başlangıç notu: bu girdi salt beste hakkında bilgi vermek için girilmemektedir. söz konusu bestenin özellikle bir yansıması üzerinden klasik ve modern sanat ele alınacaktır.
olması zaruri olan kimi bilgileri hızlıca paylaşalım. eser, Fransız barok döneminin jean-baptiste lully'nin ardından sürdürücüsü olan ve benim de barok dönemde dinlemekten en keyif aldığım bestecilerden jean-philippe rameau tarafından 4 parçadan oluşan bir opera-bale formunda bestelenmiştir. librettosu louis fuzelier tarafından yazılan eserin prömiyeri opéra de paris aracılığıyla 1735'te gerçekleştirilmiştir.
türkiye'de yaşayan insanlar için fazlaca bilindik bir beste olan mozart'ın 11. piyano sonatının son bölümü olan alla turca ile avrupa'da yükselişe geçen bir oryantalizm olduğu sıklıkla konuşulur. yalnızca müzikte değil, sanıyorum en az mimari olmak üzere sanatın her alanında oryantal fırça dokunmalarını görmek mümkün. bu bir arayışın sonucuydu ve arayışın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı bu girdinin konusu değil. yine de bahsi geçen tartışmalarda es geçilen şey, avrupa'da var olan böylesi bir arayışın kendisini daha önceden de hissettirdiğidir. işte les indes galantes de böylesi bir arayışın tezahürüdür. nasıl bir arayış? bir bakıma doygunluğa ulaşmış avrupa sanatının toplumsal konjonktürlere ayak uyduraramamasından dolayı ortaya çıkan boşluğu kapatma arayışı. şöyle düşünelim: yeni kıta/lar keşfediliyor, farklı coğrafyalardan bambaşka ürünler getiriliyor, lakin sanat öyle ya da böyle kilise doğrultusunda yoluna devam ediyor. dolayısıyla sanatta yeni bir arayış, en azından konu olarak, mecburi bir çıktıydı kanaatimce.
peki, les indes galantes noktasında nereye tekabül etmekte bu arayışlar? tam olarak bir üst paragraftaki konuyu hatırlatmak için muazzam bir gerçeklik var karşımızda. bana kalırsa rameau gerçek bir aydınlanmacıydı. her ne kadar pek sahiplenmediğim bir düşünür olsa da bir aydınlanma figürü olan voltaire ile olan yakın ilişkilerini biliyoruz. buna rağmen rameau dahi dinin sunduğu konulardan uzaklaşamamakta eserlerinde. les indes galantes'ten bir yıl önce bestelediği samson operasının konusu eski ahit'ten bildiğimiz samson ve delilah hikayesi bahsindedir. toplumsal dönüşümler sanatın yetersiz kaldığını sanatçılara buram buram hissettirmeye başlamıştır artık. böylece les indes galantes, bana kalırsa o eksikliği kapatmaya yönelik muazzam bir yanıttır rameau'nun verdiği. en azından kendi içinde, arayışını les indes galantes ile nihayete erdirdiği ve dönüşümlerin gerisinde kalmadığı düşüncesi doğmuş olmalıdır. çünkü bahsini ettiğimiz operanın konusu uzak diyarlardaki aşktır. neresidir o uzak diyarlar? hindistan'dır. hayır hayır, buda'nın hindistan'ı değil. osmanlı, peru, kuzey amerika ve iran'ı kapsayan bir hindistan tanımından bahsetmekteyiz. yani rameau, les indes galantes ile çağındaki dönüşümleri yakalamıştır denilebilir. bu noktada eser, epeyce ilericidir bana kalırsa.
uzattım, geçiyorum pasajlara. bu kısmı da kısa tutacağım. entree 1, osman paşa'nın emilie adlı kölesine duyduğu aşkı ve emilie'nin onu reddetmesini anlatmakta ve Cömert Türk olarak adlandırılmakta. entree 2, peru'da bulunan carlos adındaki bir ispanyol askeri görevli ile inca prensesi phaninin aşkını işlemekte ve Peru'nun inkaları olarak isimlendirilmekte. entree 3 ise Tacmas adlı bir iran prensinin/şahının Zaire'ye, onun yardımcı Ali'nin de Fatime'ye duyduğu aşkı anlatır fakat Zaire Ali'nin, Fatime Tacmas'ın kölesi/cariyesidir, ve bu bölüme Çiçekler (Çiçek Bahçesi) ismini verir Rameau. geldik son kısma: Les sauvages, The Savages, Vahşiler... bu girdiyi yazmama neden olan motivasyon, balenin Vahşiler adlı son kısmından kaynaklanmakta. bu kısım, kuzey amerika'da geçmektedir. ispanyollara mağlup olan kabilenin Avrupalılarla barış yapmıştır. ispanyol komutan don alvar ve fransız komutan damon ise kabilenin liderinin kızı olan Zima'ya aşık olmuş ve onun için çekişmeye başlamışlardır. zima ise don alvar'ın çok kıskanç, damon'un ise çok kararsız (dönek de olabilir) olmasından dolayı ikisini de reddeder. ardından, zima'ya "natural love" gösteren ve bir yerli olan adario ile evlenmeye karar verir. bu bölüm avrupalıların yerlilerin barış gösterisine/dansına katılmalarıyla birlikte son bulur.
düşüncem, les indes galantes muazzam bir sanat eseridir. özellikle son kısma, les sauvages adlı bölüme, odaklanacağım için bu kısmın başarılı bir klasik yorumunu dinlemenizi önermekteyim öncelikle: www.youtube.com/...
belirli bir işleyiş, sınırı ve çerçevesi bilinen bir kayıt. son kısımda valsvari bir saraylı dans figürü ile kabilenin barış dansına güzel bir gönderme... kıyafetler, sanatçılarında üst tabakadan olduklarını hissettiriyor ve hatta soylu olduklarını, hareketler sanki planlanmış ve düzenlenmiş gibi. kıyafetten dansa, hareketlerden mimiklere her şey prensipli ve kurallı bir şekilde performe ediliyor. sahiden harika bir klasik sanat yansıması.
modern sanat ile klasik sanat bir araya getirilebilir mi? yanıtım, evet. buyrun: www.youtube.com/...
Leonardo García Alarcón yönetmenliğinde Cappella Mediterranea tarafından sahnelenen bir kayıt var ki beni türlü türlü sorgulamalara sevk etti. belirtmem gerekir ki modern sanat, özellikle modern performans sanatları, sıklıkla sanat olarak kodlamaktan imtina etmek istediğim tartışmalar doğurmaktadır aklımda. buna karşın vermiş olduğum örnek beni alaşağı etti, diyebilirim. niçin? yukarıda klasik performansın hakkında yazdıklarımın hemen hemen zıttını söyleyebilir söz konusu kayır için. belirli bir işleyiş yok, sınırının ve çerçevesinin varlığı dahi sorgulanası. danslar tamamen ayrıksı ve belirsiz. kıyafetler gündelik. hareketler tahmin edilemeyecek kadar özgür. kıyafetten dansa, hareketlerden mimiklere her şey prensipsiz ve kuralsız bir şekilde performe ediliyor sanki. işte tam olarak burası ikinci videoyu mükemmel bir modern sanat yansıması kılıyor benim için.
lakin yine de söz konusu video yalnızca mükemmel bir modern sanat yansıması değil. aynı zamanda mükemmel bir klasik sanat yansıması. detaylara bakalım videodaki: les sauvages adlı bölümde savaş var, kayıtta bir savaşa denk düşecek birçok referans var. söz konusu kısım bir terli kabile dansı ile bitiyor, bunun ne denli ritüelistik olduğunu tahmin edebilirsiniz. ve işte kayıtta birçok ritüel benzeri hareketler görmekteyiz. göğe bakmalar, yerden alıp ileriye birtakım şeyler iletmeler, ikili bir şekilde ortaklaşmalar, merkeze bir karakter koyarak şef fenomenini aktarmak... dahası rahatlıkla bulunabilir. tuhaf tuhaf sesler ve hareketler görsek de unutmamak gerekir ki yaansıttıkları ilkel bir kabilenin dansı. sanat biraz afişe etme biraz da karikatürize etme işidir bana kalırsa. ve Cappella Mediterranea les sauvage'ın meramını mükemmel bir özgürlükte ilan edebiliyor rahatlıkla.
kısacası klasik sanatın sınırlayıcı katılığı ve modern sanatın densiz özgürlüğü bu iki türün birlikteliğinde aşılabilir durumda. denilebilir ki klasik sanat ile modern sanat bir dikotomi var etmektedirler. varlıkları birbirlerinin varlıklarına bağlı iken kendi içlerinde bir çelişki de barındırmaktadırlar. tüm bunları yazarken kant'ın meşhur yargısı geldi aklıma: Gedanken ohne Inhalt sind leer. Bağlamdan yoksun düşünceler boştur. İşte bana kalırsa klasik sanat ve modern sanat birer düşüncedir. boş olmamak için bir bağlama, yani bahsini ettiğim dikotomik bir birlikteliğe muhtaçlar. böylelikle modern sanat klasiği az da olsa dünyevi gerçekliğe çekecekken klasik sanat modernin özgür olma sınırlarını, çerçevesi sunacaktır.