insan özelliği olarak ortaya çıkması ve/veya anlaşılması durumunda, muhatabı için büyük bir hayal kırıklığına ya da öfkeye dönüşebilecek bir yıkıma ulaşabilme ihtimali olan işe yaramazlık.
doğum gününü kutladık, geri dönüyoruz, gecenin körü olmuş saat. tramvayın sondan bir önceki seferi, içindekiler genelde ya eve gitmek için alkolden ayılmayı bekleyemeyenlerden ya da belli yaşın üzerinde vardiyadan çıkmış olanlar. ben ve benimle birlikte olanlarla kapılardan birinin karşısında, yanlamasına dizilmiş olan koltuklarda oturuyoruz. birkaç durak sonra 4 tane ergen bindi. 2'si erkek, 2'si hatun. hatunlar da, erkekler de façalı, teker teker "eski izmir çocuğu" etiketini bütün vücutlarında taşıyan ve oldukça yüksek sesle konuşan insancıklardı. bizim ineceğimiz durak yaklaşık 20 dakikalık yolculuk geçirmemize neden oluyor. "mecburen bunları çekmek zorundayım" diyerek dedeleşmeye başladım ben.
boş insanlıkla ilgili benim aklımdaki tanım şu: gelene geçene laf atabilme potansiyeline doğuştan gelen genleriyle ve yetiştiği bombok çevreyle birlikte sahip olabilen, herbokolog mesleğini icra etmesine rağmen "sen ne yapıyorsun ya?" diyerek kafasını iki elle tutup salladığınızda dahi kendine gelemeyen, azot israfından başka bir halta da yaramayan, korkunç ego yükünü omuzlarında bir apolet gibi taşıyan varlık. bahsettiğim bu ergen ve ergenellalar tramvaya bindikten sonra, içimden bu tanımı mırıldandım ve onlar adına üzülmeye başlayarak ilk hatamı yaptım. tam karşımızdalar ve hatunları eve atmaktan başka hiçbir temel amacı olmayan veletlerin bomboş muhabbetlerini tramvayın bütün vagonlarında insanlar olarak son ses dinlemekteyiz. bizim ineceğimiz duraktan birkaç durak önce, dallamalardan biri ego bombası ruh halini biraz daha abarttı ve bir sonraki istasyona yanaşmak üzere olan tramvayın penceresinden bakıp gördüğü 2 kadın için yanındaki dallamaya "bak, bak, tam lokum bunlar" dedi. kadınlar aynı vagona bindi, biraz ilerleyip gözden kayboldular. lokumcu ergen dallama "tam benlikmiş ama ..kmicem" gibi bir laf etti. yanındaki 2 numara da "boşver ya, yanımızdakiler yeter zaten bu gecelik" anlamına gelen, bolca argo ve küfür bezeli sıçmığını tüm tramvayın duyabileceği seste kustu. çevre kontrolü yok, yazılı olmayan ve en ufak ilçeye göre bile kendi içinde değişebilme çapına sahip toplumsal kuralların farkındalığı yok, iq zaten eksilerde, entelektüelliğin sikimsonik fularlı boyutları değil, asgari düzeyinden bile bihaberlik tavan. oturduğum yerde ellerimin titremeye başladığını gören yanımdaki sevgilim "n'oldu ya? iyi misin?" falan demeye başladı. "gel" dedim, "ilerideki kapının orda dikilelim, zaten ineceğiz birazdan". birkaç durak geçti, bu sırada benim hatun sürekli "anlatsana, neye kızdın?, bak doğum günün bugün, bu kadar şişme" minvalindeki ortam yumuşatma laflarıyla öfkemi dizginlemeye çalışıyor ama ben bu sırada elimde tuttuğum anahtarlığı sıkmaktan başka hiçbir şey düşünemiyorum. bitmek bilmeyen yol bitti, bizim ineceğimiz istasyona yanaştı tramvay, inerken derin bir "oh" çektim, inerken dallamalara baktım ve lokumcuyla göz göze geldik.
dede gibi yazmamdan ötürü, olduğumdan daha büyük bir yaştaymışım gibi davrandığıma yönelik bir algı var sözlükte, biliyorum bunu. bu önkabul, benim gençliğimin aksaray'ın bok kokan sokaklarında, ilk çocukluk sonraki dönemimin eski izmir'in faça kanı akan çıkmazlarında, olgunlaşmamın da beş para etmez profesörlerin küf ve mağara adamlığı sıçratarak kusan, acıyan bakışları altında geçtiği gerçeğini değiştirmiyor. 10 yıl kadar önceki lake'i uzun süredir bilinçaltıma gömülü, kaslarını açmaya çalışmaya başlayan, tütün sarısı anılarımdan kanlı canlı ve bütün cahil cesaretini sırtlanmış bir halde gün yüzüne çıkartıp; hemen ardından gerçeğe dönüp, hatunu bir hışımla tramvayın kapısından dışarı ittirip, "eve git, gelicem ben" diye tehditkar bir şekilde höykürdükten sonra ev anahtarını dışarıya fırlatıp tramvayın içindeki "ne olacağı birkaç dakika sonra tamamen belirsiz bir hale gelecek" bir ortamın içine girme hissini, bahsettiğim 10 küsur yıldan beridir ilk kez bu denli yüksek dozda hissettim. lokumcu ergenin bakışlarında -belki de- hayatımın sonlandığı anı, bir elini - bu sıcakta- sürekli cebinde tutma nedeni olan sallamanın ucundan akan ve alkolle kardeş olmuş kanı, tam da doğum gününü bir sonraki bilinmez insanın doğum gününe devrederken akıtma heyecanını gördüm. biladerli gencoların kanını her daim kaynatacak olan bu ayrıntıları ilk bakışta tanımayan; geçmişinde bu heyecanına yenik düşerek onlarca hata yapmamış; her "2 lira ver, yoksa bağırsaklarını şuracıkta dökerim bu kaldırıma" tehditine arkasını "siktir lan ordan" diyerek devasa bir hışımla dönmemiş insan için yazdığım son cümleler "anlık gaz bu, işkembesinden atıyor" gibi gelebilir. umrumda değil. doğum gününü sevdiği insanlarla birlikte geçirip yanında yıllardır mutlu olduğu insanın gözlerinden "doğum günün kutlu olsun"u sözcüklere dökülmedenki haliyle görebilmiş birinin "vereceğin 2 lira mı, yoksa vücudundan bir parça mı?" tehditinde sessiz kalıp abi çekebilmesine ihtimal vermeyecek kadar hayat tecrübesi kazandığına inanmış bir insanım ben. köhne yerlerin ağzıyla "sikerler öyle işi, aga"lık, ortamına göre konuşabilme yetisine sahip insan ağzıyla "böyle bi' dünya yok paşam" ağırlığını uzun yıllardır hayat merkezi yapıp çoğunlukla da buna tapmış bir insan olarak, birkaç saniyelik gaz ile karakter özelliklerini ayaklarının altına alabilmeni şart koşan anlarda her şeye karşı durma dikliği (saflığı, umursamazlığı, boşvermişliği, adanmışlığı; ne dersen de) arasındaki farkı da biliyorum.
yukarıdaki paragrafta yazdığım düşünceleri, 4-5 saniyelik bir süre içinde, lokumcu ergenle kesişerek tramvayın kapısından dışarı çıkma adımlarımı atarken aklıma getirdim. "evine ekmek götüren" sıfat safsatasını 2 yaşındaki bebesi ve 7 yaşındaki kendi minimal kopyası sebebiyle ayet gibi gören orta yaş ve üzerindeki aile babalarını anlayabildiğim ender anlardan birini daha yaşadığımı da, aynı 4-5 saniye içinde fark ettim. tramvayın kapıları ben dışarı çıktıktan sonra kapandı, ergenle halâ göz gözeyiz, hatun beni kolumdan çekiştiriyor; zerre kıpırdamıyorum, elimdeki anahtarı sıkmaya devam ediyorum; içimdeki 10 yıl önceki lake ise, kağıttan yapılmış bir hulkmışçasına "bırak, dışarı çıkar beni. şu çürümüş ortamı cahil cesaretimle ve senin şu anda sahip olamadığın ve hiçbir zaman da olamayacağın gençlik enerjimle paramparça edeyim. sonrasında, arkamda bırakacağım yıkıntıyla sen baş edersin zaten" diyor. bundan sonrasında öz saygı, olgunluk, temel ahlâki kurallara tutunabilme, hayatta kalmanın toplum içindeki ayrıntıları hakkında fikir sahibi olabilme, tehlike anında camı kırabilmenin temel sebebi olan yakınlarını aynı tehlike ortamından uzaklaştırmayı hayatta kalabilme gayesi olarak belirleyebilme gibi birer kaya parçasına benzeyen beylik kalıpları aklına geliyor ve 10 yıl önceki lake'i bir elinden tutup hayatta tutarken, diğer elinle içindeki cehennem çukurunun gözünün görmeyeceği kadar dibine güzelce postalayabiliyorsun.
bomboş bir adamdan bomboş bir ergen anısı okudun, sevgili okur. "günahıyla, sevabıyla" kalıbını sevmem; bunun yerine "hatamla, doğrumla" diyeyim; eğer ki benzer koşullar altında, benim karşılaştığıma yakın bir ya da birkaç bomboş insancıkla karşılaşırsan, içindeki kontrol, kural, kalıp ve toplumsal kural tanımayan bilinçaltındaki senden daha genç ve daha eski insanı ortaya çıkarmadan önce biraz düşün. benim yapabildiğim gibi, 4-5 saniye içinde şu anki insan olmaktan gurur duyabildiğin bir kıvılcım yakalarsan ve o ortamdan uzaklaşmaya, içindeki canavarı bulunduğu yerden daha da derinlere itebilmeye cesaretin olduğunu hissedersen, geriye bakma; yanındakilere ve geleceğine bak. doğum günü; bayram; cenaze; doğum; hiçbir şeyi değiştirmeyecek ve çevrendeki dünya bomboş insanlarla kaynıyor halde dönmeye devam edecek. bunu da hiçbir zaman unutma.
boş, sadece bardağın öbür tarafını görememe üzerine üretilmiş bir sıfat değildir.