bugün şahsi amaçlarımız için kullandığımız intel veya amd işlemci tabanlı bilgisayarlara pc (personal computer) denmesine sebep olan bilgisayar. 12 ağustos 1981 tarihinde piyasaya sürümüştür.
bilgisayar tarihinde bir devrimdir aslında. zira açık mimariye sahiptir bu bilgisayar. haliyle günümüzde bilgisayar toplama işleminin önünü açmıştır. ama eskiden bilgisayarların parçası değişmezdi. bilgisayarınızda halihazırda takılı olan x marka, x model işlemciniz bozulunca gidip aynısından almak zorundaydınız veya yeni bir bilgisayar almak zorundaydınız. ibm pc ile birlikte bilgisayarlar da özelleştirilebilme özelliği kazanmıştır.
aslında bununla birlikte ibm kendi bacağına da sıkmıştır. artık ortada bilgisayar için ibm, apple gibi büyük firmalara ihtiyaç duyulmamış ve ibm 2000'lere doğru son kullanıcı piyasasından çekilmeye başlamıştır. apple da microsoft sayesinde 2000'leri görebilmiştir. bu olaylardan zararsız çıkan, hatta en karlı çıkan da microsoft olmuştur.
ayrıca bu bilgisayarda işlemci olarak kullanılan intel 8088 işlemcisi de intel için bir standart olmuş, sıfırdan tekoloji geliştirmek yerine 8088'in üstüne koya koya ilerlemiştir. böylece intel işlemcilerin eski işlemcilerde assembly ile yazılan yazılımları çalıştırması mümkün olmuştur. günümüzde bile 64-bit intel işlemcilerle 32-bit işlemcilerin assembly dili aynıdır. sadece ek komutlar gelmiştir o kadar.
Bilgisayar dünyasının gelişiminde ve halk tarafından kullanılabilir hale gelmesinde bir dönüm noktası olmuş bilgisayar türü.
Teknolojiyi şekillendirmiş olsa da beraberinde yıllar önce mecburiyetten kaynaklanan bazı teknik develiklerini de geçmiş ile uyumluluk (backward compatibility) nedeniyle sırtında taşımakta olan bir işlemci üzerine kurulmuştur.
Şimdi nereden başlayayım. Telgraf. Olayın ilk çıkış noktası telgraf denilen alet.
1794 yılında ilk çalışmaları yapılmış, ardından 1837 yılında üzerinde yeniden çalışılmış ancak pratiğe geçmemiş. samuel morse isimli bir arkadaş ise sadece donanım tarafının yeterli olmadığını, bilgiyi de bir standart dahilinde iletmek gerektiğini fark etmiş ve kafa yorup morse alfabesi olarak bilinen kodlama sistemini bulmuş.
Telgraf denen şey aslında kapı ziline çok benzer. Bir uçtan diğerine giden iki kablo. bir tarafta buton var, diğer tarafta ise zil (veya butona basıldıkça tık diye aşağı inen bir kol). Morse alfabesi, butona basma sıklığı ile harfleri ifade edebilecek bir standart getirmiş ve 1844 yılında ilk telgraf sistemi devreye alınmış.
Bu sayede insanlar uzak mesafeler ile anlık haberleşmeye başlamış. Tamam, çok güzel ama bir sıkıntı var. Bu mesajlar kayıt altına alınamamış. Kulağı hassas, uzun süre eğitim alması gereken insanlar kullanabiliyormuş. Akıllı biri telgrafın ucuna bir kalem bağlayarak gellen mesajları bir kağıt şerit üzerine kaydetmeyi başarmış.
Sonra başka biri, bu mesaj için delikli bir kağıdın daha uygun olacağını fark etmiş. Çünkü delikli kartın delikleri arasından elektrik de iletilebildiği için bir mesajın birden fazla noktaya hızlıca gönderilmesi de mümkün olabiliyormuş. Böylece mesaj gönderme işi de kısmen de olsa otomatize edilebilmiş.
Yani bu sayede bu günkü sabit disk denen şeyin atası ortaya çıkmış.
Ardından bilim adamları bilgisayarı icat etme ve geliştirme aşamasında yazılımları saklamak ve bilgisayara yüklemek için bu delikli kartları kullanmışlar. Çünkü piyasada o varmış.
Örneğin bilgisayardan 3 ve 5 i toplamasını isteyecekler. kartın üzerine toplama işlemine karşılık gelen komut deliklerini, 3 ü ifade eden komut deliklerini, ardından da 5 i ifade eden komut deliklerini delip bilgisayara delikli katı sokuyorlarmış. Bir bakıma bilgisayara telgraf çekiyorlarmış.
Dolayısı ile standartlar önce komutu, sonra da parametreleri aynı veri giriş kanalı üzerinden gönderecek şekilde belirlenmiş. E tamam, çok güzel. Bu bir sorun mu?
Bir miktar. Şöyle, bazı komutlar uzun, bazıları kısa. Bazı parametreler uzun, bazıları kısa. Bazı komutların çok parametresi var, bazılarının az parametresi. Dolayısı ile bazen komut ve parametrelerin ardışık durumları öyle kombinasyonlar oluşturmuş ki aynı anda başka komut olarak algılanabilir olmuş. bunu yerine oturtana kadar uğraşmışlar. Bir diğer sıkıntı da her komutun aynı sürede gerçekleştirilememesi olmuş ve çok hassas zamanlama gereken işler için bir de oturup hangi komutun kaç çevrimde çalışacağını hesaplayıp program satırları bir yerden diğerine gelene kadar gerçekte ne kadar milisaniye geçeceğini de oturup hesaplamak zorunda kalmışlar.
Ama bu durum onlara başka avantajlar da sağlamış. bir tek kaynak üzerinden programı yükleyebilmişler, veri ve parametrelerini senkronize etmek zorunda kalmamışlar.
Bbu mimari yapının adı von neumann mimarisi olarak bilinir. Komutların ve parametrelerinin aynı veri yolu üzerinden gitmesi üzerine kuruludur.
bu yapının alternatifi ise harvard mimarisi olarak geçer. Onda da komutlar ve veriler ayrı kanaldan iletilir ve yorumlanır.
Halkın yaygın kullandığı ipm pc mimarisinde geçmiş ile uyumluluk nedeniyle von neumann mimarisi kullanılırken, 1970 li yıllarda endüstri 3.0 ın ortaya çıkmasını sağlayan plc isimli cihazlarda genellikle harvard mimarisi kullanılmış. Çünkü çok daha stabil ve düşük frekanslarda bile etkili şekilde çalışabilen cihazlar kullanılmış. Aradaki farkın ayrımı için de genellikle von neumann mimarisi ile çalışan cihazlara "mikro işlemci" (micro processor) denilirken, harvard mimarisinde çalışan cihazların endüstriyel sistemlerdeki kontrol yeteneğini de vurgulayarak "mikro kontrolcü" (micro controller) denmiş.
Peki, aradan yıllar geçti, mevcut durum ne şimdi? pc mimarisi aldı başını yürüdü. Milyonlarca mikro işlemci üretildi. Talep gördü, arz edildi ve milyonlarca arz edildiği için fiyatları da düşüp piyasa genelini ele geçirdi. mikro kontrol cihazlarının dezavantajlı olduğu konular için yazılım desteği geliştirildi, ancak buna rağmen genellikle elektronik cihazların içinde basit işleri yönetmek için kullanıldılar.
Uzun bir süre mikro kontrol cihazları PLC içerisinde kullanıldı, ancak hem arz - talep dengesi, hem von neumann mimarisinin stabilitesinin gelişmesi, hem de işlemcilerin inanılmaz derecede hızlanarak verimsiz yapının etkisini ortadan kaldırması gibi etkenler sayesinde robotların da içinde çalışmaya başladılar.
Peki, bir telgraf vardı sahi, ona ne oldu derseniz... Yaşıyor. Şu haritaya bakın: