1. sovyet şiirinin kurucularından biri olan, yaşadığı dönemin en önemli azerbaycan şairi, yazar, çevirmen ve siyasetçi. resul rıza, 19 mayıs 1910 yılında azerbaycan'ın göyçay şehrinde doğdu. babası o beş yaşındayken ölünce resul rıza'nın ailesi, dayısı mehmet hüseyin rızayev tarafından himaye edildi. mehmet hüseyin rızayev, düzenli bir eğitim görmemiş olmasına rağmen, sanata karşı ilgili bir insandı. resul rıza'nın annesi, meryem hüseyin kızı rızayeva'nın ise okuma yazması yoktu ama o da sanatçı ruhlu bir kadındı. dayısını çok seven resul rıza dayısının soyadını almıştır. ilk ve orta öğrenimini göyçay'da tamamladı. 1927-1929 yılları arasında tiflis'te, güney kafkasya komünist üniversitesi'nde okudu. üniversite yıllarında edebiyat ve şiirle daha yakından ilgilenmeye başladı. ilk şiirlerini, makalelerini ve hikâyelerini bu yıllarda yayınladı. moskova'da sinemacılık enstitüsü'nü bitirdi. 1930 yılında bakü'ye geri döndü. genç işçi gazetesi'nde tercüman olarak çalışmaya başladı. kendisi de bir şair olan nigar refibeyli ile tanıştı. 1934 yılında nişanlandılar. yüksek öğrenim görmek için birlikte moskova'ya gittiler, 1937 yılında evlendiler.




    ben isterim ki
    bulutlar ağlasın
    çocuklar ağlamasın.
    hiçbiri öksüzlük
    yetimlik duymasın.
    ben isterim ki
    konuşsun her çiçek
    kendi dilince
    silahların
    kesilsin sesi.
    ben isterim ki
    soğuğa, karanlığa
    kapansın kapılar,
    gözler kapanmasın,
    sözler kapanmasın.
    ben isterim ki,
    yangınlar sönsün,
    umutlar sönmesin.
    erişsin her meyve
    kendi çağında.
    yüreklere
    acı söz değmesin.
    ben isterim ki,
    eğilsin dallar
    bereketten.
    insanoğlu
    başını eğmesin
    utançtan ya da güçsüzlükten.
    ben isterim ki
    gözyaşı gibi
    aksın pınarlar
    berrak, duru
    toprağın üzerinde.
    pınar gibi
    akmasın gözyaşı
    yeryüzünün hiçbir yerinde.
    ben isterim ki
    her şey eğilsin
    insanın önünde
    insan insana tutsak olmasın.
    ben isterim ki
    sevinç, mutluluk
    bol olsun.
    yürekten yüreğe,
    ülkeden ülkeye
    açık yol olsun...

    (çeviri: )


    çoğu çağdaşı gibi resul rıza da yaşadığı çağın edebi anlayışını benimsedi ve eserlerini sosyalist gerçekçi bir anlayışla üretti. komünistti, ülkesine, diline ve kültürüne derinden bağlıydı. sovyetler birliği bu sırada stalin dönemini yaşıyordu. her alanda olduğu gibi edebiyatta da sansür ve baskı vardı. resul rıza bu dönemde yazdığı eserlerini sansürden kurtarmak için kendince bir çözüm bulmuş "" dediği sembolik, mecazi bir şiir dili kullanmaya başlamıştır. yıl 1937'ydi, rejim baskısı yoğunlaşmıştı, aydınlar kurşuna diziliyor, sürgüne gönderiliyordu. bununla da kalınmıyor, ölenlerin ya da sürgüne gönderilenlerin ardından dostlarına onlar hakkında iftira dolu yazılar yazdırıyor ya da onları yazılan bu tür yazılara imza atmaya mecbur ediyorlardı. bu dönem resul rıza'nın şiirinde büyük bir etki yarattı. kurşuna dizilenlerin, sürgüne gönderilenlerin arasında onun dostları da vardı. özellikle de bir arkadaşının mikayil müşfik'in ölümü onu o kadar etkilemiştir ki, resul rıza onun ve zulmedilen diğer arkadaşlarının anısına, sovyetler birliği döneminin ilk muhalif şiiri kabul edilen "" isimli şiiirini yazmıştır.


    (...)
    yüreği neşeyle dolardı
    gözlerinde aydınlık, sevinç
    şiirler yazardı
    sakin ve dinç,
    ne dilinde şikâyet kalırdı
    ne gözlerinde keder,
    okşardı gönlünü
    dilden dile dolaşan
    mikayil müşfik imzalı
    nağmeler,
    inanıyorum bir gün
    aydınlık gelecekte
    onu okuyan yeni nesiller,
    çiçeklerle bezeyecek
    müşfik'in heykelini
    -ancak
    vatanın kederli gelini,
    kızıl gül olmayaydı
    sararıp solmayaydı.


    ikinci dünya savaşı yıllarında kırım'da ordu gazetelerinde görev yaptı. bu yıllarda yazdığı kahramanlık ve savaş konulu şiirleri ile azerbaycan edebiyatının en ünlü isimlerinden biri haline geldi. 1941 yılının kasım ayından itibaren de, kırım cephesi'nde yayımlanan ordu gazetelerindeki görevini tamamlayıp bakü'ye döndü, bakü sinema stüdyosu direktörlüğü'ne atandı. bu görevinin yanı sıra çeşitli konularda şiirler ve yazılar yazmaya da devam etti. 1956 yılında 'in işlediği suçlar ve ülkede uygulamış olduğu baskılar hakkındaki gerçekler tarafından ortaya çıkarılınca, resul rıza stalin'den nefret etti. çağdaşları gibi o da büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. 'e ise hala inanıyor, güveniyordu. sovyet toplumunda yaşanan olumsuzlukların lenin'in ölümüyle başladığını, lenin ölmemiş olsaydı, ülkenin tarihinin başka yönde gelişeceğini ve yaşanan kötülüklerin yaşanmayacağını düşünüyordu.

    resul rıza'nın eserlerinde iki belirgin dönem vardır, ilk dönem inançlarıyla doğru orantılı olarak 1960 yılına kadar devam eden eserlerini sosyalist gerçekçi bir anlayışla ortaya koyduğu dönemdir, ikinci dönemse, stalin'in ölümünden sonra başlayıp, kruşçev'in bilinmeyen gerçekleri ortaya çıkarmasıyla devam eden sürecin sonunda, fikirlerinde ve inancında yaşadığı değişimler sonucu, bireysel eserler vermeye başladığı dönemdir. şair, 1960 yılından sonra yazdığı yazılar yüzünden yazarlar tarafından sert eleştiriler almış, şairin sovyet toplumunu doğru bir şekilde anlatmadığı söylenmiştir. resul rıza, komünizmin varettiği yaşamı anlatmayı bırakmış, insanları, yaşamı, ölümü bireysel bir şekilde ele almaya başlamıştı. bu yıllarda, azerbaycan şiirinde yaşanan yenileşme hareketinin öncüsü oldu. azerbaycan'ın bu dönem şiiri, edebiyat tarihçileri tarafından "resul rıza ekolu" olarak tanımlandı.




    kim ne derse desin
    aydındır şiir dili
    ister isen sevinci
    ister isen gamı yaz
    nâdan yüz yıl okusa
    yine bir şey anlamaz

    (1958)


    resul rıza hayatı boyunca inandığı değerlere ve sanatına her zaman sahip çıktı. azerbaycan edebiyatına sadece şiirleri ile değil türkçeden ve dünya edebiyatından yaptığı tercümelerle de katkıda bulundu. 'nin, 'ın, 'nın, 'nun, 'nun, 'ın şiirlerini türkiye türkçesi'nden azeri türkçesi'ne ilk kez çeviren resul rıza'dır. bunun dışında dünya edebiyatından , , , , , , gibi edebiyatçıların eserlerini de azeri türkçesi'ne tercüme etmiştir. nâzım hikmet'in en meşhur şiirlerini azeri türkçesi'yle seslendirmiştir. (nâzım'ın resul rıza hakkında üç makalesi, resul rıza'nın da nâzım hakkında bir makalesi ve bir kaç şiiri vardır.)

    şiirlerini yayımlamaya başladığı ilk yıllardan itibaren azerbaycan edebiyatında yenilikçi yönüyle dikkat çeken resul rıza, serbest şiiri azerbaycan edebiyatına kabul ettiren şair olarak tanındı. gençlik yıllarında yazdığı hikâyeler ve özellikle ikinci dünya savaşı esnasında yazdığı tiyatrolarla nesir alanında da önemli çalışmalara imza attı. şair olmasının yanı sıra aynı zamanda "azerbaycan yazarlar birliği başkanı", "azerbaycan sinema bakanı", "asya ve afrika ülkeleriyle dayanışma komitesi başkanı", "azerbaycan ansiklopedisi kurucusu" ve "azerbaycan ansiklopedisi ilk baş redaktörlüğü" gibi görevlerde de bulundu. azerbaycan parlamentosu'na defalarca milletvekili seçildi. 1950'de "azerbaycan devlet mükâfatı ödülü"nü aldı. 1960'da "halk şairi fahri ünvanı"na, 1980'de de "sosyalist emeği kahramanı ünvanı"na layık görüldü. gara garayev, niyazi, tofik guliyev, vasıf adıgözelov, emin sabitoğlu, , cavanşir guliyev, rauf haciyev ve elekber tagiyev gibi müzisyenler şairin şiirlerine şarkılar besteledi. şiirleri birçok dile çevrilip bir çok ülkede yayımlansa da türkçe'deki ilk kitabını 'ın çevirisi ile 1993 yılında, kültür bakanlığı yayımlamıştır. ikinci kitap "çınar ömrü" ise, tarafından orijinal haliyle yayına hazırlanarak 1998 yılında ötüken yayınları arasından çıkmıştır. ve son olarak, şairin doğumunun 100. yılı olan 2010 yılında "gecenin suskun nağmesi" adlı kitabı tarafından dilimize çevrilmiş şiirlerle, bengü yayınları tarafından yayımlanmıştır.

    "ben mutlaka 21. asrı karşılayacağım, yeni yüzyılda hiç olmazsa bir gün yaşayıp sonra öleceğim" diyen ve ardında elliden fazla eser bırakan resul rıza, karısı nigar refibeyli ile aynı yılda 1981 yılında, 1 nisan'da vefat etti.


    her zaman kalbinde sahla yerimi
    gumrudan ayrılmış bir kafes gibi
    men de unutmaram dediklerimi
    sahlayaram seni son nefes gibi


    eserleri:

    - çapey (1932)
    - pionerin mektubu (1934)
    - kanatlar (1935)
    - çınar (1939)
    - vatan (1942)
    - bahtiyar (1942)
    - ölmez kahramanlar (1944)
    - intikam! intikam! (1943)
    - gazap ve muhabbet (1943)
    - leytenant bayram'ın günlüğünden (1943)
    - lenin (1950-1952-1957-1969)
    - si-ay (1951)
    - güneşin sorağında (1952)
    - gönül sesleri (1954)
    - şekil ve çekil (1955)
    - terane'nin oyuncakları (1959)
    - yıllar ve satırlar (1960)
    - pencereme düşen ışık (1962)
    - duygular düşünceler (1964)
    - dözüm (1965)
    - benim fikrimce (1967)
    - kızıl gül olmayaydı (1968),
    - vakit varken (1970)
    - gevrek budak (1970)
    - ışıklar üşüyende (1970)
    - çalasın günü güne (1970)
    - hayat duyumları (1975)
    - küller çiçekler (1976)
    - güneyler kuzeyler (1977)
    - rüzgâra karşı (1978)
    - lirika (1978)
    - seçilmiş eserleri 1-4. cilt (1967-1969)
    - seçilmiş eserleri 1-5. cilt (1980-1982)




    saat tik tak diye diye
    girer ebediyete
    yaşamın geri dönmeyen anları.
    zaman alıp götürür insanları, bugüne dek
    kimsenin dönmediği uzaklara.
    vakit varken dünyaya bak.
    bakıp doymasan bile.
    bir duvara bir taş koy,
    çiçek kokla!
    saçlarını, sabahın hoş meltemiyle tara,
    bağrını aç, güneşe, bahara.
    vakit varken gel, şafakları karşılayalım sabahları.
    sevelim, sevilelim.
    düşüncelerimiz aydınlatsın karanlıkları.
    dudaklarında açılsın gülücükler çiçek çiçek.
    vakit varken, ellerinin hararetinden ısınsın bir insan eli.
    ne çok iş var görülecek, ne çok söz var söylenecek.
    vakit varken, bir dal aşıla.
    ne olacaksa olsun, deme.
    düşmana amansız ol, dosta sevecen
    vakit varken, öyle yaşa öyle çalış ki,
    bir gün sen olmayınca,
    apaçık duyumlansın, yerinde açılan boşluk.




    (...)
    çınar ömrü gibi
    olsun isterdim, ömrüm,
    uzun yaşadığı için mi
    hayır,
    bir ömür ki
    hatıralarda acısı, izi kalsın
    başka ömürlerden çok,
    bir ömür ki kimseye
    zahmet vermemiş olsun,
    bir ömür ki
    hiç şikâyet etmemiş
    kimseye baş eğmemiş olsun
    bir ömür ki
    hem yokuşu şerefli
    hem sabırlı, inişi,
    bir insan ömrü
    kişi ölümü, kişi




    isterim
    bulutlar ağlasın
    çocuklar ağlamasın
    analı ya da anasız
    isterim
    güller açılsın
    gülleler açılmasın
    amansız
    isterim
    kapılar kapansın
    soğuk havada
    gözler kapanmasın
    sözler kapanmasın
    isterim
    yangınlar sönsün
    arzular ümitler sönmesin
    çiçekler erişsin mevsimine
    yüreklere söz değmesin
    meyveli dallar eğilsin,
    utançtan ya da zorla
    insan başı eğilmesin
    aksın pınarlar gözyaşı gibi
    toprağın üzerinde,
    gözyaşı pınar gibi akmasın
    dünyanın hiçbir yerinde
    her şey insana baksın
    insan
    insan eline bakmasın
    uyanık olsun geceleyin yıldızlar
    insanlar uyusun, dinlensin
    hazırlansın yarınki
    yapılacak işlere,
    açsın gözlerini
    geleceğin ümitli seherine
    isterim
    saadet, sevinç bol olsun
    yürekten yüreğe
    ülkeden ülkeye
    yol olsun.

    (1964)




    haritaya baktım.
    kanatlarını süzüp
    dalgalı hazar'a konmak isteyen
    soylu bir kuş gibi göründü
    azerbaycan
    bir kartal
    gagası engin sularda
    kanatları gökte,
    bu ihtişamlı resmi
    çizebilseydim keşke
    yeni bir şiirimde,
    ahengi deniz dalgalı
    adı
    şiir kartalı

    (19 temmuz 1972- temmuz 1977)




    rüzgârlar nerde uyur
    fırtınalar nerde büyür
    bulutlar nerden toplar
    gözyaşlarını,
    donduğunda tüm sular
    çaylar nerde dinlenir,
    niye böyle tez söner
    parlayan yıldırımlar,
    uzak yıldızların ötesinde
    ne var, kim var
    nerde yaşıyor ölüm,
    alsam gençliğimi
    arayıp bulsam onu
    öldürürüm

    (1966)




    bazen aç olur gözlerim
    sümbüllü toprak
    çiçekli dal, yaprak
    gölgeli pınar
    dumanlı dağ
    görmek isterim
    bazen aç olur kulaklarım
    dalga uğultusu
    gök gürültüsü
    kuş nağmesi
    insan sesi
    duymak isterim
    ancak bilirim
    bir açlık daha var
    unutturur tüm bunları
    düşündükçe utanırım doğrusu
    gözlerimin açlığını
    kulaklarımın açlığını




    gece yarısı, yıldızlar ak, gök kara
    yaslanmışım bir kocaman çınara
    bir yanımdan ömür gibi akar, su
    kaçmış bu gün tabiatın uykusu
    ağaçlarda serin yelin hoş sesi
    yaprakların hazin hazin nağmesi
    yüreğimse kanatlanmış kuş gibi
    durmadan çarpar, tesellisiz, asabi
    ulu çınar budak vermiş, kol yetirmiş
    bir ömür ki yüzyılları bitirmiş
    karlı dağlara eş, onun vakarı
    başı bütün ağaçlardan yukarı
    tufan olur, yağmur iner, kar yağar
    od kırbaçlı yıldırım gökleri yakar
    bazen çayda, taşlar taşı kovalar
    sele gider, gök ekinli ovalar
    vadi, yarar sinesini dağların
    sular, oyar gövdesini dağların
    kervan olur gökte kara bulutlar
    rüzgâr eser, ayaz keser, buz tutar
    han çınarım eğmez mağrur başını
    kimse bilmez han çınarın yaşını
    karanlıkta durup düşündüm biraz
    dedim ulu çınar neden yıkılmaz
    birden dile geldi çınar, dedi: bak
    bu toprağa derinden kök salarak
    her tarafa uzatmışım kolumu
    evlatlarım sarmış sağımı solumu
    böyle mağrur duruyorsam, haklıyım
    ben kökümle bu toprağa bağlıyım.

    (yalta, 1935)




    toprak sarı,
    toprak çorak
    bir yanda yüzüne
    çil düşmüş gibi çapar
    bir yanda kurumuş, çatlak
    bir yanda doksan yaşında
    ihtiyar
    yüzü gibi hüzünlü, içli
    bir yanda anasını gören çocuk gibi
    çiçekli, sevinçli
    bir yanda susuz
    bir yanda sudan bizar
    bir yanda savrulur kumu,
    yanar
    bir yanda örter üstünü kar,
    toprak hem ekmek verir bize
    hem su
    hem son menzilimizde yer verir
    nesiller boyu işler yüreğimize
    onu kaybetmek korkusu

    (1965)




    yıldızlar dökülür denize, bir bir
    açılır ufukta seherin gözü
    sahildeyim uzun zamandan beri
    bekliyorum, gelen yeni gündüzü
    denize dökülür yıldız yağmuru
    sanki su zambağı, çiçek çiçektir
    düşündüm de bu güzel sabahla
    ömrün bir günü daha geçecektir
    yine de yıldızlar doğacak akşam
    bu gün dönmeyecek bir daha geri
    eriyip gidecek bir sonsuzluğa
    deniz dalgaları, ömür günleri
    manasız geçmemiş hayat, ne güzel
    nağmeler dinleyip şiir yazmışsam
    bir gülüş, bir sevinç, bir teselliye
    sebep olur sözüm, belki bir akşam
    yıldızlar benimdir, gökler benimdir
    benimdir bu deniz, bu yer, bu dağlar
    benimdir bahar kokan nağmeler
    benimdir gülüşler, nazenin dallar
    bir geniş yoldayım dört yanım bahar
    her adım güneşe götürür beni
    sanki bu nurlu yollar içinde
    bağrıma basmışım bütün vatanı
    yıldızlar dökülür denize bir bir
    açılır gönlümde seherin gözü
    uyandım pencerem, yüreğim açık
    selamlayım diye yeni gündüzü

    (1960)




    ey mavi göklerin yağız atları
    bulutlar, bulutlar, kaçak bulutlar
    ateşten yılanların, ak kanatları
    ipekten örülmüş saçak bulutlar
    ey karlı dağların mihribanları
    yıldırım kırbaçlı, gür sesli dostlar
    korkunç rüzgârların kahramanları
    çocukça oyuna hevesli dostlar
    ey yakın bilmeyen, uzak bilmeyen
    her hücresi kuvvet dolu yolcular
    tehlike bilmeyen tuzak bilmeyen
    korkusuz yolcular ulu yolcular
    benim de hayalim, sizin gibidir
    bazen kederlenir, bazen gülümser
    onu da bir hafif rüzgâr incitir
    o da sizin gibi gezer, derbeder
    bir kudret gamıdır, gönlümde elem
    odur beni her gün içerden yakan
    isterim şiirimi dinlesin âlem
    göklerin yıldırım dudaklarından

    (1934)




    sığınmışız kalbime
    ümit
    şüphe
    keder
    ve ben
    vakit hayli ilerlemiş
    gece yarısı
    yağmur yağıyor durmadan
    rüzgâr esiyor
    ümit diyor ki
    yağmur dinecek
    rüzgâr susacak
    karanlık eriyip
    sabah olacak
    güneş doğacak
    kızıl saçları saçak saçak
    şüphe diyor ki
    ne zaman
    ne zaman
    yağmur kara dönebilir
    rüzgâr tufana,
    sabah olmayabilir
    keder diyor ki
    yağmur dinse de
    sabah olsa da
    rüzgâr sussa da
    ne teselli
    ne son bulur
    içimdeki yetim ses
    ümit der
    şüphe yer
    şüphe der
    keder yer
    ben dinlerim
    ümidi
    şüpheyi
    kederi
    bekliyorum seheri
    doğsun güneş
    kızıl saçları saçak saçak
    sormuyorum
    ne zaman
    doğacak
    konuş ümit
    eski dost
    anlat

    (1960)




    göğü tutmuş sesin yine
    ey neşeli, ana bülbül!
    bahçelerde yankılanır
    hoş nağmeler, suna bülbül!
    geldi bahar, boran gitti
    kızıl gülün vakti yetti,
    muhabbetin her remzini
    söyle, anlayana bülbül
    ben dostluğa gönül verdim
    mihribanım dedim sana
    geçir beni imtihandan
    çetin günde sına, bülbül
    asla dönmem ben sözümden
    sanatkâra hürmetim var
    eğer sözümde durmazsam
    kına beni, kına bülbül
    sen nağmeni yurda verdin
    ben de yurdun şairiyim
    şiir benden, nağme senden
    sözün var mı, buna bülbül
    gel ki baş başa sürelim
    güzel ömrün sefasını
    geriden bize bakanlar
    kalsın yana, yana bülbül
    hiçbir sazın tellerinde
    çalınmadı nağmem benim
    takmadım yâd sözünden
    kulağıma tana bülbül
    gel, çoktandır hasret çekip
    arzulardı seni rıza
    diyor gönül bahçesine
    n'olur her gün kona bülbül.

    (1942)




    kara gözlüm pencereden çekilme
    güller görür, bülbül duyar ah çeker
    acı söz söyleme, el içinde gel
    zalim düşman görürse "hah hah" çeker
    kara gözlüm saçlarını sal yana
    kara bulut ay yüzüne yaraşır
    kulak verme, sen her gelen nadana
    siyah zülfün ay yüzüne yaraşır




    dağlar bana geçit verin
    tez verin
    çaylar bana yol verin
    ayağımı yüz verin
    çöller bana çığır verin
    iz verin
    kuşlar bana kanat verin
    hız verin
    ben yarına koşuyorum

    (1969)




    karşımdaki sen misin
    hayalin midir
    sevdalı gönlümün sultanı dostum
    gördüğüm rüya mı
    visalin midir
    yaralı kalbimin cananı dostum
    sen misin saçımı okşayan öyle
    saçımda dolaşan
    ellerin midir
    ılık bir nefes gibi
    yüzümde, söyle
    dolaşan, dağınık tellerin midir
    söyle bu gördüğüm hazin karanlık
    akşam mı
    yoksa
    simsiyah gözlerin midir
    hayal midir okşayan beni
    bir anlık
    senin ümit dolu sözlerin midir
    kim duyardı
    sessiz güzelliğini
    denizin
    fırtına olmasa
    tufan olmasa
    vuslatın tadına varılır mıydı
    ayrılık olmasa
    hicran olmasa

    (1935)




    dünya ne kederli olurdu
    denizler olmasaydı
    deniz düşündürür beni
    deniz inandırır beni
    hayatın gücüne,
    deniz götürür beni
    en uzak
    en şaşırtıcı
    hayallerin burcuna,
    denizden sevinç alırım
    keder alırım
    baktıkça gururlanırım,
    sevinirim insan olduğuma
    hem kâinata benzediğime
    hem kuma,
    ben denizden ne istersem alırım
    balıktan
    şiir denen mucizeye kadar,
    ben denize ne veririm
    hiçbir şey
    ben denizsiz kalamam
    deniz bensiz de yapar,
    denizle konuşurken
    bir karara varırız
    kalbim denizden büyük
    deniz kalbimden küçük

    (1968)




    çığlık atıp gelir bahar
    coşar seller, taşar sular
    benden sana bir yadigâr
    kalsın şirin sözüm bari
    ağyar nedir, adam ona
    kafa yormaz adam ona
    gözlerinin bademine
    kurban olum özüm bari
    geçen zamanı kim tutar
    yüreğimde bin arzu var
    menekşeyi katar katar
    yar saçına düzüm bari
    gözlerimi diktim yola
    baktım acep geldi m'ola
    nazın kadar sabrım ola
    ki hasreti ezim bari

    (göyçay, 1959)




    gül açıldı çemende
    layla balam a layla
    gönül düşmez kemende
    layla balam a layla
    sen ömrümün gülü, sen
    bahçemin bülbülü sen
    gül dudağın gülünce
    neylersin sümbülü sen
    layla gülüm a layla
    şirin dilim a layla
    güneşli gündüz senin
    dere senin düz senin
    ile sevinç getiren
    bu hoş günümüz senin
    layla kuzum a layla
    ala gözlüm a layla
    sen doğdun ya bahtiyar
    beşiğin gülü, bahar
    sen hele büyü, yaşa
    nurlu geleceğin var
    layla ceylan a layla
    sana kurban a layla
    bir sevinç var sesinde
    yüzünde nefesinde
    ne tatlıdır yaşamak
    özgürlük ülkesinde
    layla beşiğim layla
    evim eşiğim layla

    (1938)




    ovalar bezensin halılar gibi
    kışlar geçsin, yeşil bir bahar gibi
    basarak bağrına seni yar gibi
    suya hasret çeken çöller sevinsin
    bağ bahçe dağıtmış, kendi gönlünce,
    her ağaç altında sen dinlenince,
    seher vakti şırıl şırıl sesin gelince
    menekşeler gülsün, güller sevinsin
    kumlu sahraların göğsüne yatmış
    taze dallar gibi kol kanat atmış
    bin yıllık toprağa, yeni can katmış
    aktıkça, bahtiyar eller sevinsin
    bakü'nün boynuna dolan kol gibi
    anasına hasret bir oğul gibi
    baş eğsin kuraklık sana, kul gibi
    günler ferahlasın, yıllar sevinsin
    sana emek vermiş her can her insan
    doyunca kullansın serin suyundan
    kıvrıla kıvrıla aktığın zaman
    seni anlatacak diller sevinsin
    aylı gecelerde yıldızdan kemer
    takıp, raks eylesin suda haleler
    yüzün lale gibi yanar her seher
    yanağından öpen yeller sevinsin
    geçmişin ışıksız çırası sönsün
    burada geceler gündüze dönsün
    bu ak günleriyle yurdum övünsün
    nağmeler çağlasın, teller sevinsin

    (guba, 29 ekim 1939)




    ömrün manası,
    kalbin aynası,
    değeri ve pazarı olmayan var,
    yalnız bir kalbin kapısına
    uyan anahtar,
    anlayan, duyan
    insan




    hastalıkların en dehşetlisi,
    boyun eğmekten kurtulma hissi,
    yükü, tebriz'de kalmış devenin
    bir gün geleceğine olan inanç,
    tatlı zehri aldanışın,
    kızgın çölde
    kaktüslerin nakışlı gölgeleri,
    evi damlayanların
    kalbine süzülen
    göklerin maviliği,
    bir de
    insan adına yakışmayan
    "bana dokunmayan yılan..."




    arkadan vurulan bıçak,
    pahalı bir bilezik,
    lacivertte gizlenen yeşil,
    küçüğün üvey kardeşi,
    güneşle boyanan saçlar,
    güneyli ağaçlar,
    suda boğulanların
    ümitle sarıldığı saman,
    yalnız insan
    yalnız insan




    doğduğu evin
    çıplak duvarlarına hasret,
    pişmanlık kokan hakikat,
    gurubun şafaklarında
    yaralı kalbine meydan okuyan
    nazım hikmet,
    ve onun sancılı muhabbeti,
    bir harmanı
    bir külfete
    bir doyumluk olmayan
    arpa destesi,
    kış güneşi,
    gökyüzünde görünen bir an
    ve kaybolan
    hilal,
    acı hatıraların yadigârı
    dostlara, insanlara,
    göze görünmeyen
    yanıp sönmeyen
    yara,
    bir tel ki
    artık gereği yok
    soğumuş parmaklara,
    güneşsiz sarmaşıklar,
    nağmesini yitiren âşıklar,
    bir de saman sarısı
    doyumsuz büyük insanın
    son aşkı
    son ağrısı




    uzak yıldızların yakın yolu,
    bir de insan
    alnı açık
    gözleri saygı dolu




    köz ne çeker
    külden sor,
    baş ne çeker
    dilden sor,
    işe, susuz ellerin
    kederini ben bilirim,
    hasretini nağmelerin
    kırılan bir telden sor,
    ömrün çetin yolunda
    taşa iz bıraktı ayak
    gün ne çekti
    yıldan sor,
    mihnetini karanlığın
    bırak körler söylesin,
    pes perdenin feryadı
    divane bülbülden sor.
    (...)

    **********

    (...)
    bir gün gidecek olursam
    belki azalacak
    bu dünyadan bir damla
    ama dünya kalacak
    hayat ile dopdolu
    yepyeni nağmelerle
    şiirler yaratacak
    sayısız, insanoğlu

    (1960)

    **********

    (...)
    bilirim, geleceksin
    geleceksin, er ya da geç
    elimde olsa eğer
    istemem gelmeni hiç
    ancak bir değişmez
    kanunu var hayatın
    günlerin damlasıyla
    dolacak ömür gölüm
    çok uzakta da olsa
    geleceksin bir gün ölüm
    #2067 ma icari | 8 yıl önce
    0çevirmen, politikacı, şair, yazar