyunca kullansın serin suyundan
kıvrıla kıvrıla aktığın zaman
seni anlatacak diller sevinsin
aylı gecelerde yıldızdan kemer
takıp, raks eylesin suda haleler
yüzün lale gibi yanar her seher
yanağından öpen yeller sevinsin
geçmişin ışıksız çırası sönsün
burada geceler gündüze dönsün
bu ak günleriyle yurdum övünsün
nağmeler çağlasın, teller sevinsin
hastalıkların en dehşetlisi,
boyun eğmekten kurtulma hissi,
yükü, tebriz'de kalmış devenin
bir gün geleceğine olan inanç,
tatlı zehri aldanışın,
kızgın çölde
kaktüslerin nakışlı gölgeleri,
evi damlayanların
kalbine süzülen
göklerin maviliği,
bir de
insan adına yakışmayan
"bana dokunmayan yılan..."
arkadan vurulan bıçak,
pahalı bir bilezik,
lacivertte gizlenen yeşil,
küçüğün üvey kardeşi,
güneşle boyanan saçlar,
güneyli ağaçlar,
suda boğulanların
ümitle sarıldığı saman,
yalnız insan
yalnız insan
doğduğu evin
çıplak duvarlarına hasret,
pişmanlık kokan hakikat,
gurubun şafaklarında
yaralı kalbine meydan okuyan
nazım hikmet,
ve onun sancılı muhabbeti,
bir harmanı
bir külfete
bir doyumluk olmayan
arpa destesi,
kış güneşi,
gökyüzünde görünen bir an
ve kaybolan
hilal,
acı hatıraların yadigârı
dostlara, insanlara,
göze görünmeyen
yanıp sönmeyen
yara,
bir tel ki
artık gereği yok
soğumuş parmaklara,
güneşsiz sarmaşıklar,
nağmesini yitiren âşıklar,
bir de saman sarısı
doyumsuz büyük insanın
son aşkı
son ağrısı
köz ne çeker
külden sor,
baş ne çeker
dilden sor,
işe, susuz ellerin
kederini ben bilirim,
hasretini nağmelerin
kırılan bir telden sor,
ömrün çetin yolunda
taşa iz bıraktı ayak
gün ne çekti
yıldan sor,
mihnetini karanlığın
bırak körler söylesin,
pes perdenin feryadı
divane bülbülden sor.
(...)
**********
(...)
bir gün gidecek olursam
belki azalacak
bu dünyadan bir damla
ama dünya kalacak
hayat ile dopdolu
yepyeni nağmelerle
şiirler yaratacak
sayısız, insanoğlu
(1960)
**********
(...)
bilirim, geleceksin
geleceksin, er ya da geç
elimde olsa eğer
istemem gelmeni hiç
ancak bir değişmez
kanunu var hayatın
günlerin damlasıyla
dolacak ömür gölüm
çok uzakta da olsa
geleceksin bir gün ölüm